Sosyal medya alternatif bir arşiv olur mu?

Arşivden Sonra? konuşma serisi kapsamında An-Arşiv başlıklı bir konuşma yapan Zeynep Sayın'la arşivin olanaksızlığını konuştuk.

Abone ol

Deniz Çakır

DUVAR - Arşivin sanatta ve toplumsal hafızadaki yerine dair sorular sormayı amaçlayan bir konuşma dizisi olan "Arşivden Sonra?"nın son konuşmacısı yazımbilimci, sanat kuramcısı ve öğretim üyesi Prof. Dr. Zeynep Sayın oldu. An-Arşiv başlıklı konuşmasında Sayın, “arşiv/arkhe/an-arkche/arşivin marjı/albüm/atlas/şehadet/sanat” başlıklarına değindi. Sayın'la konuşmasının ardından bir röportaj gerçekleştirdik ve yakın zamanda yayımlanacak olan Ölüm Terbiyesi kitabını da sorduk

Arşivin materyal gerçekliğiyle toplumsal hafıza arasında nasıl bir bağlantı var? Toplumsal değişimlerle bir olayın dökümante edilmesi arasında ne gibi çatışmalar vardır?

Arşivler; savundukları ve güvence altına aldıkları, geçmişlerini ve geleceklerini belirledikleri, meşru kıldıkları kurumların tarih söylemlerini ve meşrutiyet söylemlerini oluşturuyorlar. Kısaca açıklamak gerekirse onlar, olanın ideolojik deposu. Söz konusu ideolojik yapılar değişime uğradığında, bu depoların imha edilmesi sıkça karşılaşılan olaylar. Başka ortamlar üstünden devam etmeleri, toplumsal hafızaya sözlü tarihler ve farklı hafıza teknikleri üstünden yerleşmeleri de mümkün elbette.

Ancak öncelikli olarak, toplumların kuruluşları yalnızca ortak bir tarihe değil ortak bir unutkanlığa da bağlıysa eğer, o zaman ortak bir unutturmaya da bağlı: dolayısıyla da herhangi bir ideolojik değişim noktasında ilk saldırıya uğrayan yerler de arşivler oluyorlar. Maddi varlıkları, bu vesileyle, sürekli değişiyor bu arşivlerin kaçınılmaz olarak.

Peki, günümüz medya araçları içinde anlık arşivleme süreçleri mümkün müdür sizce?

Elbette.

Bunları geçmişin arşivlerinden ayıran şey nedir?

En büyük farkın kayıtların saklandığı ya da yazıya alındığı ortamların değişiminden kaynaklandığını düşünüyorum. Yazının bulunmasından önceki arşivlerin ve arşivleme tekniklerinin yazının bulunmasından sonraki arşivlerden ve arşivleme tekniklerinden farklı olması gibi, bilgisayarların icat edilmesinden ve teknolojinin bu hızlı gelişiminden önceki arşivler de sonraki arşivlerden farklı tabi ki. İnternet, bu değişim için büyük bir katalizör.

Ancak şu noktada, medyanın ve sosyal medyanın kendi içinde ne kadar "arkhe"ye ve onun sunduğu iktidara bağlı olduğunu; nasıl onun simgeselliğine katkı sağladığını da konuşmamız lazım. Mesela ben bir zamanlar, sosyal medyanın Arap Baharı ve Gezi Hareketi süreçlerinde olduğu gibi bir değişim aracı olacağını düşünmüştüm. Artık öyle düşünmüyorum.

'SOSYAL MEDYANIN DİLİ YANDAŞ MEDYANIN DİLİNDEN FARKLI'

Peki, sosyal medya hakkındaki görüşünüz neden değişti?

Aynı sistem içinde aynı şeyi ürettiğini düşünüyorum şu anda. Önceden bu üretimin yatay düzeyde, belirli hiyerarşik ilişkilerin dışında, bir ağ halinde kurulduğunu düşünmekteydim. Ama bu ağa kimin erişim sağlayacağı ve kimin erişiminin engelleyeceği yine bir arche/ arşşiv/ iktidar meselesi. Sadece Wikipedia vb. yasağından söz etmiyorum. Şu anda alternatif sosyal medyaya baktığımızda dilinin, yandaş medyanın dilinden farklı olmadığını görüyoruz; etkilenmiş, onun gibi konuşmaya, onun gibi eylem ortaya koymaya başlamış. Haber yapma teknikleri odağa taşındığında, farklı cephelerde olduğu söylenilen yayın araçlarının bile aynı dili kullanmaya başlaması gibi reddedilemez bir gerçek var elimizde.

İlginç bir şey daha söyleyeyim: mahkeme kararıyla kaldırtamadığım monte edilmiş bir teybi gayrimeşru yoldan kaldırmak için ciddi bir miktar para karşılığı bana kendisine "itibar yönetimi" diyen bir ekip başvurdu. Sosyal medya önce itibarsızlaştırıyor, sonra gayrimeşru yoldan paylaşılanın engellenmesini engelleyerek (404 not found) herkese pastadan pay veriyor. Herkes derken kastım, yatayda ve tabanda yeniden tanımlanması gereken bir archontes.

Alternatif bir çıkış yolu, tarihin yaratımında farklılık olabilir mi yolun sonunda? Böyle bir umut görebiliyor musunuz?

Bir alternatif çıkış yolu, her ortamda olduğu gibi olabilir elbette ki, ama ben sosyal medyayı son dönemde kullanmadığım için böyle bir değişimin izlerinden haberdar olmam da pek mümkün değil. Ama mesela sosyal medyanın insan iletişimi ve bunun kaydını nasıl değiştirdiği yönünden, gördüğüm şöyle bir olayı örnek gösterebilirim: Facebook üstünden, bir güzel sanatları akademisi öğrencisinin İbsen’in ünlü oyunu Nora’yı sahneye koyuşu ve bunu sadece duvardan duvara yazılanlar ve yorumlar üstünden gerçekleştirişi. Yeni interaktif bir sahneleme ve koreografi. Böyle bir ağ kurulabilir, kurulması mümkün. Ama sosyal medyanın iletişimi değiştirişi arşivleme süreçleri üstünde nasıl oyuklar açar, bunu ben de bilmiyorum.

Jean Luc Nancy'nin bir lafı var mesela: “Bir polis karşıdan karşıya geçmek yasaktır dediğinde bu otoritenin bir emridir. Ama bu karşıdan karşıya geçmenin yasak olduğu sokağı bazı aktörler birden bire bir kendi kendileri ifadelerinin mekanına dönüştürürlerse, orada herhangi bir şey yaparak, burası politik bir alan halini alır.” Buna uygun şekilde ben de politik alan halini alamayacak herhangi bir mekan olduğunu düşünmüyorum ben. Sosyal medya da elbette ki, politik bir mekan, sadece bu politik mekanlaşmanın nasıl kullanıldığı üstüne bir mesele var.

Konuşmanızda tarihin 20. yüzyıl içerisinde belirli sekmelere uğradığından ve tabiri caizse basamak atlayamadığından bahsetmiştiniz. Örneğin, Auschwitz. Peki bunun tarihin kronolojik devamlılığıyla nasıl bir çatışma içinde olduğundan bahsedebiliriz?

Auschwitz ya da Babi Yar gibi olaylar, tarihin devam edemeyişinden çok, tarih kaydı içinde açılmış derin yaralar benim gözümde. Tarih basamaklarında bir sonraki sentezin tezi olarak yer almaları, bir sonraki senteze Hegelci anlamda yükseltilmeleri mümkün değil. Tragedya’da olduğu gibi açılan bir aradan, aralıktan söz ediyor Lacoue-Labarthe gibi felsefeciler. Hiçbir dil tarafından soğurulamayan bir dehşet. Bu dehşetin tanıklığı yok aslında. Sözün bittiği yer. Bu açıkların/araların aslında yol açtığı dehşet arşivleştirilemeyeceği için an-arşiv demeyi tercih ediyorum. Nasıl bir bardağı bardak yapan, suyu taşıyan içindeki boşluksa; Auschwitz paradigmasının içindeki dehşetin boşluğuyla arşivi arşiv yapan şey olduğunu düşünüyorum ben.

Bir şeyin arşivlenmesi sizce toplumsal ve bireysel düzeydeki tepkilerde bir duyarsızlaşmaya yol açar mı?

Arşivin asıl özelliği, zaten bilgiyi tekelinde tutması ve onun halkla ne kadar, ne açıdan ve ne şekilde paylaşılacağına karar vermesi. Bilginin istikameti, iktidara olan bağlılığı üstünden de, arşivin elinde. Bu yüzden de arşivin sahip olduğu bilginin sizin elinizde olması, direkt olarak iktidara karşı gelmeniz demek oluyor. Tarih içinde buna dair birçok örnek var. Arşivin bilgisi arşivindir ve insanın buna ulaşması, bunun halkla iktidar kontrolü olmadan paylaşılması bir saldırı oluyor arşive karşı.

Çıkacak olan kitabınızdan konuşurken, cemaatlerden ve kalenderi dervişlerinin onlardan kendini nasıl ayrıştırdığından bahsetmiştiniz. Peki günümüzde, bu cemaatleşme süreçleri kimlik politikaları üstünden bu kadar yoğun bir hal almışken, onların yaptığı gibi kellemizi koltuğumuzun altına almamız, ölmeden ölmemiz mümkün olacak mı sizce?

Ben Gezi gibi Occupy hareketlerinin tam olarak da bu olduğunu düşünüyorum. Ve hatta tam da Kalenderi Dervişleri gibi olduğu için de, onlardan marjinal hareket olarak bahsedildiğini. Günümüzde gerçekten marjinal ve Melamiler gibi toplum tarafından dışlanmayı kabul ederek burada kalmayı göze almış olan insanlar var.