De Kooning’den yola çıkıp Chaïm Soutine’i tanımak, bana sevdiğim sanatçının ruhumu daha da besleyen ilahi bir armağanı oldu sanki. Hatta sergide 50’nin üzerinde eseri olan, daha figüratif ama daha bir ecinnili görünen Soutine’i ilk kez dünya gözüyle görme heyecanıyla biraz daha kayırabilirim bile…
Birilerinden ilham almak hem basit hem karışık bir mesele. Yazıya “Hiç görmediğin, yaşamayan birinden nasıl ilham alabilirsin?” diye sorarak başlayacaktım ki, aslında bunun çok basit olduğunu fark ettim. Tarih boyunca var olmuş birçok düşünürden, sanatçıdan, bilim insanından, liderden ilham alabiliriz, alıyoruz elbet… Kafamı karıştırıp bana bu soruyu sordurtan Willem de Kooning’in Chaïm Soutine’e olan derin hayranlığı ve Soutine’in de Kooning’in sanatına büyük etkisi. Bu hayranlık ve etki, bildiğimiz “çok ilham verici buluyorum” deyip geçme, aklının bir köşesine yazma değil… Öyle bir etkilenme ki Philadelphia’daki Barnes ile Paris'teki Musée de l'Orangerie ve Musée d'Orsay bir araya gelerek işbirliği yapıyor ve bu iki sanatçının eserlerini, Soutine’in de Kooning üzerindeki acayip etkisini bizlere de kanıtlamak için kıta kıta yan yana sergiliyorlar. Bana da Avrupa kıtasındaki sergiyi görme şansı bahşoldu.
HAYALİ BİR KÖPRÜ
Paris Okulu'ndan (bugün artık Belarus topraklarına dahil olan bir şehirden gelen) Rus kökenli Chaïm Soutine (1893–1943) ve hayranı soyut dışavurumcu bir Amerikalı olan Willem de Kooning (1904-1997) Paris, Musée de l'Orangerie’deki sergide buluşuyorlar bu kış. Sergi, Soutine’in Rembrandt ve Courbet gibi ustaların eserlerinden aldığı referanslara şöyle bir değinirken özellikle Soutine’in büyük Amerikan ressamı Willem de Kooning’in vizyonu üzerindeki etkisini keşfetmeye odaklanıyor.
De Kooning, Soutine hayranlığını hiç gizlememiş zaten. 1977’de verdiği bir röportajda Soutine’in en sevdiği ressam olduğunu ve Soutine’in tüm resimlerine deli olduğunu söylemiş. Aslında hayatlarının bir bölümünde tanışabilecekken hiç tanışmayan, karşılaşmayan bu ikili arasında de Kooning’in hayranlığı inanılmaz bir köprü kurmuş. Yazının başında bahsettiğim konunun kafamı kurcalaması da bu yüzden oldu; nasıl olmuş da bir sanatçı hiç tanımadığı, bir dönem sonra artık tanıma şansını kaybettiği bir sanatçı ile böylesine hayali bir diyalog kurabilmiş ve bugün hala hayranlıkla izliyoruz?
Sergide özellikle Rembrandt’ın Soutine üzerindeki etkisi, Soutine’in ondan etkilenerek yaptığı tabloların sonrasında Kooning’in sanatına yansımasını takip etmesi çok hoş bir sanat tarihi zinciri oluşturuyor izleyici için. Örneğin üç sanatçı da hayvan kadavraları üzerine çalışıyor. (Rembrandt’ın Katledilmiş Öküz resmi, sanatçıyı tanımladığım, sanatçının benim için en ikonik resmidir mesela. O yüzden bu kadavranın sevdiğim üç sanatçıdan yorumunu görmek bambaşka bir zevk oldu.) Tarzlar, renkler evriliyor, dünya değiştikçe benzer görüntülerin bambaşka boyutlarını, yorumlarını görüyorsunuz. Aslında tarzlar birbirinden referans alıyor ama resimler bambaşka devam ediyor. Dünyanın değişimi, hayal gücünün sınırsızlığı sizi kabınızdan taşırıyor…
Gönül isterdi ki Rembrandt’ın ilgili tabloları da bu sergide yer alsın, şahane bir üçleme görelim, ama sanırım bu gönlün hayal edemeyeceği bir efor ve bütçe gerektiriyor bu istekler…
ARADA BİR YERDE BİR HARİKALAR DİYARI: SOYUT FİGÜRATİF
En sevdiğim sanatçılardan olan Willem de Kooning’in resimleri, sanıyorum uzaktan ya da internetten gördüğünüzde tam da “Bunu ben de yaparım!” denmesi sevilecek cinsten. Halbuki ben de Kooning’in resimlerini gördüğüm ilk anda aşık olmuştum. Fırça darbelerinde, lekelerde, çizgilerde, sana bakan bozulmuş figürlerde bir hayat var… Daha çok bakmak, onunla yaşamak istiyorsun ki sana da sonsuz hayatından versin.
De Kooning’den yola çıkıp Chaïm Soutine’i tanımak, bana sevdiğim sanatçının ruhumu daha da besleyen ilahi bir armağanı oldu sanki. Hatta sergide 50’nin üzerinde eseri olan, daha figüratif ama daha bir ecinnili görünen Soutine’i ilk kez dünya gözüyle görme heyecanıyla biraz daha kayırabilirim bile… (Soutine’in Kooning’e göre daha belirgin figürleri, daha gerçekçi olmasına daha gerçekçi ama bir o kadar da gerçeğe yakın olduğu için daha deforme gözüküyorlar. De Kooning’le gerçekten iyice koparken, Soutine ile kübizme oldukça uzaktan olsa da göz kırpan, yamulmuş, tanıdık figürlere bakıyorsunuz. En ünlü figürlerinden, bir otel komisine mesela… Bu deforme figürlerin, Soutine’e “lanetli ressam” lakabını kazandırdığını da not edelim.)
İki sanatçı da ne soyut ne de tam figüratif çalıştıkları için; hafif oksimoron bir tabirle, soyut figüratif bir dünya yaratıyorlar. Projenin ortaklarından Barnes’ın danışman küratörü Simonetta Fraquelli'ye göre Soutine ve de Kooning, soyutlama ve figürasyonu birleştirme yetenekleriyle “resmin üçüncü yolu”nu geliştirmiş oluyorlar. Sergiden portrelerden başlayıp manzaralara doğru giderken bu dünyada kaybolmak istiyorsunuz. Soutine’in özellikle manzara resimleri sanki bakanı içine çektiği, atlama hissi uyandırdığı rivayet edilen Niagara Şelaleleri gibi, sizi resmin içine çekiyor, o katmanlı, kalın, dönen fırça darbelerine kapılıp akmak istiyorsunuz.
Willem de Kooning ve Chaïm Soutine’in dünyalarında yaptığınız geziden dışarıya adımınızı güzelim Tuileries Bahçesi’ne attığınızda, hayatın daha güzel, bakış açınızın daha geniş, yaratıcılığınızın, yapabileceklerinizin sınırsız olduğunu düşünüyorsunuz. Neden olmasın?!
Chaïm Soutine / Willem de Kooning, la peinture incarnée sergisi, 10 Ocak 2022’ye kadar Paris Musée de l'Orangerie’de ziyaret edilebilir. Artık tüm ünlü Paris müzelerinde olduğu gibi, gitmeden rezervasyon yapmak şart. Müze zahmet edip İngilizce sayfa oluşturmamış bu arada, biletinizi Fransızca keseceksiniz. Şaşırdık mı? Hayır!