Sosyalizm dini nasıl modernleştirdi?

Erken dönem sosyalistler, Rönesans’ın aşırılıklarına karşı direnebilmek amacıyla din, bilim ve felsefenin bir “sentezini” oluşturmak için çaba gösterdiler. Aydınlanma ve Fransız Devrimi’ni materyalizm, ateizm ve egoist bireycilik eğilimlerine karşı düzeltmeye ihtiyaç duyduklarını fark ettiler.

Abone ol

Julian Strube*

Günümüzde çoğu insanın gözünde sosyalizm, laik ya da ateist (tanrı tanımaz) bir hayat görüşünü savunur. 1917 Ekim Devrimi’nden beridir sosyalist yönetimler genelde Marksist öğretileri hayata geçirdiler ve din karşıtı tavırlarını sergilemekten çekinmediler. Diğer yandan, farklı bir bakış açısına göre, laik veya din karşıtı sosyalizm istisnai bir görüştür ve dinsel sosyalizm yaygındır. Karl Marx ve Friedrich Engels’in sosyalist ardıllarının büyük çoğunluğu, mantıklı dindarlardı. Bilhassa da Fransa’daki sosyalistler, dini, siyasi görüşleri içerisinde barındırmaktaydılar.

On dokuzuncu yüz yılın ortalarından sonra sosyalistler maneviyatçı ve gizemci yeni dini hareketlerin kurucusu dahi oldular. On dokuzuncu ve yirminci yüz yıllarda sosyalizmin laikliği yayıcı bir odak haline gelmesi bir tesadüftü ve sosyalizmin özüne dair bir özellik değildi. Gerçekte, sosyalistler dinle yaşamsal ve yapıcı bir ilişki geliştirmişlerdi. 1820’lerde, ilk büyük sosyalist hareket olan Fransız Saint-Simoncular, kendilerini “kiliselerinin” elçileri olarak tanıttılar ve “Yeni bir Hristiyanlık” için çağrıda bulundular. Saint-Simoncuları en hareketli sosyalist akım olan Fourierciler takip ederek, “İsa Mesih’in Hristiyanlığına geri dönme” çağrısı yapıyorlardı. 1840’lı yıllarda dönemin önde gelen komünistlerinden Étienne Cabet, komünizmi “İsa Mesih’in gösterdiği gerçek Hristiyanlıkla” özdeşleştirdi. Fransızca “Socialisme” (toplumculuk) terimini icat eden Pierre Leroux, kelimenin anlamını “dinsel demokrasi” ile açıklamıştı. 1843 yılında Engels, Fransız mistisizmi karşısında büyük bir hayranlık duyuyordu; ancak, daha sonra Marksizm etkisi altında şekillenen takipçiler, erken dönem sosyalistlerin inançlarını “sığ bir söylem” veya “çocuksu bir heyecan” diye nitelendirerek reddettiler. Aslında bu doğru değildi. Çoğu erken dönem sosyalisti, toplumu inançsal ve toplumcu ilkeler doğrultusunda tanımlayabilmek için dini referans almıştı.

RÖNESANS SONRASI DİRİLİŞ

Erken dönem sosyalistler, Rönesans’ın (Aydınlanma çağı) aşırılıklarına karşı direnebilmek amacıyla din, bilim ve felsefenin bir “sentezini” oluşturmak için çaba gösterdiler. Aydınlanma ve Fransız Devrimi’ni materyalizm, ateizm ve egoist bireycilik eğilimlerine karşı düzeltmeye ihtiyaç duyduklarını fark ettiler. Saint-Simoncular “siyasi düzen tamamen dini bir yapı olacak” duyurusunda bulundular. Geleceğin ideal toplumunda bir rahip konseyi toplumsal uyumun sürmesini sağlayacaktı. Sosyalizmi “teokrasi” (din temelli yönetim biçimi) ile bir tuttular; zira, teokrasiyi politik ve dini yasaların özdeş olduğu bir devlet yönetim biçimi olarak benimsiyorlardı, dini yasalar da böyleydi ve toplum liderleri “Tanrı” adına konuşurlardı.

Katolikliğin derin köklere sahip örneklerini takip eden sosyalistler “manevi otorite” talebinde bulundular ve Katolik Kilisesi’nin yapısının ardından evrensel birlikteliklerini de kendilerine örnek aldılar. Çağdaş reformist Katolisizmin sınırları, genel olarak neo-Katolik (yeni Katolisizm) hareketinin öncüsü olan rahip Félicité de Lamennais’nin şahsında ciddi biçimde muğlaklaştı ve 1830’ların başlarında bir “Hristiyan sosyalizmine” dönüştü. Lamennais’nin insanları etkileyen yazıları, “gerçek Hristiyanlığı” dünyada gerçekleştirmek isteyen sosyalist fikriyatı da harekete geçirdi.

Fransa’da 1848 yılında yaşanan Şubat Devrimi, dünyada Tanrı’nın sosyalist krallığını hayata geçirmek noktasında başarısızlığa uğradı. 1851’de yaşanan Louis-Napoléon darbesi, İkinci Cumhuriyet’in ölümü anlamına geliyordu ve ardından sosyalist faaliyetler yasaklandı. Bu şartlar altında spiritüalizmin (maneviyat hareketi) ortaya çıkışı büyük bir heyecan dalgasına neden oldu. Spiritüalizm, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1848 yılında Fox soyadlı kız kardeşlerin, ölülerin ruhlarıyla “temas” adı verilen sözde görüşmeler yaptıklarını iddia ettikleri dönemde ortaya çıkmıştı. 1853’ten sonraysa benzer hikâyeler Fransa ve Almanya’da da heyecan yaratmıştı. Sosyalistler, özellikle Fourierciler, spiritüalizmi memnuniyetle benimsediler; bu akım kısmen ABD sosyalizminden etkilenerek ortaya çıkmıştı ve teorileri evrensel uyum ve çekim merkezleriyle, doğal güçleri ve sosyalizme meyilli spiritüel yenilenme fikirlerini bir çatı altında birleştirmekteydi. 1850’lerde sosyalist mücadeleden gelen birçok önder spiritüalizm akımına katıldı.

TARAFTARLAR, KARŞITLAR VE CONSTANT RADİKALİZMİ

Aynı zamanda, sosyalizm dalgasının geleceği hakkında şiddetli tartışmalar yaşanıyordu. Temmuz Monarşisi** temelinde sosyalizmi revize etmek için yapılan başlatılan bir girişim olan “Revue Philosophique et Religieuse” (Felsefe ve İnanç Dergisi) hareketi, kıdemli sosyalistler ve eleştirmenleri arasındaki anlaşmazlığın iyi bir örneğiydi. Eleştirmen kesim içerisinde sosyalist Siyonist Musa Hess de bulunuyordu. Saflar belirlenmişti: Editoryal iddialara karşı öfkeyle yazılan bir mektupta, “bilimsel” Alman sosyalizmi bir gelecek umudu taşırken, Fransa’daki sosyalizmin başarısızlığının “teozofik sosyalizm” (tanrısal bir damardan beslenen sosyalizm) yöneliminden kaynaklandığı yazılıydı.

1840’larda aşırı radikal düşünceleri sebebiyle ün kazanan bir papaz olan Alphonse-Louis Constant, mistik açıdan alışılmamış eğilimlere sahip bir sosyalistti. 1810 yılında Fransa’da doğmuştu. Din temelli hayatı terk etti ve Romantik (devrimci bir niteliğe sahip Romantizm akımını başlatan ve sürdüren) sanatçılar ve sosyalistlerin dünyasına katıldı. Constant, Lamennais’den dersler aldı ve neo-Katolik komünizm fikrini ilan etti. Tıpkı Saint-Simoncular ve Fourierciler gibi sadece yetkin bir seçkinler grubunun barışçıl bir devrim gerçekleştirebileceğini öne sürdü.

Bahsi geçen dergide yayınlanan yazılarında Constant, gerçek sosyalizme ulaşmanın yolunu bildiğini ifade ediyordu: Kabala*** ve büyü öğretileri. Çağdaşları sonraki kuşaklara göre daha az şaşırmıştı: Sosyalist tarih yazmaları (hem eleştirel açıdan, hem de kendini referans veren) sosyalistleri, gizemcilere, teozoficilere (öte dünyayla doğrudan bağlantıya geçerek tanrıyla iletişim kurulabileceğini iddia eden gizemci bir öğretinin taraftarları), Kabalacılara, büyücülere, Katharlara ya da Tapınak Şövalyelerine ve eski Gnostiklere dek uzanan, (dinsel açıdan) “sapkın” bir geleneğin mirasçıları olarak görüyordu. Constant, bu geleneğin asıl dinin ve dolayısıyla gerçek sosyalizmin temsilcisi olduğunu; fakat bilgeliği yozlaşmadan kurtarmak için şifrelenmiş bir şekilde dile getirildiğini ifade etti. Bu gizemci geleneğin şifrelerini çözmek, tüm insanlığın da kurtuluşu anlamına gelecekti.

“BÜYÜ, İNSANLIĞI KURTARABİLİR”

Makalelerine paralel biçimde, Constant modern okültizmin kurucusu olarak ün kazanacak bir takma ad kullanmaya başladı: Eliphas Lévi. 1854’te okült (karanlık sanatlar hakkındaki) eseri “Dogme et rituel de la haute magie”nin (Yüksek Büyü Öğretisi ve Ayinler) ilk bölümlerini yazdı. Constant bu ve daha sonraki eserlerinde, okültizmi yaymayı amaçlayan ilk yazardı. Amacıysa, insanları kurtarmak için çalışacak müritlerin ve seçkin papaz grubunun yaratılmasıydı ve neticesinde Tanrı’yla evrensel bir ilişki kurarak herkesin eşit olduğu bir dünyaya ulaşmaktı. Constant’ın çağdaş sosyalist teorileri temel alarak geliştirdiği büyü “evrensel bilimi”, merkezi bir rol oynayacaktı. Bu olgu, insan gelişiminin devrimci yürüyüşünün nihai aşamasını oluşturarak, kusursuz bir toplumsal düzenin temellerini atacak olan bilim ve dinin son sentezini oluşturacaktı.

Büyü dili, bir sosyalist olan Constant’ın düşüncelerinin üzerini örtmemeli. Kimi zaman bilge kişiler, Constant’ın manevi otorite, teokratik (tanrısal) hiyerarşi ve “cahil kitlelerin kademeli eğitimlerine” ilişkin çağrısını tepkisel bir siyasi dönüş olarak değerlendiriyorlardı. Gerçekteyse bunlar kilisenin ilham kaynağı olduğu sosyalist öğretilerdi. 19. yüz yılın ikinci yarısından bu yana (fiziksel dünyayı temel alan) materyalist ve ateist sosyalizm çeşitlerinin öne çıkması sebebiyle, din ile sosyalizm arasındaki ilişki bazı temel bağlamlar da çarpıtılmıştı. Sadece din birçok insanı sosyalizme yönlendirmekle kalmadı; spiritüalizm ve okültizmle beraber, sosyalizm de modern din anlayışına kalıcı katkılarda bulunmuştu.

*Julian Strube, Heidelberg Üniversitesi Dini Araştırmalar bölümünde doktora sahibi araştırma görevlisidir. Özellikle Avrupa ve Hindistan’da ezoterizm bağlamında din ve siyaset arasındaki ilişki üzerine çalışmaktadır.

**Temmuz Monarşisi, Fransa’da 1830 yılında yaşanan Temmuz Devrimi sonrasında, 10. Charles’ın yönetimden indirilerek yerine Louis-Philippe’in tahta geçirilmesiyle başlayan döneme verilen isimdir.

***Kabala, Mısır’dan Antik Filistin’e göç eden Yahudilerce Antik Mısır’dan devralınan, evrenin ve yaşamın işleyiş biçimlerini açığa çıkardığı öne sürülen gizemci ve kadim bir inanıştır.

Yazının aslı aeon sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)