Sosyalistler için seçim, doğrularımız ve yanlışlarımız

Öteden beri sosyalistlerin savunduğu demokrasi artık tükenme aşamasına geldi. Bunu biliyoruz. Bu yerel seçimleri de kaybedersek seçimler artık Siyasal İslamcı despotların elinde oyuna dönüşebilir.

Abone ol

Gerilim arttıkça daha iyi anlıyoruz ki bu seçim de neredeyse Mayıs Seçimleri kadar önemli. Bu seçimin bir yerel seçimin ötesine geçen anlamının herhalde en çok sosyalistler farkında. Biz her şeyden önce toplumun önemli bir kesiminin Mayıs Seçimlerinden sonra içine düştüğü umutsuzluğu kırmaya çalışıyoruz. Tek adam rejiminin despot iktidarının ülkenin atardamarlarının belediye başkanlıklarını kazanmasına engel olmak, toplumun aslında yarıdan çoğunluğunun yaşadığı titreşimleri durdurmayı sağlayabilir. Hayatımıza sükûnet kazandıramazsak, yani bu seçimleri yalanın ve riyanın iktidarı kazanırsa, toplumun kalbindeki titreşimler krize neden olabilir.

Sosyalistler önceki tarihlerinde (70’ler tarihimizin dönemlerinden biridir, ondan öncekinin yanı sıra) genel seçime ucundan katılırken yerel seçimleri pek göz önünde tutmazdı. Dolayısıyla ülkenin genel ve zaman zaman derinleşen siyasal hayatının gerçek anlamda içinde değil, kendimiz için yarattığımız alanlar içinde yaşıyor ve savaşıyorduk.

Bugün öyle kalamayız. Hem aradan geçen zaman bizim dışımızdaki hayatı neredeyse topyekûn değiştirdi, sözgelimi 1970’lerin Türkiye'si artık bugün çok uzakta, adeta bir masal ülkesi gibi. Hem de parti ve mücadele anlayışımızda elbette değişiklikler oldu. Olumlu ve doğru değişiklikler. Önceki tarihimizde sosyalist bir kitle partisinin ne ve nasıl olduğunu tartışmamıştık. Oysa bugün hem partimizin kitleselleşmesinden başka bir seçenek olmadığını düşünüyoruz hem de öte yandan kendimizi kozamıza kapatmak yerine sınıfın içinde örgütlenmeyi öne çıkarıp bütün halk kesimlerinin ilgisini, sempatisini, desteğini kazanmaya çalışıyoruz. Bunun için de ülkenin muhalefette olduğu düşünülen yarısı içinde kalmayı kabul etmeyip öteki yarısını da kazanmayı amaçlıyoruz.

Bir sosyalist parti bu amacı önüne koymuyorsa, gene aynı geçmişteki gibi, kendi dar, militan dünyasına kısılıp kalabilir, bundan hoşnut olabilir. Ne kadar daralırsa sorunlardan da kendisini o kadar soyutlayabilir. Geçmişimizde hem kendi korunaklı partilerimiz içinde yaşadık hem de halk kitleleriyle kalıcı ilişkiler kurma becerimizi, dilimizi yeterince geliştiremedik. Kendi saflığımızı koruma çabasının bizi nasıl yalnız bıraktığını 12 Eylül’ün hemen ertesi günü gördük.

SEÇİMLER VE ÖNEMİ

Seçimler işte bunun için önemli. Yerel seçimlerin, genel seçimlere göre ayrıca halkla mahalle mahalle, sokak sokak doğrudan ilişki kurma fırsatları var. Ki sosyalistler bugün artık bunu gerçekten önemsiyor. Yalnızca Türkiye İşçi Partisi’nin 68 il sınırlarında, 711 bölgede seçime girip yaklaşık 3000 belediye meclisi adayı göstermiş olması, sosyalist hareket için başlı başına önemli olduğu gibi, öteki sosyalist partilerin gösterdiği adaylarla birlikte, ilk kez bu düzeyde bir seçim dönemi yaşıyoruz.

Türkiye İşçi Partisi kendisini bu ülkenin siyasal hayatında önemli roller oynayabilecek bir parti olarak görüyor. Bu onun hem hakkı hem de görevi sayılmalı. Sosyalistlerin olmadığı siyasal hayatı yaşamayı sürdürmek ve bunu böylece kabullenmek kendini aslında sınıfın, halkın, sosyalist mücadelenin dışına sürmektir. Sonunda Mayıs Seçimlerinde, yalnızca ülkenin neredeyse üçte ikisinde TİP’in aldığı bir milyon oy ve kendi çabasıyla kazanılmış dört milletvekili, sosyalist hareket için düpedüz önemli ve unutulmayacak bir sonuçtu. Bu sonucun öteki sosyalist partileri olumlu etkilediği yadsınabilir mi…

Öte yandan denir ya, seçimler demokrasi için iyi bir şey olsaydı, yapılmazdı zaten, demokrasi seçim yalanına dayalı bir afyon olmaktan başka bir anlam taşıyamıyor.

Bunu madalyonun bir yüzüne yazabiliriz. Seçim her yerde olduğu gibi bu ülkede de öteden beri doğrudan demokrasinin hem de önemli bir biçimi gibi sunulmuş ama denebilir ki her seçimden sonra da bunun sahteliği görülmüş. Kaldı ki sosyalistler seçimlerin iktidarı ele geçiren güçler tarafından sık sık hileyle yönlendirildiğini de bilir. Gene de bir gözcü, denetçi olarak ve halkın sesini sözünü taşımak için parlamentoda bulunmayı da önemserler. Orada öteki düzen partilerinin davrandığı gibi davranmazlar, bağımsızlıklarını korur, kavga eder, bazen içerde halkın ve işçi sınıfının sözcüsü olur, bazen protesto edip dışında kalır, bazen yapmaya, bazen yaptırmamaya çalışırlar. Bu da madalyonun öbür yüzündeki gerçeğimiz. Bunun en yakın deneyimi de 2018-2023 döneminde, Türkiye İşçi Partisi’nin dört milletvekilinin Meclis’i sarsan muhalefetiyle yaşandı ve o deneyimin de öteki sosyalist partileri olumlu etkilediği kuşkusuz.

Sosyalistler işçi sınıfını ve bütün halk kesimlerini parlamentoda sözcüsüz bırakmayı düşünmez. Nitekim Latin Amerika’da pek çok ülkede seçimlerle zincirleme değişimler oldu ve sol, sosyalist partiler ve oluşumlar seçimleri kazanarak bağımsız politikalar geliştirmeye ve yoksulların hayatını iyileştiren yeni demokrasiler aramaya başladı.

Öteden beri en başta sosyalistlerin savunduğu demokrasi artık tükenme aşamasına geldi. Bunu biliyoruz. Bu yerel seçimleri de kaybedersek öyle görülüyor ki bu ülkede seçimler artık Siyasal İslamcı despotların elinde oyuna dönüşebilir ve bildiğimiz demokrasi de iflas edebilir. Sosyalistler bu olmadan da artık eski tip demokrasinin çürüdüğünü anlatıp onun yerine yepyeni bir demokrasi tasavvuru ortaya koymak için geç kalmamalı. Ve şunu da biliyoruz ki o yeni demokrasi, onu adım adım hayata geçirme gücü ve sınıfın içinde örgütlülüğü olan bir parti ve muhalefet ittifakı tarafından kazanılacaktır.

TİP DENEYİMİ

Özellikle Türkiye İşçi Partisi’nin kendini bir özne olarak ortaya koyma çabasının çok yönlülüğü kendisi dışında, hatta içinde bile yeterince anlaşılmamış olabilir. Önceliğini kitleselleşmeye veren TİP, sosyalist bir kitle partisi yaratma çabasında kendini her zaman güven içinde görmüyor, göremez de. Hem sosyalist hareket bir kitle partisi olma deneyimini daha önce yaşamadığı için hem de kitleselleşirken attığı her adımı sağlama alacak kadrolarının bugün kaçınılmaz olarak yeterli olmaması yüzünden, bazen tökezleyebilir, bazen görünmeyen, bazen de ânında milyonların gözü önüne gelen yanlışlar yapabilir. Yanlışlar yapılır, Parti bazen tökezleyebilir, neden olmasın.

İçinde seçimlerin ara duraklar olarak yaşandığı uzun, çok uzun mücadele sürecindeki yanlışlar, gözleri sürekli Parti üstünde olanları adeta refleks olarak çizikler atmaya hazır tutabilir. Bunun varlığını görüyoruz. Bazen de kitleselleşmiş partinin, henüz Parti ve Partililik kültürünü içselleştirememiş üyelerinin takazalarıyla ya da partiyi ânında terk etmeleriyle karşılaşılabilir.

Gökhan Zan’ın adaylığının sonucu da Parti’ye zarar vermiştir. Türkiye İşçi Partisi elbette ve doğru bir kararla Yerel Seçimlerde yalnızca Parti üyelerini aday göstermedi. Bunun tersini yapmak Yerel Seçimlerin anlamına uygun da olmazdı. Dolayısıyla Hatay halkını seçeneksiz bırakmamak için bir aday gösterilecekti. Ben de kişisel olarak bu kararın doğruluğunu bulunduğum yerlerde açıklamıştım. Karar ilke olarak doğruydu. Türkiye İşçi Partisi diyor ki, Hatay’da kendi adayımız da olsun diye düşünmedik, bu yüzden kendine “Hatay İttifakı” adını veren oluşumun önerdiği adayı onayladık. Bu cümlenin ilk yarısındaki doğru, bugün anlaşıldı ki ikinci yarısındaki yanlışa ister istemez yol açmıştır. Bunu baştan görmek gerekmez miydi, elbette gerekirdi. Demek ki –kendi başına alındığında– önemsiz sayılamayacak bir yanlış var ortada. Sonunda ortaya çıkan ve ne yazık ki kimi kesimlerin güvenini sarsan durumdan Hatay halkı zarar gördüğü gibi, belli ki Parti de yara aldı.

Ama bu sonucu TİP’in dışındaki sol ve sosyalist kişilerin ve çevrelerin, hatta kimi Parti üyelerinin adeta ölümcül bir yanlış yapılmış gibi öne çıkarması, ülkenin siyasal hayatındaki yozlaşmayı, bozulmayı göz önünde tutmamak anlamına geldiği gibi, bu sorunların üstesinden elbette geleceğimiz uzun bir mücadele yolunda yüründüğünü de umursamamak demektir. Gökhan Zan yanlışına açık ya da örtük sevinmek ve fırsatçılık yapmak bizim ahlakımızın ve kültürümüzün çok dışına düşmektir. Kaldı ki bu ülkede, yükselen, gitgide kitleler içinde yaygınlaşabileceği görülen bir sosyalist partiye gizli ya da açık operasyonlar yapılabileceği de atlanmamalı.

Bu ülkenin toplumsal kültüründeki felaketi içinde sosyalistler de yanlış yapabilir, gelecekte Gökhan Zan sorununa benzer başka yanlışlar da olacaktır. Yanlış yapmayı hiç düşünmeden adım atmanın olanaksızlığı önümüzdeki uzun yolda kendini her zaman hissettirecektir. Bizim amacımız bu tür bozulmaları değiştirmek, toplumun içine düşürüldüğü yozlaşmayı, çaresizliği de onarmaktır. Sorunsuz bir dünyada, tertemiz bir fanusun içinde yaşamayı hayal edenlerin uzun soluklu mücadeleler içinde varolması bugün artık hiç mümkün değil.

Ursula Le Guin’in sözlerini yaşadıklarımıza uyarlayarak, Bu ülkede sosyalist siyaset de ip cambazlığı gibi oldu, diyorum. Siz havada siyasal hayatın ve kitleselleşmenin inceltilmiş ağı üstünde yürürken aşağıda karanlıkta sizi izlerler. Denge duygunuzdan ve uzun mücadele yolunuzdan başka neye güvenebilirsiniz ki? Kendimize güvenelim, gerilmiş bekleyen yaylardan çıkacak oklara değil, sınıfın anlık sorunlara yüz vermeyen kalıcı duyarlıklarına, amaçlarına ve doğasına güvenelim. Körlemesine ve katı değil, esnek ve kararlılıkla güvenelim.