İlk çıktığı yıllarda dünyanın demokratikleşmesine hizmet edeceği düşünülen sosyal medya, giderek hükümetlerin muhalifleri bastırmak için kullandığı bir silaha dönüşüyor. Buna ilişkin standart eleştiri her ne kadar kemikleşmiş kanaatler nedeniyle daha çok Çin, Rusya gibi geleneksel otoriter yönetimlere yönelik olsa da Türkiye’nin adı da bu tür baskıcı ülkelerle birlikte anılmaya başlandı.
Sadece bu bile Türkiye’nin dünyada artık otoriter devlet olarak görüldüğünün en önemli kanıtı. Siz istediğiniz kadar hariçten gazel okuyun, biz şöyle demokratız böyle reformcuyuz falan deyin, bu argümanlara artık alıcı bulamazsınız.
Diğer ülkeler hiç olmazsa öteden beri otoriterdi, kuruldukları günden beri belki de hiç demokratik deneyim yaşamadılar. Oysa Türkiye demokratik deneyimi olan bir ülke ve artık adı Kuzey Kore ve Çin’le birlikte anılıyor.
Şu da eklenmeli, söz konusu ülkeler ABD ve küresel güçlerle kâh rekabete kâh çatışmaya giren, ABD’nin mevcut konumuyla ilgili yapısal ve sistematik itirazları olan ülkeler. Mevcut küresel hegemonya ile kendi inandıkları ideoloji ya da değerler doğrultusunda mücadele ediyorlar.
Seversiniz sevmezsiniz, Çin, İran, Venezuela, Rusya, G. Kore gibi ülkelerin küresel sisteme ilişkin duruşları gayet net olarak biliniyor. Türkiye’nin ABD ile inişli çıkışlı bir ilişkisi olsa da ABD karşıtlığı gibi bir derdi olmadığı gibi küresel güçlere ilişkin yapısal ya da köklü bir itirazı yok.
Hükümete yakın çevreler bölgesel projelerine ABD’nin neden yeteri kadar destek vermediğini sorguluyor, hükümetin giderek otoriterleşen politikalarına ilişkin eleştirilere içerliyorlar. Bizimkilerin bütün anti-emperyalistlikleri de algıdan ibaret.
Türkiye’nin adı bir taraftan Rusya ve Çin’le birlikte anılırken diğer taraftan da otoriterliğini rantiyer bir temele oturtmuş, özellikle sosyal medyada agresif tutum takınan Körfez ülkeleriyle aynı kategoride değerlendiriliyor. Elbette taraflar arasında sosyal medyada gerçekleşen bu savaşın BAE ve S. Arabistan’la husumete doğru evrilen ilişkisinin büyük payı var. Bu iki ülke Afrika ve Ortadoğu’ya ilişkin projelerinin önünde Müslüman Kardeşleri önemli bir engel olarak görüyor, dolayısıyla projelerini hayata geçirmenin tek yolu onlara göre bu hareketi destekleyen Katar ve Türkiye yönetimlerinin nüfuzunun azaltılmasından geçiyor.
Bu noktada her iki tarafın hem içeride hem de dışarıdaki operasyonlarına sosyal medya operasyonları eşlik ediyor. Örneğin BAE Libya’da ilk sosyal medya operasyonlarına Hafter’in 2014’te ortaya çıkmasıyla birlikte başladı.
Artık sosyal medya, gerek içeride gerekse dışarıda kamuoyunu ikna edemeyen bir askeri operasyonun başarısızlığa mahkûm olduğunu düşünen ülkeler için oldukça verimli bir algı operasyonları sahasına dönüşmüş durumda.
İşin garip tarafı Türkiye gibi sürekli algı operasyonu, üst akıl vs. gibi sözcükleri dolaşıma sokan ve bundan şikâyetçi olan ülkelerin tıpkı eleştirdiği düşmanları gibi davranmakta herhangi bir sakınca görmemesi.
Arap isyanlarının Ortadoğu ülkelerini kasıp kavurduğu 2010-2015 yılları arasında sosyal medyanın gücünün ve onun politik amaçlar doğrultusunda kullanılabilme potansiyelinin ilk fark edildiği yıllar oldu.
Başarıya ulaşan isyanlarda sosyal medyanın gücünün ne kadar etkili olduğuna ilişkin akademik makaleler yazıldı, araştırmalar yapıldı. İsyan hareketleri bu kadar yoğun bir dinamizm gösterirken peki otoriter yönetimler boş durdu mu? Elbette hayır.
Karşı devrimci diye tarif edebileceğimiz, S. Arabistan ve BAE’nin başı çektiği yönetimler, Ortadoğu’da isyanların yayılmaması ve ucunun kendilerine dokunmaması için farklı taktiklere başvurdular.
Söz konusu ülkeler dini hareketler ve ulema sınıfı üzerindeki nüfuzları sayesinde sokağa çıkmanın haram olduğu, hükümetler zalim de olsa onlara başkaldırmanın caiz olduğuna olmadığına ilişkin fetvalar yayımlattılar. Süreç içerisinde sosyal medya da bu psikolojik savaşın bir alanı haline geldi.
Sosyal medyanın bir silaha dönüştürülmesi, zaten otoriter olan ülkelerde içerideki kutuplaşmayı artırırken otoriterliğe ilişkin çarpan etkisi yapması, sosyal medya şirketlerini önlemler almaya itiyor.
Ancak başta mavi tik uygulaması başta olmak üzere Twitter’ın aldığı önlemlerin yetersizlikler tartışılırken kamuoyunda ekstra önlemler üzerinde duruluyor.
Bu kapsamda Twitter, kamuoyunu ilgilendiren özellikle de devlet görevlilerine ait hesapların açıklamalarının gerçekleri yansıtıp yansıtmadığına ilişkin ‘teyit’ ibaresini koymaya başladı.
Hatta Santa Clara Üniversitesinde Hukuk Profesörü olan David L. Sloss, yayınladığı bir makalede otoriter olduğu düşünülen ülkelerde atılan tweetlerin altına ‘bu paylaşım, otoriter bir ülkeden yapılmıştır’ şeklinde bir ibarenin konulmasını önerdi.
Sloss, ABD hükümetinin tüm ülkeleri demokratik devletler, otoriter devletler ve ne otoriter ne de demokratik devletler şeklinde üç gruba ayırmasını öneriyor.
Önerisinde demokratik devletlerin vatandaşları ve vatandaşları sosyal medyada sınırsız serbest konuşma yapmaya devam etmesi buna karşın otoriter devlet temsilcilerinin ABD merkezli sosyal medya platformlarında konuşmalarının yasaklanması yer alıyor. Ancak otoriterlik sorununu rehabilite etmeyi amaçlayan bu önlemlerin Twitter’ın kendisini de Amerikan tarzı bir tür otoriter mecraya dönüştürme riski de her zaman var.