Ciddi Ciddi Sosyalizm'in en hoş bölümlerinden biri, 2050’lerin sosyalizminin hayal edildiği sayfalar. Okur, bir hayale davet ediliyor. Kapitalizmin sonunu hayal etmeye. Ardından, muhtemel zorluklar, orta sınıfın yaşadığı çaresizlik hissi, yaşam boyu maruz kaldığımız ve bizleri hareketsizleştiren endoktrinasyon, bunu aşma ihtimal ve yolları, yeni düşünme biçimlerine davet..
Ne yaşıyoruz? Tarihin hangi aşamasındayız? Milyonlarca yıllık
bir hikâyede bir kum tanesiyiz ve kendimizi, başımıza gelen her
şeyi nasıl da önemsiyoruz. Homo Sapiens’in tarihi. Devletin,
yaklaşık beş bin yıllık geçmişi. Modern devlet daha da genç.
Burjuvazi dediğimiz beş altı asırlık bir tarihe sahip. İşçi sınıfı
henüz çocuk sayılır. İnsanlık serüveninin hayli genç kavramları,
olguları, kurumları bunlar. Tabii, Bilişim Devrimi öyle hızlandırdı
ki gelişmeleri, hepimiz şaşkınlık içindeyiz. Büyüdüğümüz evlerde
telefon yoktu, şimdi bütün dünya cebimizde. Akıl almaz ve o ölçüde
ürkütücü bir hız.
Ve baş döndürücü gelişmenin yaşandığı küremizde, yüzyıllar
öncesinin barbarlıkları tekrar ediyor. 16'ncı yüzyılın Avrupası’nda
Katolikler Protestanları nasıl katlettiyse, bugün de bir yerlerde
inançları nedeniyle aynı şekilde yok ediliyor insanlar. Yapay zeka
geliştiren ve Mars’a keşif aracı gönderebilen bir uygarlık düzeyi,
kendisine olabilecek en ilkel insan formlarından birini lider
seçebiliyor. Batı ülkelerinin, tüm temsili demokrasilerin krizini
izliyoruz kendi krizlerimizin yanında. Bir yanda demokrasilerin
kalbinde, diğer yanda bize ‘uzak’ ülkelerde yüzbinlerce insan
sokaklarda. 16 yaşında bir kız çocuğunun önayak olduğu iklim
protestoları milyonlarca insanı meydanlarda topladı. Dünya
yurttaşları, bilim insanlarının ‘yok oluyoruz’ uyarılarını
görmezden gelemiyor artık. “Dünya yurttaşlığı” kavramını
kullanmakta ısrarcı olmanın zamanı geldi sanırım.
Ne olacak? Nereye evrilecek yaşamımız? Barbarlık yıllarına mı
koşuyoruz, yoksa halklar gereğini yapıp bu berbat
ekonomik-toplumsal-kültürel sistemin sonunu getirecek mi? Marx
giderek popülerleşiyor. Neo-liberalizmin vahşiliği karşısında
sosyalizm kavramı çok daha sık işitilir oldu. Kapitalizmin bir
kadermişçesine pazarlanması için devletlerin tüm güç ve araçlarıyla
harcadığı çaba, artık ikna edici olmaktan uzak. iPhone satın
alabilme ‘özgürlüğü,’ milyarlarca yoksulu ilanihaye
oyalayamıyor!
ABD’li aktivist, mizahçı, Socialist Worker editörü Danny Katch,
Ciddi Ciddi Sosyalizm adlı eserinde (2019, Yordam Kitap, Çev. Cemre
Şenesen) çok kısa ve doğru bir yanıt veriyor, sosyalizmi yerenlere:
“Kapitalizm kötü bir fikir.”
Öyle ya, sosyalizm sözcüğü işitildiğinde düşman olmayanların
dahi garip, tutarsız, çocuksu sayılabilecek itirazları başlar:
Uygulamada işlemiyor... İşlemez, çünkü insanlar çok açgözlü.. Para
ve iktidar sahipleri sosyalizme izin vermez...
Yazara göre bu itirazlar ve tereddütler, “aslında iyi fikir”
kabulünü takip eder. Ezcümle, fikir kulağa hoş gelir gelmesine de,
itirazlar klişe ve sıkıcıdır. Yazar bu nedenle, tersinden bakıp
“kapitalizmin aslında kötü bir fikir” olduğu yargısını
dillendiriyor. Kitabın ilk sayfalarındaki kapitalizm betimlemesi,
‘yeni başlayanlar için’ son derece çekici bana kalırsa:
“Issız, tropik bir adada sıfırdan bir toplum kurduğumuzu
düşünelim ve varsayalım ki, şöyle bir öneride bulunuyorum: Bütün
işi yapan insanlar kazanabilecekleri en az parayı kazanırken,
hiçbir şey yapmayan ama hisse senedi olan insanlar hayatları
boyunca harcayabileceklerinden fazla para kazanacak. Herhalde
birbirinize bakıp ‘ı-ıh’ derdiniz. Sonra ben ‘Durum durun daha
bitmedi,’ diyorum; ‘Havayı, suyu, bitkileri, madenleri ve
hayvanları işçilerden bile çok sömüreceğiz!’ Belli ki bu adamda bir
sorun var diyerek ufak ufak sıvışmaya bakardınız. Bense konuşmaya
devam ediyorum: ‘Durun gitmeyin! Kitle imha silahlarıyla ve vahşi
hapishanelerle barışı koruyabiliriz...”
Ciddi Ciddi Sosyalizm, Danny
Katch, Çev. Cemre Şenesen, Yordam Kitap, 2019, 176 syf.
Hakikaten, seçeneksiz gibi gösterilmeye çalışılan ve itiraz
edenlerin muhtelif araçlarla ezildiği kapitalizmin vaatleri nasıl
da ölümcül. Yazar, kapitalizmin bir önemli özelliğinin
‘eleştirildiğinde çökmemesi’ olduğunu da hatırlatmadan edemiyor
tabii! Eleştiri dışında bir şeyler yapmak gerekli. Kabul, sosyalizm
kapitalizmden daha ahlaklı ve mantıklıdır, ancak uygulanabilir ve
ulaşılabilir olup olmadığı sorularının yanıtlanabilmesi; bunun için
de mücadele edilenin tarihinin, niteliklerinin bilinmesi
önemli.
Kitapta kısa bir kapitalizm tarihi özeti yapılıyor, yazarın
esprili üslubuyla tabii. ABD’deki sosyalizm algısını, partilerin
sosyalizm karşısındaki tavrını betimliyor. ABD siyasetini az da
olsa takip edenlerin gayet iyi bildiği gibi, eser miktar sosyal
devlet önlemlerinden söz etmek dahi, sosyalist olmakla ‘itham
edilmeye’ yetiyor fırsatlar ülkesinde. Zaten Demokratların büyük
endişelerinden biri, Cumhuriyetçiler tarafından sosyalistlikle
suçlanmak! Küçük bir yönetici azınlık, sosyalizm düşüncesini tehdit
olarak algılıyor ki; dünyanın en zengin seksen küsur kişisinin
dünya nüfusunun en yoksul yarısının toplam servetine sahip olması
gerçeği karşısında tehdit algısı son derece anlaşılabilir bir
durum! Bir başka değişle, bu insanlardan her birinin serveti, 41
milyon insanın malına eşit! “Tarihteki en zengin krallar bile,
açgözlülüğün böylesini görmedi; tek bir adamın olsa olsa bir sürü
goblen halısı ve mücevherlerle bezeli tacı olur!”
Hal böyleyken, sosyalizmin bir toplum için şu ana dek akıl
edilmiş ve uygulanabilir en doğru seçenek olmadığını savunmak kolay
mı? Fakat mesele şu ki, “...daha iyisini yapabileceğimizden bir
türlü emin olamıyoruz.” Zira sosyalizm denemelerinin geçmişteki
çuvallamaları, sosyalistlerin peşini bırakmıyor. Fakat kapitalizmin
vardığı noktada, sosyalist düşüncenin her şeye rağmen ‘geri
döndüğü’ söyleniyor bizlere ki, iyi haber!
Yazarın çalışmasının temel amacı, Marx’ın ‘heyulasının’ ete
kemiğe büründürülmesi. Nedir sosyalistlerin savunması gereken;
çalışanların hükümeti kontrol etmesi mi, yoksa hükümetin ekonomiyi
kontrol etmesi mi? Kuşkusu ilki. İşte bu hedef, Bilişim Devrimi
sonrası değişen, giderek değişecek temsil ilişkileri bakımından çok
hoş ipuçlarıyla dolu. Yurttaş toplumun kaderine ilişkin tüm önemli
kararlarda doğrudan rol almalı. Yani artık ‘temsil’ denildiğinde,
düzenli aralıklarla yurttaşın önüne konulan sandık anlaşılmamalı.
Artık her aşamada katılımcı olmayan bir yurttaşlık tahayyül etmek
son derece ‘gerici’ bir konum. Kişisel olarak, uzun süredir “Gezi,
geleceğin yönetim biçimidir,” derken anlatmaya çalıştığım da bu.
Gezi eylemleri sırasında tanık olduğumuz ‘park forumları,’ tam da
böyle bir katılım biçiminin son derece umut verici fragmanıydı.
Yurttaş, yalnızca yöneticileri ve onların kararlarını her
düzeyde belirlemekle kalmayacak; örneğin kendi işyerlerindeki
işlerin nasıl yapılması gerektiğine de karar verecek, kaderine el
koyacak, geleceğin ‘sosyalistçe tahayyülü’ gereği. Kapitalizmin
dayattığı tüm yaşam seçenekleri yeniden belirlenecek; aile,
evlilikler, cinsiyet rolleri vs. Söz konusu alt üst oluş aşamasında
verilecek mücadelede, yazara göre “Kâbuslarımızdan başka kaybedecek
bir şey yok!” Bütün mesele, eşitlikçilik idealini bolluk ve yeni
teknolojiler ile birleştirmeyi başarabilmek ve insanlığı aynı
‘kabilenin’ bir parçası haline getirebilmek.
Yazar, Marksist metinlerin de yardımıyla, kısa
uygarlık-kapitalizm tarihini ve özel-kamusal yaşamın bu tarih
içinde nasıl dönüştüğünü anlatırken, liberalizmin önemli
düşünürlerine (Adam Smith’in ‘serbest piyasa’ ve ‘görünmez eli’
gibi), haklarını vermeyi ihmal etmeden değiniyor. Bunu yaparken,
bir yandan tarihsel diğer yandan en güncel örneklerden hareket
ediyor ki, okuyanın anlatılandan uzaklaşmasını engellemek ve
yazarın savlarını yerli yerine oturtmak açısından gayet yerinde bir
anlatım tarzı bu.
Bana kalırsa kitabın en hoş bölümlerinden biri, 2050’lerin
sosyalizminin hayal edildiği sayfalar. Okur, bir hayale davet
ediliyor. Kapitalizmin sonunu hayal etmeye. Ardından, muhtemel
zorluklar, orta sınıfın yaşadığı çaresizlik hissi, yaşam boyu maruz
kaldığımız ve bizleri hareketsizleştiren endoktrinasyon, bunu aşma
ihtimal ve yolları, yeni düşünme biçimlerine davet... Zulme karşı
dayanışma mümkün ve gerekli. Dayanışma ise ancak bu yönde bir
kıpırdanmayla mümkün. Rosa Luxemburg’un bir zamanlar söylediği
gibi: “Hareket etmeyenler, zincirlerini fark etmez.”
Ciddi Ciddi Sosyalizm, çok hoş bir hafta sonu kitabı. Dünyanın
ve insanlığın varlığını sürdürebilmesi için artık tercihten çok
zorunluluk haline gelen sosyalizm hayali, her kafadan bir ses
çıkmasını, düşüncede ve eylemde canlılığı, seçenekler üzerinde kafa
yorulmasını zorunlu kılıyor. Kitabın sekizinci bölümünde söylendiği
gibi, milyonlarca sıradan insan, ‘radikal önderlere’ dönüşüp
‘reformizme’ yüz vermeden kendi kaderini eline almak zorunda. Bir
liderin peşinde koşma gereği duymaksızın...
Okuma önerisi: Yordam’dan çıkan bir başka kitap, Boris
Hassen’in, Newton’un Principiası’nın Toplumsal ve İktisadi Kökleri
hakkında, Cem Eroğul’un kaleme aldığı tanıtım yazısını, okumanız
dileğiyle, buraya bırakıyorum.