Sovyet işçilerin çürüyen sanatoryum başkenti: Tskaltubo
Kimileri Tskaltubo’yu post apokaliptik bilimkurgularla kıyaslıyor. Tskaltubo’da pek çok havuz, otel, sanatoryum, hastane, enstitü, hamam, sinema, spor salonu, heykel var. Hepsi küfler içerisinde çürüyor. Tskaltubo’dan eski fotoğrafları görünce felaketin vurduğu yerin fantastik bilimkurgu kitaplarında değil; günümüzün dünyasında olduğunu anlıyoruz.
Fantastik filmlerde sıkça karşımıza ‘geçmişin görkemli uygarlıklarının harabeleri üzerinde süren vasat uygarlıklar’ teması çıkar. Debdebeli sütunları artık ya kısmen yıkılmış ya da yosun kaplamıştır. Artık eski şaşasını yitirmiş yıkıntılar arasında kol gezen karanlığı görürüz.
İşte Gürcistan’ın Kutaisi kentine yirmi dakika mesafedeki Tskaltubo bizde benzeri bir hissi uyandırıyor. Burası dev sanatoryumların bulunduğu Sovyetler Birliği’nin kaplıca başkenti. Ancak Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte artık onlarca sanatoryum, hamam, kaplıca ve kamu tesisi viraneye dönmüş durumda.
Malum eski Sovyet coğrafyasında ‘kara turizm’ çeşidi giderek popülerleşiyor. YouTube’da karşımıza şaşkın suratlı bir turistin “Çernobil’e gittim” başlıklı safari videosu her an çıkabiliyor. Fakat burayı özel kılan sadece harap olması değil. Üstelik bu görkemli yapıların tam anlamıyla terk edildiğini de söyleyemeyiz. Çünkü Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Abhazya’da çıkan savaştan kaçan mülteciler, bazı sanatoryumları derme çatma barakalara dönüştürerek son derece kötü şartlar altında yaşamaya devam ediyorlar.
Gelin insanı karanlık bir şekilde büyüleyen Tskaltubo’yu hep birlikte gezerek bize anlatacaklarını dinleyelim.
KAMULAŞTIRMA VE STALİN
Yaprak döken ormanların arasında bulunan, dağların çevrelediği Tskaltubo’ya atacağınız ilk adım şaşırtıcı olacaktır. Gözünüzü çevirdiğiniz her köşeden akan sulardan mıdır bilinmez, sizi bir kış gününe göre ılık bir hava karşılıyor. Bugün 11 bin kişilik bir yerleşim olan Tskaltubo, şifalı memba suları ile meşhur.
Suların namı da eskilerden beri biliniyor. Henüz Çarlık Rusyası zamanında burada çeşitli kaplıcalar inşa edilir. Ancak asıl değişim Ekim Devrimi ile yaşanır. Bölgenin 1920’lerde Sovyetler Birliği tarafından kamulaştırılmasıyla Tskaltubo’nun planı bir balneoloji merkezi olarak düzenlenir. Özellikle Sovyetler’in ikinci lideri Josef Stalin döneminde Tskaltubo’da çalışmalar büyük ivme kazanır. Stalin’in Gürcü olması Tskaltubo’nun gelişmesinde ne kadar ön plandadır, bir soru işareti. Çünkü Kafkasya ve Karadeniz çevresi zaten halihazırda bir ‘kaplıca’ merkezidir. Fakat Stalin’in özellikle kimi sağlık sorunları olduğu zaman sık sık bölgedeki kaplıcalara geldiği mütevazi bir daçada konakladığı da bir geçek.
Böylece Tskaltubo’da çeşitli zamanlarda toplam yaklaşık 5 bin yatak kapasiteli 20 civarı sanatoryum/otel inşa edilir. Yerleşimin merkezi aynı zamanda kaynağın ana noktası olarak tasarlanır ve devasa bir park olarak niteleyebileceğimiz alana, çevrenin dokusuyla uyumlu çeşit çeşit hamam inşa edilir.
SOVYETLER BİRLİĞİNDE TATİL HAKKI
Peki ama buradaki sanatoryumları kimler kullanıyordu? Sadece bölgeyi Sovyet devlet yetkilileri mi ziyaret ediyordu? Dilerseniz çöken karanlığın özünü anlayabilmek adına Sovyetler Birliği’ndeki tatil hakkına dair bir çift laf edelim.
1936’da kabul edilen SSCB Anayasası'nda işçilerin tatil ve dinlenme hakkı net bir şekilde güvence altına alınır. Günlük 7 saat çalışma sınırıyla işbaşı yapan bir işçi için tanınan bu hakkın süresi yaptığı işin zorluğuna ve tehlikesine göre belirlenir. Emek Yasası’nda bir çalışma yılı (on bir ay) boyunca çalışan işçiler için net 28 ücretli yıllık izin günü hakkı tanınır. Mesleklerin zorluk ve tehlikesine göre yapılan seviyelendirmeyle bu süreye 7 veya 3 gün ek izin hakkı ilave edilir. Bu süreler kapitalist ülkelerdeki şartlara göre katbekat fazla olmasına karşın asıl ayırt edici özellik bu izinlerin gün olarak niceliğinde değil niteliğinde yatar. Çünkü tanınan hak sadece ‘izin’ ile sınırlı değildir; aynı zamanda ücretsiz tatil olanakları da tüm çalışan nüfusun hakkıdır.
İşte bu yıllık iznini kullanan işçilere sağlanan imkanlar arasında en popülerlerden biri sanatoryumlardır. Sovyetlerin pek çok noktasında inşa edilen sağlık merkezleri, çalışanların fiziksel ve psikolojik olarak yenilenmiş bir şekilde iş başı yapmalarını amaçlar. Madencilik gibi zorlu mesleklerde çalışanların bu merkezlerden faydalanmaları teşvik edilir ve talep edildiği takdirde de öncelik verilir (Çalışan nüfusun haricinde öğrenciler de bu haktan yararlanır, örneğin Tskaltubo’ya okul gezileriyle birlikte Sovyetler Birliği’den nice öğrenci getirilir). Bu sanatoryumlarda işçilerin aldıkları hizmetler doktorlar tarafından denetlenir. Hatta 'güneşlenenler' dahi doktor gözetimindedir! Fiziksel egzersizlerin sıkça yapıldığı merkezlerde çalışanlar kaldıkları süre boyunca yine doktorlar tarafından hazırlanan besleyici bir diyet yapar. Sovyet cumhuriyetlerinde bu tesislerden toplam 183 tane vardır. Kafkas ve Karadeniz çevresinde yoğunlaşan tesislerin bir diğer önemi, birliğin baştan sona her noktasından işçileri buluşturmasıdır. Tacikistan dağlarından gelenlerden Baltık denizinden gelenlere kadar akşamları tüm bu halklar, bir arada filmler izler, yerel gruplardan şarkılar dinler ya da okumalar yapar.
SANATORYUMLARIN SINIFLARI
Bugün ziyaret ettiğimiz Tskaltubo da zamanında böyle bir yerdir. 1953 ve 1984 yılına ait görüntüler, Tskaltubo’nun eskiden canlı bir hayata sahip olduğunu gösteriyor:
Ondan geriye kalanları gezmeye başlarken ilk olarak karşımıza Sanatoryum Shakhtiori sanatoryumu çıkıyor. Çevresi çitlenmiş olan bu binanın içine giremiyoruz. Ancak 1951 yılında inşa edilen bu sanatoryumun içerisindeki konser ve yemek salonlarının canlılığı sanki dışarıdan bile fark ediliyor.
Ortalama günlük ziyaretçi sayısı düne kadar binlerle sayılırken bugün bu rakam birkaç yüze kadar düşmüş durumda. Nitekim hâlâ aktif olan sanatoryum sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Örneğin eskilerden kalma parkın merkezindeki Kaynak No: 6 isimli tesis bunlardan biri. Stalin’in kabartmalarıyla dikkat çeken tesisten faydalanmak için artık eski günlerdeki gibi işçi olmanız yeterli değil: Binlerce lirayı gözden çıkarmanız gerekiyor. Nitekim kapının önündeki arabaların modelleri, insanların kıyafetleri bu sınıf farkını ortaya koyuyor.
SANATORYUM ODALARINDA YAŞAYAN BİNLER
Bir avuç varsıl kesimin ziyaret ettiği tesisleri geride bırakıp, yönümüzü Kaynak No:6’nın tam cephesinde bulunan Metalurgi Sanatoryumu’na çeviriyoruz. Sözünü ettiğimiz sanatoryumun isminden de anlaşılacağı üzere bu yapılar zamanında çeşitli iş kollarına da dağıtılır. Örneğin bu bina zamanında metal/çelik işçileri için ayrılmış bir sanatoryumdur.
Elbette içlerinde devletin bürokratik kadrolarının kullanımı için hazırlanan görkemli sanatoryumlar da vardır. Yani tüm sanatoryum madencilerin emrinde değildir. Bu anlamda Tskaltubo’dan bahseden bazı liberal kalemler ‘Sovyet elitinin tatil merkezi’ gibi ifadeler kullanmayı tercih ediyor. Ancak bugünün dünyasında ‘Metal/maden işçileri’ ya da ‘Öğrenciler için ücretsiz olarak sağlanan bir sanatoryum hakkını’ düşünmek bile kolayca fantastik olarak görülebilecekken, kalkıp Sovyetler’in sağladığı bu hakka taş atmak en azından şu aşamada pek mümkün görünmüyor.
Metalurgi Sanatoryumu’nun odaları diğer çoğu sanatoryum gibi bugün çoğunlukla mülteciler tarafından kullanılıyor. Abazya Savaşı’ndan sonra Tskaltubo’ya 9 bin civarı mültecinin geldiği belirtiliyor. Başta mülteciler ‘geçici’ olarak Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte boşalan sanatoryumlara yerleştirilir. Üstelik bu kişiler Tskaltubo’daki sanatoryum odalarında kalan ilk geçici konuklar değildir: İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler Kafkasya’ya kadar geldiklerinde sanatoryumlar hastane görevi görür. Ancak savaşın sonra ermesiyle birlikte ‘acil durum’ koşulları sona erer ve sanatoryumlar eskisi gibi Sovyet yurttaşlarına hizmet etmeye, onları tedavi etmeye devam eder. Bugün ise içinde bölgeye tedavi için gelen Sovyet yurttaşlarının bilgileri bulunan kağıtların uçuştuğu sanatoryumlarda savaştan kaçıp gelen mülteciler nesillerdir hayatlarını bir göz odada sürdürmeye devam ediyor.
Böylece yoğun nüfuslu Kolkheti Sanatoryumu’na geliyoruz. Bu binalar kısmen ya da tamamen mültecilerin kullanımında olsa da içerisine girmek mümkün. Kolkheti Sanatoryumu’nun önünde volta atan birkaç amca bizi buyur ettikten sonra içeriye gezme fırsatı buluyoruz. İyi niyeti suistimal etmemek adına insanların yaşam alanlarını fotoğraflamıyoruz. Burada çoğu binanın elektrik ve su tesisatı derme çatma da olsa faal durumda. Ancak yemeklerin tüplerle yapıldığı bir göz odaların hangisinde insanların yaşadığını hangisinin terk edilmediğini anlamak yer yer zorlaşıyor. Koridorların durumu ise içler acısı.
HAMAMLARDA BİTEN AĞAÇLAR
Ardından Kaynak No:6’nın da içerisinde bulunduğu parka geri dönüyoruz. Parkın girişinde bizi Sovyet mimarisiyle özdeşleşen brutal bir kapı tasarımı karşılıyor. Fakat bu kapının yola bakan tarafında dikkat çekici bazı başka binalar var. Son derece hoş kabartmaların duvarlarını süslediği bu boş yapılar zamanında Sovyetler Birliği tarafından kurulan Ziraat Fakültesi’ne ve Telekomünikasyon binasına ait. Her ikisi de atıl durumda, yavaş yavaş çürüyor.
Ardından parkın girişinde hiçbir bakımdan geçmeyerek kararan çocuk heykelleri bizi karşılıyor. Burada en etkileyici yapı ise Kanyak No:6’nın hemen yanında bulunuyor. Dışarıdan bakıldığında bir savaş sığınağını andıran dev bir kubbe göze çarpıyor. Üzerinde otların bittiği bu kubbenin sıvası dökülmüş küçük bir aralığı var. Çalıları aşıp aralıktan içeri girdiğinizde kendinizi başka bir zamana ve mekana açılan bir portalın içerisinden geçmiş hissediyorsunuz.
Dairesel bir kubbenin altındaki bu yer 8 Numaralı Hamam olarak biliniyor. Kubbenin merkez noktasında muhtemelen zamanında bir cam varmış ancak bir aşamada kırılmış. Şu an boş olduğu için yukarıdan ince ince su sızıyor. Hatta ışığın ve suyun girmesiyle birlikte hamamın tam ortasında bir ağaç bitmiş. Işığın ve suyun altında, dairesel hamamın merkez noktasında biten bu ağaç gerçekten de tüyleri diken diken eden bir tablo yaratıyor.
Hamamı bölen duvarlarda ise orman ve ceylan figürlerinin yer aldığı işlemeler hâlâ çok iyi durumda. Ancak bu tabloların pastoral havası etrafa yayılan hüznü daha da derinleştiriyor.
YERLERDE İŞÇİLERİN KAYITLARI
Tskaltubo’da sokaklarda insana nadiren rastlıyorsunuz. Hatta etrafta insandan daha çok köpek var. Gezimiz boyunca da bize eşlik eden köpek sanki nereye gitmek istediğimizi bilir gibi bizi son durağımıza yaklaştırıyor. Burası Tskaltubo’daki sanatoryumların en etkileyicilerinden. Uzun bir merdivenin etrafındaki ağaçların arasından Medea Sanatoryumu’nun kapısı yavaş yavaş karşımızda beliriyor. Burası zamanında Sovyet gıda endüstrisine ait bir sanatoryumken bugün kısmen mültecilere ev sahipliği yapıyor. Kapının çevresindeki bölmeler ise bir zamanlar insanların yaşadığına dair çeşitli izlerle dolu olsa da bugün boş durumda. Örneğin bikinili bir kadın resminin bulunduğu bir duvar takvimi hâlâ duvarda asılı.
Fakat asıl dikkat çekici nokta elbette ince sütunlar. Burada durup, yanınızdaki rehber köpekle birlikte korkuluklara oturup biraz düşününce insanın kafasında Tskaltubo’nun ifade ettiği anlam nihai haline bürünüyor. Burayı özel kılan ‘terk edilişi’ ya da ‘çürüyüşü’ değil. Geçmişin gölgesi altında yaşayanlar, o geçmişin yoksunluğu ile beliren bir krizin sonucunda burada hayaletler arasında yaşıyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte bölgede patlak veren milliyetçi savaşların mağdurlarının sığındığı yer, o birliğin artifaktları. Eski fonksiyonlarını çoktan yitirmiş bu binalar, artık bünyelerinde geçmişin refahını sağlayamıyor belki. Ancak sıvası soyulmuş çıplak duvarlarla da olsa insanlara hayata benzeyen bir şey yaşatmaya çalışıyor. Tskaltubo’daki yapılar, sadece çevredeki bitki örtüsüyle bütünleştiği için değil, aynı zamanda bu hayaletler yüzünden insana sanki canlıymış gibi geliyor.
Bahsettiğimiz gibi binaların içerisinde yerlere baktığınızda rastlayacağınız bir sürü çerçöp arasında kolaylıkla işçilerin sanatoryum kayıtlarını bulabiliyorsunuz. Bu, tarifi olmayan bir küresel çöküşün en çıplak tariflerinden biri. Hiç öyle “Ama Sovyetler’de şu şu vardı” diyerek elinizi eleştiri çuvalına atmaya kalkışmayın. Elbette Sovyet deneyimini beğenirsiniz beğenmezsiniz orası ayrı konu. Ancak bugün Tskaltubo örneğinde herkes için eşit tatil hakkından bahsederken temkinli davranmak gerekiyor. Geçmişin hayaletlerine bakarken, çalışma haklarının günden güne eridiği, işçilerin sefalete mahkum edildiği bir dünyanın insanları olduğumuzu unutmamalıyız.
Kimileri Tskaltubo’yu post apokaliptik bilimkurgularla kıyaslıyor. Sahiden de buraya geldiğinizde gezeceğiniz yerleri mekânsal olarak The Walking Dead dizisinden ya da The Last of Us oyunundan ayırt etmek mümkün değil. Ancak bu binalarda yaşayan zombiler değil; eski uygarlığın çökmesiyle artan karanlığın bizatihi mağdurları.
Tskaltubo’da gezmeye fırsatımızın olmadığı daha nice havuz, fıskiye, otel, sanatoryum, hastane, enstitü, hamam, sinema, spor salonu, heykel var. Hepsi küfler içerisinde çürüyor. Tskaltubo’dan eski fotoğrafları görünce felaketin vurduğu yerin fantastik bilimkurgu kitaplarında değil; günümüzün dünyasında olduğunu anlıyoruz.
Sovyet deneyimini yine çeşitli açılardan eleştirilebilir, hatta eleştirilmeli de. Ancak bunu yapmanın önkoşulu “Bugün neden işçiler ücretsiz olarak tatil hakkına sahip değil”, “Bugün neden izin günlerimizde de çalışmak zorunda kalıyoruz?”, “Neden yarın bugünden de beter olacak?” gibi soruları usanmadan sormak olmalı.