4 yıl önce, “çocuklarımızı rahatlatmak” için uygulanmaya
başlanan TEOG, yine “çocuklarımızı rahatlatmak” için aniden
kaldırıldı. Bir kısım veli delirdi, bir kısım veli ne diyeceğini
bilemedi, durumlar hızla değerlendirildi, öğrenciler ve öğretmenler
bekledi, bekledi ama TEOG yerine, ne yapılacağı ve nasıl yapılacağı
(hâlâ) tam olarak söylenmedi. Onun yerine, üniversite sınavının da
külliyen değişeceği bildirildi.
Evet, eğitim sistemimiz “elmastan daha değerli”ydi ama hiçbir
şey, elmas parlaklığında değildi. Belirsizdi...
Belirsizlik, insanı her zaman rahatsız eder. Bu insan,
ergenliğin göbeğinde oturan (zaten bu aralar her şeyden ve
herkesten olabildiğince rahatsız) bir insansa, daha beter. Bu
insan, ergenliğin göbeğinde oturan o rahatsız insanın annesi ya da
babasıysa, daha da beter.
Belirsizlik, hiçbir zaman tek başına gelmiyor bir de. Yanında
korkular, sancılar, endişeler, uykusuz geceler, sivilceler filan da
getiriyor. Pis bir şey yani. Tek iyi tarafı, “Belki sonunda güzel
bir şey olur” umudu. İçine girilen karanlık tünelin ucundaki ışık
ihtimali.
İşte tam bu noktada, “sosyal medya ışık söndürme timi” devreye
giriyor.
Türkiye’de ne zaman üzücü, belirsiz, kötü bir şey olsa, bunlar
hemen harekete geçiyor. İnsanı daha da sinirlendirmekten başka bir
işe yaramayan yorumlar, bunalım körüklemeler, “Bir arkadaşımın
arkadaşının arkadaşı demiş ki...” diye başlayan, yalan yanlış
cümleler, anlamsızca gaza getirmeler, kaynağı belirsiz bilgiler,
gerçekliği doğrulanmamış haberler başlıyor.
Kötü olanı, daha kötü hale getirme yarışması gibi. Hiçbir şey
yapmadan, bir sürü şey yapıyorlar.
Hazır eğitim sistemi konusunda hepimiz iyice bunalıma girmişken,
bu infialden yararlanmamaları da beklenemezdi. Zemin müsaitti.
Karınlar yumuşakken, hemen işe girişmek lazımdı.
Sosyal medyada “Gençlik nereye gidiyor?” konseptli videolar
dolaşmaya başladı. Bazıları çok eski, bazıları yeni. Hepsinin ana
fikri aynı: Gençler eğitimsiz, bilinçsiz, kültürsüz, cahil, kayıp.
Baksanıza, hiçbir şey bilmiyorlar. Dünyadan haberleri yok. Bu
saatten sonra, bunlardan hiçbir şey olmaz artık. Ne biçim(siz)
gençlik bu böyle değil mi? Evet. Lanet olsun!
Bir videoda, gençlerle sokak röportajı yapılmış mesela. “Bize
evlilik programı sunan üç isim söyler misiniz?” diye soruluyor.
Gençlerin hepsi de çatır çatır sayıyor. Hiç teklemeden: Esra Erol,
Zühal Topal, Seda Sayan.
Sonra ikinci soru geliyor: “Dünya klasiklerinden üç kitap söyler
misiniz?”
Söyleyemiyorlar.
Bir tanesi, “Söyleyemem, don’t yani...” diyor. Diğeri “Anna
Karenina 1, Anna Karenina 2, Anna Karenina 3” diyor. Sakız çiğneyen
bir arkadaş, “Pek kitap okumayı sevmem ama Dostoyevski yazarları
filan var” diyor. Başka bir tanesi, “Kitap okumadığım için
bilmiyorum ya” diyor. Videodaki son gencimiz “Söyleyemem,
bilmiyorum. Bilmiyorum!” diyor gülerek. (Toplam beş tane genç
insan.)
Video, sosyal medyada izlenme ve paylaşılma rekoru kırmış.
Haberlerde bile çıkmış. Bir sürü (ama gerçekten bir sürü) yorum
var. Yorumlardan birkaç örneğe bakalım:
- Süslü bir boş poşetten farkı yok bu gençlerin.
- Son 15 yılda yetiştirdikleri gençlik bu işte!
- Üç dünya klasiğini siz söyleyebilir misiniz, sayın
putperestler?
- Alın işte! Geldiğimiz nokta bu. Artık geri dönülmez.
- Allah kahretsin, eğitimi ne hale getirdiler! Her şey gibi,
eğitim sistemi de bitti.
- Bunlar bizim değil, sizin gençleriniz! Pislikler!
- Böyle gençler yetiştirmek işlerine geliyor, hiçbir şey
öğrenmesin, bilmesin, sadece evlilik programlarını ezberlesinler.
İstedikleri de bu: Koyun sürüsü. Çünkü yönetmesi kolay.
- Yazık, çok yazık. Gençlik bu halde, eğitim bu halde!
- Ülkenin geleceği, böyle kof beyinlilere emanet.
Yorumların geri kalanı, konuşan bu beş gencin aksanıyla ve
kıyafetleriyle dalga geçenler, iğrenenler, utananlar, nefretlere
sığmayıp taşanlar ve birbirinden yaratıcı küfürler sıralayanlardan
oluşuyor.
Üşenmedim, videonun orijinalini aradım, buldum. Orijinali daha
uzun. Evet, bu beş genç var ama onlara ek olarak, değişik kitap
isimleri sıralayanlar, hiç evlilik programı izlemediğini
söyleyenler, evlilik programı sunucusu sayamayan ama üç dünya
klasiğini şıp diye sayanlar da var.
İlginç değil mi? Değil tabii ki. İlginç olan, öbürü. Bu hali
işimize yaramaz, işimize gelmez.
Bu hali, yeterince gaza getirici, moral bozucu, nefret
doldurucu, umut söndürücü değil çünkü. Ajitasyona ve saldırganlığa
çanak tutmaya, bizi nefret çatısının altında birleştirmeye, topluca
bir kara duman olup tüttürmeye elverişli değil.
Öbürü güzel.
Beş tane gencin konuştuğu, kısacık bir videoyla memleket
gençliğinin durumunu analiz etmek, hızla genellemeler yapmak,
dünyayı iyice karartmak ve çok üzülmek güzel. Kaynağını ya da
gerçekliğini hiç sorgulamadan, zavallı bir videoyla “biz” ve “siz”
olarak ikiye ayrılmak güzel. İçimizdeki nefret canavarını hemen
serbest bırakmak, sosyal medyanın uçsuz bucaksız çayırlarına salmak
güzel. Onun keskin dişleriyle, ağzından salyalar akıta akıta,
hırlaya hırlaya dolanmasına izin vermek güzel.
Beş tane gencin konuştuğu, montajlandığı her halinden belli,
insanlar atlasın, gaza gelsin, çılgınca paylaşsın diye hazırlanmış
bir videoyla bütün gençlerden, eğitim sisteminden, hayattan nefret
edilir mi yahu? Milyonlarca gencin arasından “seçilmiş” beş
tanesine bakarak...
Bu kadar kolay mı yani?
O zaman hazır olun... Ben de başka beş gençle yaptığım sokak
röportajlarından bir video hazırlayacağım. Videomda yine aynı
sorular olacak.
Gençlerden biri diyecek ki, “Evlilik programlarının, toplumsal
cinsiyet eşitsizliğinin ve şiddetin yeniden üretildiği bir alan
olduğu yadsınamaz. Bu bağlamda, o programların sunucularını çok
acımasız ve vicdansız buluyorum.” (Konuşurken, yanlışlıkla
çantasını düşürecek ve çantadan yere kitaplar saçılacak. Dünya
klasiklerinden ekonomi kitaplarına, romanlardan biyografilere,
onlarca kitap.)
O kitaplarını toplarken, başka bir gence yaklaşacağız. “Evlilik
programı nedir bilmiyorum ama dünya klasikleri dediniz de... Siz de
Dostoyevski’nin Hegel’den fazlasıyla etkilendiğini düşünüyor
musunuz?” diye soracak. Yanındaki arkadaşı, bu soruya cevap verecek
ve çatır çatır felsefe tartışmaya başlayacaklar.
Başka bir genç, seçim yapamadığı için, bir çırpıda 27 tane dünya
klasiği sayacak. Son gencimiz de, küreselleşme sürecinde kitle
iletişim araçlarının rolünden, bilginin evrenselleşmesinden,
modernizmden, kuramlardan bahsedecek.
Video burada bitecek. Sonra her türlü reklam ve “paylaşım
rekoru” hilelerini kullanarak, bu videoyu sosyal medyada çılgınca
yayacağım.
İzlediğinizde, fikriniz hemen değişecek mi? Böyle tatlı bir
serinlik, hoş bir rahatlama mı çökecek üzerinize? Bütün gençler
birden tatlılaşacak mı? Gelecek kaygınız, eğitim sisteminden
duyduğunuz rahatsızlık bitecek mi? Her şey düzelecek mi? Deli
misiniz yahu?
Birileri, sizi iyice bunalıma sokan, ışığınızı söndüren,
dolduruşa getiren videolardan, haberlerden, fotoğraflardan nefis
paralar ve popülerlikler kazanırken, siz gözyaşlarınızın içinde
boğuluyorsunuz. Sonra da bulduğunuz her kaşık suda, başkalarını
boğuyorsunuz.
Hayatın kendisi, yeterince montajlı zaten bu aralar. Videolara
ihtiyaç yok. Lanet okumaktan başka hiçbir şey okumadan, sormadan,
düşünmeden, her şeye inanarak, enerjiyi boşa harcayarak, karalar
bağlayarak, sabahtan akşama ağlayarak, bir o yana, bir bu yana
savrularak günler geçiyor.
Günler geçiyor ve eğitim sistemi düzelmiyor.