Sovyetler Birliği’nin otopsisi
Gün Zileli’nin 'Sovyetler Birliği’nde Devlet Terörü ve Gulaglar' kitabı Kaos Yayınları tarafından yayımlandı. Zileli kitapta, Sovyetler Birliği’nde olup bitenleri ayrıntılı bir şekilde ele alıyor.
Can Arıcı
Gün Zileli’nin Sovyetler Birliği’nin 1918-1953 dönemini ele alan yeni kitabı adeta Sovyetler Birliği’nin ölüm nedenleri üzerine bir otopsi raporu niteliğinde.
Zileli'nin daha önceki kitabı '1917-1918 Rusya’da Devrimden Tek Parti Diktatörlüğüne' (Bilim ve Sanat, 2019) ve çevirdiği, 1917 devrim yılının içeriden bir anlatımı olan N. N. Sukhanov’un '1917 Rus Devrimi' (Edebi Şeyler, 2020) ile birlikte okunduğunda Sovyetler Birliği’ni ölüme götüren nedenleri daha baştan tespit etmemiz mümkün. Devrimin kalbi olan Sovyetlerin 1917 Ekim’inden hemen sonra içinin boşaltılması ve işlevsizleştirilmesi, Sovyetler Birliği’nin kalbinin delindiğini ve ömrünü bu kalp rahatsızlığı ile geçireceğini gösteriyor.
Hemen sonraki süreçte tek parti diktatörlüğünün kurulması ve doğal olarak ifade ve basın özgürlüğünün ilga edilmesi, yeni yetişmekte olan çocuğun solunum ve kan dolaşımı sistemine ağır bir darbe niteliğinde. Bundan sonra Sovyetler Birliği, zor soluk alıp veren, tık nefes bir ülke haline geliyor.
Hastanın solunum yetersizliğine ve sağlık sorunlarına, 1921 yılındaki 10. Parti Kongresi'nde çare olarak getirilen NEP, hastanın biraz rahatlamasına neden olmuşsa da aynı kongrede alınan parti içinde hizip yasağı kararı, hastaya tedavi maksadıyla yanlış ilaç verilmesinden farksız bir sonuca yol açmıştır. Hastanın iyileşmek için rahat soluk alıp vermesi için özgürlüğü soluması gerekiyordu. Hizip yasağı ise var olan son özgürlükleri de ortadan kaldırmış; böylece her türlü ifade özgürlüğünü “hizip yasağı” gerekçesiyle ortadan kaldıran bir hizbin, oksijensizlik deneniyle vücutta ağır hasarlar açmasına neden olmuştur.
Aslında güçlü bir bedene sahip olan hastayı ölüme götürmeye bu da yetmemiş ve tek hizip diktatörlüğü 1934’ten itibaren tek adam diktatörlüğüne dönüştürülerek vücudun bütün hayati organlarına ve canlı hücrelerine saldırmıştır. Örneğin köylülüğün yok edilmesi, hastanın sinir sistemini felç etmiş ve eli ayağı tutmaz hale gelmiştir. Bu da yetmemiş, Sovyetler Birliği’nin beyni olarak görülebilecek entelijansiyanın bastırılması hastanın beynini dumura uğratmış, bağışıklık sisteminin organlara saldırmasına yol açmış ve Sovyetler Birliği bitkisel hayata girmiştir.
Sovyetler Birliği’nin bağırsakları olarak görülebilecek Gulaglarla ilgili anlatımlar ise iyice trajiktir. Hastanın artık daha hayattayken çürümekte olduğu, Gulaglara şöyle bir bakıldığında anlaşılabilmektedir. Bundan sonrasında, hayati fonksiyonları felç olmuş hastanın beyin ölümünün gerçekleşmesi sadece bir zaman meselesiydi.
Gün Zileli bu kitabında, Sovyetler Birliği’nde olup bitenleri ayrıntılı bir şekilde ele almış ve farklı kaynaklardan alıntılar ve anlatımlarla desteklemiş. Kitapta şahsen beni en çok etkileyen bölümlerden biri de, “Çekacılar” denilen gizli polis teşkilatı NKVD mensuplarının eşleriyle birlikte en acımasız kırıma uğrayan kesimi oluşturmasıdır. Elbette bütün kirli operasyonları gerçekleştirdikten sonra ve yine bu nedenle (ölüler konuşmaz), keza yerlerine konan yeni “Çekacılar” eliyle ölüme gönderilmişlerdir. Bir “Çekacı” idam edilmeden önce hücresinin duvarına “Hiçbir şeyi imzalama” diye yazar (Y. Ginzburg anlatımı, s. 111). Dahası, “Çekacıların” eşleri de sorgusuz sualsiz kurşuna dizilir ve ailesiz, yurtsuz kalan çocukları, kolektifleştirme sırasında ailesiz ve aç kalarak büyük şehirlere sığınan köylü çocuklarının oluşturduğu çetelere katılmak zorunda kalırlar. Düzenin muhafızları böylece en fazla düzenin gadrine uğrayanlar olarak “ödüllendirilir”. Dehşetin sonu yok!
Gün Zileli’nin kitabı ibretlik derslerle dolu. En çok da sosyalizm adına, iyi niyetle, kulaktan dolma bilgilerle o dönemi savunanlar açısından.