Orta Doğu’da sorunun kaynağını tanımlayan temel parametrelerle sürekli oynayarak gerilimi dönüştürme siyaseti meselenin kendisinden daha mühim hale geliyor. Özünde bütün mesele sürgün, işgal ve kolonizasyon sistematiği üzerinde gelişen bir “İsrail Sorunu” idi. Sorunun kaynağını değiştirmek için uzun vadeli çatışmanın etiketini “Filistin Sorunu”na dönüştürmek erişilmesi gereken bir hedefti. Bunun başarılması uzun sürmedi. Oslo Anlaşması da “Filistin Sorunu”nu peyderpey halletmeye yönelikti. İki devletli çözüm koca bir yalandı. Filistin davasının ulusal karakterinin aşındırılması ve İslamcı güçlerin öne çıkmasından sonra üçüncü evreye geçildi: Filistin-İsrail çatışması artık İsrail-Hamas çatışması olarak çerçevelenmeliydi. Filistin davasının tüm bağlamlarından koparılması ve Abraham Anlaşmaları ile tarihe gömülmesi de bir devam stratejisiydi. 7 Ekim’den beri de uluslararası kamuoyuna zerk edilen mesaj “İsrail’in kolları Gazze, Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’e uzanan İran’ın liderliğindeki “Şer Ekseni” ile savaştığı yönünde. İsrailli yetkililer bu savaşı aynı zamanda özgür dünyayı korumak için verdiklerini, Batılılar adına savaştıklarını, haliyle ABD ve İsrail’in birlikte yılanın başını kesmeleri gerektiğini savunuyorlar. Hakim medya ve siyasetin dili bu diskuru çoktan satın aldı.
‘Soykırım Koalisyonu’ için üzerinde durulması gereken sorun, İsrail’in Filistin’i peyderpey yok etmesi, Gazze’de katliam yapması, insanları açlığa mahkum etmesi ve “öl ya da göç et” diyen dayatması değil işgal ve saldırganlığın var ettiği Hamas’ın 7 Ekim saldırısı, yine İsrail işgaline direniş hareketi olarak ortaya çıkmış olan Hizbullah’ın Gazze ile dayanışması, Yemen’deki Husilerin Gazze’ye ilaç gönderilmesi ve ateşkes sağlanması için Kızıldeniz’i ısıtması, Irak ve Suriye’deki milis güçlerinin İsrail’i koruyan ABD’nin üslerine saldırması.
Batılı hamileri “Nehirden denize Filistin” sloganını “soykırım planı” olarak mahkum ederken İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu açıkça "Nehirden denize tüm toprakların İsrail kontrolünde olması gerektiğini” belirterek soykırım savaşını yürütme kararlılığını koruyor. İsrail’in Gazze’deki hiçbir niyet ya da kararı bu hedefin bir milim ötesinde değil.
Eski Başbakan Naftali Bennett 28 Aralık’ta Wall Street Journal’da “ABD ve İsrail İran'ı Doğrudan Karşılarına Almalı” başlıklı yazıyla Amerikan yönetimine seslenirken “Ayetullahlara Hamas, Hizbullah ve Husi vekilleri aracılığıyla kaos tohumları ekmenin bedelini ödetin” diyordu. İsraillilerin sorunun kaynağını örtmeleri ve bu kaynağa işaret eden ne varsa hepsinden kurtulmaları gerekiyor!
Ne var ki Holokost’u büyük bir ekonomik ve politik endüstriye dönüştürenlerin hesabında Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçundan sanık sandalyesine oturmak yoktu. Bunu önleyememek İsrail ve destekçileri için büyük bir başarısızlık.
***
İsrail ya mahkemenin emrettiği üzere soykırımı önlemek ve ölümcül yaşam koşullarını ortadan kaldırmak için her türlü tedbiri alacak ya da arkasındaki küresel “Soykırım Koalisyonu”na güvenerek Lahey’e meydan okuyacak. İkincisini seçerek şaşırtmadı. Uluslararası mahkemeyle savaşmaya karar verdiklerinin en somut göstergesi BM’nin Filistinlilere yardım ajansı UNRWA’yı bitirmeye yönelik kampanya için harekete geçilmesiydi. Aldığı her nefesi bir yalan olarak dışarıya saçan İsrail istihbaratı, Gazze’de 13 bin çalışanı olan UNRWA’dan 12 kişinin 7 Ekim’deki dehşet saldırıya katıldıklarını öne sürdü. “Hamas militanlarının 1400 kişiyi öldürdüğü, kadınlara tecavüz ettiği ve 40 bebeğin kafasını kestiğine” dair suç paketini olduğu gibi kabul eden İsrail’in dostları, UNRWA aleyhine yüklenen infaz metnine göre pozisyon almakta tereddüt etmedi. İlk taşı ABD ve İngiltere attı. Ardından Almanya, İtalya, Hollanda, İsviçre, Finlandiya, Avusturalya, Avusturya, Kanada, Japonya, Fransa, İsviçre, Estonya, Romanya UNRWA’nın finansal kaynaklarını kesti.
Lübnan, Ürdün ve Suriye’nin yanı sıra Batı Şeria ve Gazze’de toplam 58 kampta kayıtlı 5,9 milyon mülteciyle ilgilenen, 706 okulda 540 bin öğrenciye eğitim veren, 140 sağlık kuruluşuyla hizmet sağlayan UNRWA tam olarak İsrail’in kurtulmak istediği mülteci sorununu temsil ediyor. UNRWA, mülteciler ve geri dönüş hayali… UNRWA’nın açık kalması demek İsrail’in gömmeye çalıştığı bir davanın BM kanalıyla canlı tutulması demek. UNRWA, İsrail’le yaşıt. İsrail’in doğuşunu tersten anlatıyor. İsrail doğarken Filistinliler evlerinden sürüldü, mülteci oldu. İsrailliler UNRWA’nın fişi çekilmedikçe mülteciler meselesinin gündemden düşmeyeceğini biliyor. Hesaplaşma, Gazze’deki savaşla başlamış değil. Yıllardır itibar suikastlarından kaçınmıyor. Gazze’de UNRWA’nın kampları, okulları ve sağlık kuruluşlarını bombalıyor. UNRWA’nın en az 145 tesisi vuruldu, 152 çalışanı öldü. UNRWA’yı düşürmek Filistinlilerin hayat damarlarını ve nefes borularını kesmekten farksız. UNRWA’ya desteği kesen ülkeler toplu cezalandırmaya ve soykırım suçuna eşlik ediyor. Bu ülkelere tepki gösteren 28 uluslararası yardım kuruluşu Gazze’de insani felaketin hızla büyüdüğünü ve 1 milyonu aşkın insanın UNRWA’nın barınaklarında yaşam savaşı verdiğini hatırlattı.
Yanı sıra Gazzelileri göçe zorlamak ya da dize getirmek için insani yardımları önleyen aç bırakma siyaseti Uluslararası Adalet Divanı’nın ihtiyati tedbir kararından sonra da sonlanmadı. Bir tarafta yerleşimciler Gazze’de yeniden işgal ve yasadışı yerleşimlerin kurulması için kampanya yürütüyor diğer yandan gelen yardımları fiilen önlemek için terör estiriyor.
***
Bölgede Amerikan güçlerinin dahil olduğu büyük bir savaş patlak verirse İsrail, Gazze’yi aradan çıkartıp Lübnan’a yüklenecek. Kafasında bu var. Büyük yangın karşısında Gazze’deki suçlar teferruata dönüşecek. Burada en büyük tuzak kışkırtılan İran-Amerikan savaşı. Bu noktada ABD’nin Ürdün’ün Suriye sınırının dibindeki Kule 22 üssüne SİHA saldırısında üç askerini kaybettiği saldırıya misilleme yaparken İran’ı hedefe koyup koymayacağı önem kazanıyor. Bu üs Suriye’deki Amerikan oyununun bir parçası. Çöllük alanda, insansız bölgede. 350 kadar Amerikan askeri buradan Suriye, Ürdün ve Irak sınırlarının kesişme noktasında muhaliflerin eğitilip donatıldığı Tenef üssüne gardiyanlık yapıyor. Tenef, Suriye tarafında. Ürdün-Suriye sınırının üzerindeki Rukban kampı da bu üssün koruma çemberinde. Fakat üssün asıl işlevi bunun ötesinde: Amaç, İran’ın milis ve silah sevkiyatını izlemek, Irak-Suriye sınırlarından geçişleri sınırlamak ve en önemlisi İsrail’in Irak ve Suriye’deki saldırılarını kolaylaştırmak.
Irak İslami Direnişi ABD’nin İsrail’e desteğine misilleme olarak Amerikan üslerinin hedef alındığını açıkladı. Biden yönetimi İran’ı sorumlu tutup gereken yanıtın verileceğini duyurdu ama hedeflerin İran içinde olup olmayacağı netlik kazanmadı. Saldırıyla bağlantılı olduğu iddiasını reddeden İran, olası Amerikan misillemesini yanıtsız bırakmayacaklarını Irak aracılığıyla iletti. Parmakla gösterilen Irak Hizbullah’ı Amerikan güçlerinin çekilmesi için Washington’la müzakereye giren Irak hükümetini zor durumda bırakmamak için ABD üslerine saldırıları şimdilik durdurduğunu açıkladı. ABD ile savaş istemediğini belirten İran’ın Irak Hizbullah’ının kararında etkili olduğu düşünülüyor.
Amerikan Kongresi’nde “Bombala İran’ı Bombala” tayfası fırsat bu fırsat diyerek İran’a ağır bir bedel ödettirilmesi için Biden yönetimini sıkıştırıyor. İsrail’in sabırsızlıkla beklediği bir hamle! Fakat Biden yönetimi misillemeyi nasıl kalibre edeceği konusunda zorlanıyor. Tartışma şu yönde: Misilleme İran’ın canını yakacak kadar sert olmalı ama büyük bir savaşı kışkırtacak ağırlıkta olmamalı. Bir başka ifadeyle çok ağır misillemeden kaçınılmalı ama İran’ı vekil güçleriyle ABD’ye saldırmaya devam etmekten alıkoymayacak hafiflikte de olmamalı.
Cumhuriyetçi kanat savaş davullarını çıkartırken Biden gazetecilerin soruları üzerine "Orta Doğu'da daha geniş çaplı bir savaş istemiyoruz. Peşinde olduğum şey bu değil" dedi. Amerikan askeri ve siyasi kanatlarında “İran’ın savaş istemediği” tespitlerinin tekrarlanması büyük bir tırmanıştan kaçınmak için anlaşmalı bir misilleme arayışına işaret ediyor. Ama misilleme potansiyel olarak misillemeyi doğurur. Kimse savaşa yol açmayacak bir misillemeyi garanti edemez.
Tahran’ı suçlayan mesajlara karşın Amerikalı yetkililer Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’daki direniş güçlerine klasik anlamda “İran’ın vekilleri” demenin yanıltıcı olabileceği, bu sınıflandırmanın meseleyi basitleştireceği, bunların Tahran’la koordinasyon içinde olsalar da kendi özerkliklerini muhafaza edebilecekleri değerlendirmesini yabana atamıyor. Bu değerlendirme, İran’ın bunları durdurma ya da dizginleme kapasitesinin sınırlarına işaret ediyor. Irak Hizbullahı Genel Sekreteri Ebu Hüseyin el Hamidavi’nin şu açıklamasını da bu çerçevede dikkate almalı: “Irak Hizbullahı, başkalarının müdahalesi olmaksızın Gazze’nin mazlum ve kararlı halkını destekleme kararı aldı. Direniş Ekseni’ndeki kardeşlerimiz, özellikle de İran İslam Cumhuriyeti, bizim cihadi eylemlerimizin mahiyetini bilmiyor ve işgalci Amerikan güçlerine yönelik şiddetin tırmandırılmasına itiraz ediyordu. Biz insani görevlerimize ve inançlarımıza bağlı kalarak hareket ettik.” Bu İran’ı misillemeye hedef olmaktan çıkarma çabası olarak okunabilir ama Tahran’ın bu grupları dizginlemekte zorlandığına dair bilgiler de epey zamandır konuşuluyordu.
***
Amerikan siyasetinde bir açmaz var ki bu savaştan kaçınırken savaşı kışkırtmak gibi bir çelişkiyi barındırıyor. Biden yönetiminin bölgede Amerikan konuşlanması için biçtiği rol, savaşın Filistin sınırlarından taşmasını önlemek. Bu pratikte İsrail’e Gazze’de dokunulmazlık içinde soykırım yapma fırsatı sunuyor. Evet taraflar şimdiye dek tam teşekküllü bir savaştan kaçınmayı başarsa da halihazırda uyurgezer bir savaş hali var. Lübnan-İsrail sınırlarından Suriye-Irak sathına, Yemen’den Kızıldeniz-Akdeniz yayına kadar geniş bir alanda Gazze’nin yansımaları görülüyor.
“Soykırım Koalisyonu” külahı tersinden geçirmeye çalışıyor; çatışmanın kaynağına gidemiyor, katliama “Dur” diyemiyor, işgalin bitmesini isteyemiyor; bunun yerine İsrail’i temin ediyor, Filistinlere sürgün adresi arıyor; İran’a parmak sallıyor, Yemen’i savaş açmakla tehdit ediyor, ateşin üzerindeki Lübnan’la Hizbullah’a şantaj yapıyor.
CIA Direktörü William Burns, Foreign Affairs için kaleme aldığı yazıda "Orta Doğu'yu son 40 yıldır bu kadar karmaşık ve patlamaya hazır görmedim" diyor. Filistin’i yok sayma, Filistinlileri insanlıktan ihraç etme, İsrail’e mutlak koruma sağlama ve her halükârda öldürme lisansını yenileme bölgeyi bu noktaya getirmiş olmasın? Fakat Orta Doğu’daki Amerikan düzeni artık dikiş tutmuyor. 7 Ekim’den bu yana yaşananlar insanlara giydirilen deli gömleğini paramparça etti. Filistin topraklarının işgal ve yerleşimci terörü bölgedeki pek çok soruna kaynaklık etti, etmeye de devam ediyor. Belki de Orta Doğu’daki sorunun adını yeniden koymak gerekiyor; Filistin sorunu mu İsrail sorunu mu?