Soyadı değişikliği kadın eşitlik mücadelesinde önemli yere sahip. Soyadının yaşamlarımızı parçalayışına yönelik itirazlar neredeyse devasa külliyat oluşturdu. Bir yandan hukuk mücadelesi, bir yandan hukuk alanındaki akademik çalışmalar, eylemler, söylemler ve kaleme alınan pek çok yazıdan oluşan külliyat kadının soyadındaki değişikliğin yaşamlarımıza yaptığı hoyrat müdahaleyi farklı boyutlarıyla ele almıştı. Uzun eşitlik mücadelesi elbette Anayasa Mahkemesine kişisel başvuruları da içeriyordu. Nihayet kadınlar soyadlarını kazandı diyebileceğimiz bir karar geldi AYM’den. 28 Nisan'da yayınlanan AYM Norm Denetimi Basın Duyurusu “kadının kocanın soyadını almasını öngören kuralın iptali” kararını açıklıyordu. Kadın erkek eşitliği yönünde atılmış bu muazzam adım kadınların zaferi. Bugünlerde doya doya bu zaferin tadını çıkarıyor kadınlar.
Kişilik bölünmesini andıran bir yanı vardır soyadı değişikliğinin. Evlenince, önceki yaşamınıza ait bağlarınız soyadı değişikliği ile büyük ölçüde kopar. Örneğin Facebook, "arkadaşlarını bul” der sıklıkla ama kadınlar ilkokul arkadaşlarını bulamaz, herkesin soyadı değiştiği için. Öğrenci en sevdiği öğretmenini bulamaz. İş yaşamınız ve sosyal yaşamınız medeni halinize göre habire değişir. Kimliğiniz değişir ve kişilik haklarınız zedelenir. Dolayısıyla uzun eşitlik mücadelesinin ardından gelen AYM kararı gerçekten de bayram havası estirdi. Kendimizi doyasıya kutlayalım elbette atılan bu adım için.
Evet bu sadece bir adım ve pek tamamlanmış bir adım da sayılmaz. Geçmiş mücadele deneyimlerinden iki örnekle ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım. Birincisi akademik hukuktan gelsin. Kadın hukuku alanında ilk yüksek lisans tezini veren Av. Nazan Moroğlu, kadının soyadı hakkını akademiye taşıdığında yıl 1998’di örneğin. Medeni Yasa kampanyası yürütmüştü kadın hareketi. Kadın örgütlerinin dindarı, seküleri ortak eylem ve söylemde buluşup yürüttüğü kampanyaların belki de ilkiydi. Çok geniş katılımla ve hayli çetin siyasi müzakereleri de içeren bir mücadele zemini oluşturmuştu bu ortaklık. Ve sonuçta 2001 yılında kadının kendi soyadını (dilerse) evlendikten sonra da kullanabilmesinin yolu açıldı. Tabii evlendiği erkeğin soyadından önce gelmek şartıyla. Kaydı düşülmeli. Yani bu bir adımdı. Önemliydi ve daha başka maddelerde de örneğin mal rejimi gibi kadın lehine düzenlemelere gidilmişti ama neticede bir adımdı sadece. Çünkü nüfus kütüğünde değişikliklerin yarattığı sorunları ortadan kaldıracak bir düzenleme yoktu ortada.
Kadın çift soyadlı yaşam dayatmasıyla karşı karşıya bırakılmışken evli olduğu erkek sadece kendi aile adını kullanıyordu. Erkek kimliğinde hangi kadınla evli olduğunu açıkça gösterecek bir soyadı taşımıyordu. Ama kadın, kimliğine bakılmasına bile gerek kalmaksızın adını duyan herkesin ‘haa bu kadın evli’ diyebileceği bir yaşam sürmeliydi, nedense… Erkek muaftı ilk bakışta evli olduğunun anlaşılması ‘zorunluluğundan’ ki buna da bir nedense diyelim elbette.
Eşitlik yine eşitçe değildi anlayacağınız. Ve erkek, canı isterse soyadını değiştirip bağımsız bir isim alma hakkını kullanınca, soy bağı iddiasıyla kadın hiç sorulmadan, fikri alınmadan, itirazı dinlenmeden kendisini bir anda başka bir soyadıyla bulabiliyordu. Hatta sosyal yaşamı bir kere daha kesintiye uğramasın, bir kere daha kişilik bölünmesi yaşamasın kaygısıyla ve elbette çok başka kişisel nedenlerle de olabilir bazı durumlarda kadınlar boşandıktan sonra da evlendikleri zaman kendisine hak tanınmadan atanan o soyadını kullanmaya devam etme kararı alabiliyor. İşte böyle durumlarda boşanmış olduğu erkek soyadını değiştirmişse hoop kadın kendisini hiç bilmediği bir soyadıyla bulabiliyor. Nüfus idaresi sormuyor bile kadına. Erkek kendisine hangi ismi seçmişse nüfusun otomatik atama usulüyle kadın kendisini bir anda soyadı değişmiş olarak buluyor. Ve tabii hak asla kadına tanınmıyordu, hala da tanınmış değil.
Ya babanın ya kocanın soyadı arasında seçim yapmak zorundaydı kadınlar. Tabii bunun bir de nüfus kütüğü kaydı sorunu yarattığını herkes biliyordur eminim. Ancak devlet aklının kadınların nüfus kayıtlarını hop oraya hop buraya geçirirken ne düşündüğünü bilmenin cinsiyet eşitsizliği açısından kurucu öge sayıldığını kadınlardan başka idrak eden pek yoktur. Devletin kadını nesne olarak gördüğünü en açık şekilde hissettiren bu uygulamanın, yaşattığı kişilik ve kimlik sorunlarını anlamak isteyenlerin Reçel Blog’da Fatma Özkaya tarafından kaleme alınmış Soysuzluğun Peşinde başlıklı yazıyı okumalarını öneririm.
Evet, kişilik hakkımızı, yaşam döngümüze göre dilediğince dilimleyip, bir meyve tabağı gibi oradan oraya servis eder(di) devlet aklı. Di’li geçmiş zaman kipini paranteze alışım, kadınların evlilik birliği içinde de sadece kendi soyadını kullanabileceği eşitlikçi düzenlemenin doğumuna daha dokuz ay süre olmasından. Ve öyle anlaşılıyor ki bu defa bu zaman zarfında dokuz doğuracak olan biz kadınlarız. Zira AYM iptal kararı ile Medeni Yasa m.187 için kanunilik ilkesi gereği bir düzenleme yapılması kaçınılmaz. 9 ay sonra yasal boşluk doğacağı için meclis bu konuda ve umulur ki eşitlikçi iptal gerekçesiyle uyumlu bir düzenleme yapmak zorunda kalacak. Ve seçimlere neredeyse on gün kalmışken kullanacağımız oyların parlamento aritmetiğini nasıl şekillendireceği her zamankinden daha önemli hale geldi.
Cumhurbaşkanı seçimi kadar meclisi oluşturacak milletvekillerinin partilere dağılımı da iptal kararından öncesine kıyasla kadınlar açısından bir kat daha yaşamsal öneme sahip oldu. Bilindiği üzere AYM’nin eşitlik ve adalet ilkesi gereğince iptal ettiği maddenin yüksek mahkemenin işaret ettiği yönde yeniden düzenlenme garantisi yok. Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanıp yürütmenin başı olsa da eğer milletvekili seçimlerinde muhalefet partilerinin meclis çoğunluğunu elde etmesi mümkün olmazsa kadının soyadı düzenlemesinde işimiz çok zorlaşır. Erdoğan’ın kazanması ihtimalinden söz etmiyorum bile. Allah muhafaza etsin -Bekir Bozdağ’a selam ile- Erdoğan kazanırsa soyadı meselesi kaygı sıralamamızda hayli geriye düşecektir. Bu nedenle hem Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığını kazansın inşallah hem de eşitlikçi, özgürlükçü ve kadın eşitliği yönünde ortaklaşabilecek muhalefet milletvekili adayları meclis çoğunluğunu elde edecek şekilde kazansın diyelim.
TCK 103’ü hatırlayalım. 2018 Ocak ayında bir fıkrası 1 yıl süre ile iptal edilen çocuk cinsel istismarına ilişkin ceza yasası maddesinin temmuz ayında da bir diğer fıkrası 6 ay süre verilerek iptal edilmişti. 2016 Kasım’ında iktidar, tek fıkraya inmiş maddeyi yeniden düzenlemek için harekete geçtiğinde yüksek mahkemenin iptal gerekçesini dikkate almadı. Tersine cinsel istismar suçuna cezasızlık anlamına gelecek gece yarısı önergesi vermekten çekinmedi, iktidar vekilleri. Ve o tarihten bu yana yüreğimiz ağzımızda yaşamıştık çünkü çocuk cinsel istismarı suçuna evlilik kılıfıyla cezasızlık getirmek, failleri af ile salıvermek girişimleri hiç eksik olmadı. Şimdi parlamentoda çoğunluğu elde edemeseler bile yer alacak radikal dincilerin de bulunacağını dikkate alarak önümüzdeki dokuz ay ilgili düzenlemeyi yakından takip etmek ve eşitlikçi yaklaşımla hazırlanmasını sağlamak zorundayız.
Kadın hareketi uzun yıllardır sürdürdüğü mücadele nedeniyle iptal edilen maddenin ilişkili olduğu diğer düzenlemeleri de içeren öneriler hazırlıyor ve siyasi partilere sunuyordu. Çocuğun soyadı, boşanma sonrası çocuğun soyadı, nüfus kütüğü kayıtlarının değiştirilmesini önleyecek düzenlemelere ilişkin öneriler hemen hemen hazır. İptal edilen kocanın soyadını alma zorunluluğu maddesiyle ilişkili diğer düzenlemeleri de kapsayan bütünlüklü bir eşitlik paketi önerisi yakında gelecek gündeme. Büyük ihtimalle seçim sonrası, değişim sonrası, yeni parlamento ve yönetime sunulacak. Kadın hareketinin önemle üzerinde durduğu kadın ve eşitlik bakanlığı ihdas edildiği takdirde bütünlüklü bir eşitlik paketinin hayata geçirilmesi kolaylıkla mümkün olacaktır. Her halükârda yazık ki yine eşit temsilden çok uzak bir kadın temsiliyeti oranıyla karşılaşacağımız için seçilecek kadın vekillere çok iş düşecek. Öyle görünüyor ki sayısal eşitliği sağlamaktan uzak kalan parti karar vericilerine inat az sayıda seçilmiş kadının her biri en az üç, dört erkek vekil gücünde çalışmak zorunda kalacak. Ve onların işini kolaylaştıracak öneriler de kadın hareketinde hazırlanıyor şu anda. Ve gönlümüzce, giriş yasağımız da olmadan mecliste, kulislerde ve izleyici localarında onları destekler; gerekirse o özlediğimiz gösteri yürüyüşüyle TBMM önünde toplanıp, güçlerimizi birleştirerek o eşitlik paketini yasalaştırabiliriz.
Şimdi ilk adım parlamento seçimlerini muhalefetin kazanması elbette. Sonrası da mücadelesiz olmayacak. Ki, esasen iktidar değişimini en çok eşitlik mücadelesi verebileceğimiz bir alan kazanmak için istiyoruz. Seçim sonrası Kadın ve Eşitlik Bakanlığı kurulur ve Medeni Yasa M.187 düzenlemesi kadınların siyasete önereceği eşitlik paketi halinde gerçekleşirse Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken eşit temsil ilkesine kolayca ulaşmak ihtimal dahilinde görünüyor. Adil olmayan, seçim yarışı demenin ötesinde düşmanlaştırma politikasının yoğunlaştırıldığı seçim kampanyası yürüten iktidara karşın, toplumun ve seçmenin demokratikleşme arzusu öyle belirgin ki eşitlik hayal olmaktan çıkıp yakın ihtimal haline gelebildi. Özellikle gelir adaletsizliğinin giderilmesi ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması durumunda bu ülkede birlikte yaşarız diyen kadın erkek gençlerin sandık başına gitmesi, oy hakkını kullanması durumunda eşitlik fikri kendini gerçekleştiren kehanet olabilir kolayca.