Soykırım sanığı: İsrail 100 günde neyi kaybetti?

Ana akım medyadaki müthiş karartma ve alınan önlemlere rağmen dünya kamuoyunda “Hamas’la savaşıyoruz” iddiasının alıcıları tükeniyor. ABD’de genç nüfus siyaset mafyasının sattığı hikâyeden uzaklaşıyor. İsrail’in sivil ve askeri kabineleri içinde kazan kaynıyor. Netanyahu ile Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın birbirini azı dişiyle ısırmadığı toplantı yok. Soykırım davasının seyri İsrail yönetiminin ayarlarını daha da bozabilir.

Fehim Taştekin ftastekin@gazeteduvar.com.tr

İsrail’in Gazze’de yürüttüğü savaş 100 günü geride bırakırken Filistin meselesini kuşatan yerel, bölgesel ve uluslararası denklemde beklenmedik değişimler yaşanıyor. 7 Ekim’deki Aksa Tufanı’yla ‘soykırım girişimine’ maruz kaldığı propagandasıyla dünyayı arkasına alan İsrail, ‘soykırım’ suçundan sanık sandalyesine oturtuldu. 76 yıldır varlık-yokluk savaşını ‘soykırım mağduriyeti’ üzerine kurmuş olan İsrail’in geldiği nokta müthiş bir başarısızlık. Uluslararası Adalet Divanı’ndaki (UAD) yargıçlar aynı zamanda kendi gelecekleriyle ilgili bir karar vereceklerinin farkında. İsrail ve destekçileri olası olumsuz kararları önlemek için bütün yolları deniyor. Fakat karar ne yönde olursa olsun İsrail soykırımla yargılanan bir ülke olarak insanlığın aklı ve vicdanında yankılanacak.
Apartheid tecrübesinin bilinçsel mirasıyla Güney Afrika, Lahey’e giderek unutulmayacak bir cesaret sergiledi. İsrail ve Batılı destekçilerinin Gazze’den görüntü akışını ve Filistin’le dayanışmayı önlemek için aldıkları bütün ahlaksız önlemler UAD’nin kapısında geçerliliğini yitirdi. Güney Afrika’nın hukuk ekibi acı tabloyu insanlığın vicdanına sundu.
İrlandalı Avukat Blinne Ní Ghrálaigh dünya tribününde İsrail’in Filistinlilere yaşattıklarını BM yetkililerinden alıntılarla "insanlık krizi", "yaşayan cehennem" ve "kan banyosu" olarak kayda geçirdi. Gazze’deki durumu "tüm nüfusu kuşatılmış, saldırı altında bırakılmış, hayatta kalmak için gerekli ihtiyaçlara erişimi engellenmiş benzersiz bir dehşet” diye tanımladı. Güney Afrikalı Avukat Tembeka Ngcukaitobi İsrailli liderler, bakanlar ve askeri yetkililerin açıkça soykırım niyetini ortaya koyan sözlerini “tüyler ürpertici, bunaltıcı ve inkâr edilemez" tanımlamalarıyla sundu. Ngcukaitobi’nin sunumu soykırım kastına dair aranan koşul için kritik önem arz ediyor.
Güney Afrika’nın iddiasını okuduğu birinci güne ekranlarını karartan ana akım medya, ikinci gün İsrail’in savunmasını yaysa da Gazze’yi soykırım bağlamında ele alan tartışmaları bitirme şansları artık kalmadı. Vicdanlı Yahudiler de Filistin’e ses veriyor!
Geçmişin soykırımcısı Almanya’nın günün soykırımcısına arka çıkması da rüzgârın yönünü değiştiremiyor. İsrail’den yana davaya müdahil olan Almanya’ya yanıtın 100 yıl önceki Alman soykırımının mağduru Namibya’dan gelmesi de pek manidar oldu. Namibya Cumhurbaşkanı Hage Geingob, “Namibya, Almanya'nın ırkçı İsrail devletinin Gazze'deki masum sivillere yönelik soykırım niyetine desteğini reddediyor” diye çıkıştı. Almanya’nın Namibya’da 1904-1908 arasında 20. yüzyılın ilk soykırımını gerçekleştirdiğini, bunun kefaretini ödemediğini ve soykırıma karşı BM Sözleşmesi’ne bağlı olduğunu iddia edemeyeceğini belirtip şimdi İsrail’e karşı ahlaki açıdan dürüst bir iddianameyi reddetmesinin şoke edici olduğunu vurguladı. Namibya First Lady’si Monica Geingos da zamansal çakışmaya dikkat çekti: Almanya'nın Herero-Nama soykırımı 12 Ocak 1904'te başladı, 12 Ocak 2024'te İsrail’e yönelik soykırım suçlamalarını reddetti.
İsrail’in 3 aydır medyatik hegemonya ile söyleyip durduğu iddialarını tekrarlaması fazla bir etki yaratmadı. Cumartesi ABD ve Avrupa’dan Asya ve Afrika’ya kadar çok sayıda “Şimdi ateşkes” ve “Soykırıma son ver” diyen gösteriler düzenlendi.


***
İsrail yönetiminden savaşın 100’üncü gününde Lahey’e meydan okuyan açıklamalar gelse de Yahudi devletinin paniklediğini gösteren bilgiler sızıyor. Mesela Axios’un ele geçirdiği İsrail Dışişleri Bakanlığı’na ait bir acil telgraf var. İsrail Dışişleri, büyükelçilerine, ev sahibi ülkelerdeki politikacılara, soykırım davasına karşı tutum sergilemeleri için baskı yapmaları yönünde talimat veriyor. Telgrafta mahkeme üzerinde kurulacak baskıda stratejik hedef olarak şunlar belirleniyor: “Mahkemenin ihtiyati tedbir talebini reddetmesi”, “İsrail'in soykırım yaptığına karar vermekten kaçınması” ve “İsrail ordusunun uluslararası hukuka göre hareket ettiğinin kabul edilmesi.” Telgrafta, "Mahkeme tarafından verilecek bir kararın, yalnızca hukuk dünyasında değil, aynı zamanda ikili, çok taraflı, ekonomik ve güvenlik açısından da pratik sonuçları olabilir" deniyor. Elçilerin bulundukları ülkelerden ne isteyecekleri de açıkça belirtiliyor: "Aşağıdaki doğrultuda derhal ve kesin bir kamuoyu açıklaması yapılmasını talep ediyoruz: ÜLKENİZİN İsrail'e karşı yapılan en çirkin, saçma ve temelsiz iddiaları reddettiğini kamuoyuna açık ve net bir şekilde ifade etmesi."
Bu telgraf İsrail’in öteki ülkelerle nasıl bir ilişki kurduğunu da tanımlıyor.
Tabii Başbakan Benyamin Netanyahu kendinden beklenen performansla "Hem güneyde hem de kuzeyde güvenliği yeniden sağlayacağız. Bizi kimse durduramayacak ne Lahey ne şeytan ekseni ne de başkası" dedi. Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi de “Hamas’a askeri baskıyı artırma ve savaşa devam etme planlarını onayladık” açıklamasını yaptı.
Halbuki soykırım soruşturmasının İsrail siyasetini köşeye sıkıştırdığı gayet açıktı. Soykırım duruşması yaklaşırken İsrailli askeri yetkililer Gazze’nin kuzeyinden geri çekilmenin başlayacağına, düşük yoğunluklu savaş aşamasına geçileceğine ve Filistinlilerin evlerine dönüşüne kontrollü olarak izin verilebileceğine dair mesajlar veriyordu. UAD’den operasyonun durdurulması yönünde olası kararın gerekçesini ortadan kaldırmaya yönelik bir ‘çekilme’ havası yaratıldı. Netanyahu da duruşmanın arifesinde "İsrail'in Gazze'yi kalıcı olarak işgal etme veya sivil halkını yerinden etme gibi bir niyeti yok. İsrail, Filistin halkıyla değil Hamas teröristleriyle savaşıyor" demişti. Duruşmadaki hava hoşlarına mı gitmedi? Dost ülkelerin baskılarının mahkeme üzerindeki etkisinin yetersiz kaldığını mı düşündüler? Yoksa bu şekilde mahkemeyi etkisizleştirmenin hesabını mı yapıyorlar?
Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki soruşturmayı 2009’dan beri tıkamayı başaran baskı ve kuşatma mekanizmaları UAD üzerinde ne kadar etkili olur kestirmek zor. İyimser beklentilerden gidilecek olursa mahkeme Gazze'deki askeri operasyonların derhal durdurulması ve soykırımı önlemek için tüm makul önlemlerin alınması yönünde ihtiyati tedbir kararı alabilir. Kararlara uymaması halinde Güney Afrika, İsrail aleyhine tedbirlerin alınması için meseleyi BM Güvenlik Konseyi’ne götürebilir. İsrail de burada Amerikan vetosuna bel bağlayacaktır. Fakat kararlar UAD’ye taraf tüm ülkeler için bağlayıcı. Ülkeler İsrail’e karşı kendileri tedbirler alabilir.
İsrail soykırımdan mahkum edilirse kartopu etkisi yapabilir; Fransa ve Hollanda’dan İtalya ve İngiltere’ye kadar eski sömürgeci güçlere davalar gelebilir. Halihazırda ABD’de Anayasal Haklar Merkezi (CCR), Kaliforniya Bölge Mahkemesi’nde Başkan Joe Biden, Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Savunma Bakanı Lloyd Austin'e karşı dava açmış durumda. UAD’den önleyici tedbir kararı çıkarsa onların da eli güçlenecektir.
Hasılı keyiflerinin kaçması için çok neden var. O yüzden bu davayı öldürmek için bütün ağırlıklarını koyabilirler. Tabii dünyaya demokrasi satan ABD kirli savaşıyor. George W. Bush’un Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde Amerikan suçlarını dava etmeye cesaret gösterecek ülkelere gözdağı vermek için çıkardığı ve “Lahey’i İşgal Et” diye etiketlenen yasa ortada. Yasa savaş suçlarından tutuklanan Amerikalı veya müttefik bir ülkenin askerini ve yetkilisini mahkemenin elinden kurtarmak için askeri müdahale yetkisi veriyor.


***

Soykırım davası savaşın 100 günlük bilançosunda İsrail aleyhine en önemli başlık. Dahası da var. Amerikalılar açısından kontrol etmekte zorlandıkları bir hasar var, giderek de büyüyor.
Biden yönetiminin fanatik desteği ABD’nin de küresel konumunu ziyadesiyle aşındırdığı için o tarafta da acınası bir kıvranma dikkat çekiyor. Blinken’ın dördüncü bölge turu bir bakıma Lahey’deki duruşmanın öncesinde gidişatı etkileme amacı da taşıyordu. Bir taraftan Blinken diğer taraftan özel temsilciler savaşı Hamas’a odaklı bir dönüşüme sokma, Gazze’de ertesi gün planına odaklanma, bölge ülkelerini direnişi baskılayıp Yahudi devletinin güvenliğini temin edecek uluslararası bir gücün oluşumuna ikna etme, Lübnan cephesinin açılmasını önleme ve İsrail’in boşalan kuzey bölgesini istikrara kavuşturma gündemiyle temaslar yürüttü. Bu temaslar aynı zamanda hasarı kontrol altına alma ve sarsılan ilişkileri kurtarma kaygısını yansıtıyor. Soğuk Savaş sırasında Orta Doğu’daki “sabit uçak gemisi” olarak görülen İsrail artık Amerikan çıkarlarını temin etmekten uzaklaşıyor. Hatta Washington’ın bölgesel ilişkilerine zarar veren bir yüke dönüşüyor. Yüksek düzeydeki Amerikan desteği ve korumasına rağmen 100 günün jeopolitik ve stratejik bilançosu bir hezimet tablosu sunuyor:
- Önceki savaşların üstesinden tek başına gelebilen İsrail’in Amerikan desteği olmadan durumu kurtaramadığı görüldü.
- Yüksek düzeyde kibir ve askeri üstünlükle örülü caydırıcılığını yitirdi. Gazze’ye yağdırdığı binlerce tonluk cephaneyle caydırıcılığını yeniden inşa edemedi.
- Öldürmek ve sakat bırakmakla yetinmeyip aç, susuz, biilaç bıraktığı Filistinlilerin iradesini kıramadı.
- Hamas’ı yok etme hedefinin hala uzağında. Diğer silahlı direniş grupları da beyaz bayrak çekmiş değil. “Bitirdik” dediği kuzeyde bile darbe alıyor, kayıplar veriyor.
- Filistinlileri Sina çölüne sürme planını kabul ettiremediler. Mısır bunu savaş nedeni saymakta kararlı. Ardından Ruanda, Kongo ve Çad gibi ülkelere gönüllü göç planı için temaslar yürüttüler ama sonuç alamadılar.
- Hamas’sız Gazze hedefiyle ertesi gün planı ABD’nin mekik diplomasisine rağmen şekillenemedi. ABD’nin İsrail tankı üzerinde Gazze’ye taşıma hayali kurduğu El Fetih yönetimi bile Gazze’deki direniş güçlerinin deklare ettiği pozisyona yakın durmak zorunda kalıyor.
- Hizbullah, Lübnan’ı taş devrine döndürme tehditlerini göğüsleyerek İsrail’in kuzeyindeki askeri tesisleri ve aygıtları felç eden atışlar yapıyor. ABD tam kapasite bir savaşa dönüşmediği sürece Hizbullah’ın kontrollü çatışma stratejisini hazmetmek zorunda kaldı. Lübnan topraklarında sınır boyunca 30 kilometre derinlikte tampon bölge oluşturulmasını istiyorlar ama nafile. Hizbullah’a baskı için kullandıkları Başbakan Necib Mikati bile mealen şu yanıtı veriyor: “Önce Gazze’de ateşkes sağlayın, sonra sınır güvenliğini müzakere edeceksek İsrail’in işgal altındaki Lübnan topraklarından çekilmesini konuşarak başlayalım.” Biçare Mikati; başka ne diyebilir ki!
- Abraham Anlaşmaları ile iki devletli çözüm taahhüdüne ihanet eden Amerikan yönetimi yeniden güncellenen bir Filistin davası ile yüzleşiyor. Arap rejimleriyle el sıkışarak Filistin davasının tabutuna çaktıkları çiviler yerlerinden fırlayıp suratlarına çarpıyor. Şimdi Blinken savaş öncesi denkleme dönmek ya da İsrail’le kucaklaşmaya ramak kalmış ülkeleri normalleşme sürecine sabitlemek için uğraşırken yalandan da olsa Filistin devletinin kurulması taahhüdünü yenilemek zorunda kalıyor. Amerikan-İsrail ekseninin gizli ortağı Suudi Arabistan bile ateşkes ve iki devletli çözüme dönme koşulunu öne sürüyor. Bu taleplerin iletildiği Netanyahu’dan olumlu bir laf alamadıkları aktarılıyor. Yani Blinken’ın dördüncü turu ‘yüz kurtarma’ amacına bile yetecek sonuçlar vermiş değil.
- Gidişattan memnun olmayan kimi Amerikalı yetkililer, İsrail’in ABD’nin başına çorap örmesinden korkar hale geldi. Fakat İsrail’i koruma ve kollama misyonu ABD’yi korktukları şeye yaklaştırıyor. Kızıldeniz’deki son tırmanışı ABD’nin Çin ve Rusya’nın istediği tuzağa çekilmesi olarak görenler de var. Pek haksız sayılmazlar. Amerikan-İngiliz ikilisi geçen hafta, Filistin’le dayanışma için İsrail bağlantılı gemileri hedef alan Yemen’deki Husileri vurdu. Sana’da milyonluk gösteriyle saldırganlara meydan okuyan Husiler Amerikan-İngiliz çıkarlarını meşru hedef ilan etti. Çin ve Rusya, BM Güvenlik Konseyi’nde ABD-İngiliz ikilisinin Yemen’i vurmak için kullanacağını bile bile Husilere karşı tasarıda çekimser kalarak bu yolu açtı. Şimdi saldırgan taraflar “Çin ve Rusya bize tuzak mı kurdu” diye kendi kendilerine sorabilirler. Refah Muhafızı adını verdikleri uluslararası deniz gücünde bölgede sadece Bahreyn gibi ‘uydu’ rejimin yer alması bile yalnızlığı resmediyor. Bu deniz gücünde ismi geçen Fransa, İtalya ve İspanya’nın çekilmesinden söz etmiyoruz bile. Ya da Kızıldeniz’de çıkarları zarar gören Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın Husilere karşı husumetlerine rağmen tarafsız kalmalarından…
- Irak tarafında Gazze ile dayanışma adına Haşd’uş Şaabi güçlerinin Amerikan üslerine saldırıları devam ediyor. ABD yanıt verdikçe Irak hükümeti üzerinde “Amerikan güçlerinin çekilmesi için gerekeni yap” diye baskılar artıyor. Suriye tarafında da Amerikalılara huzur yok!

***
Ana akım medyadaki müthiş karartma ve alınan önlemlere rağmen dünya kamuoyunda “Hamas’la savaşıyoruz” iddiasının alıcıları tükeniyor. ABD’de genç nüfus siyaset mafyasının sattığı hikâyeden uzaklaşıyor. İsrail’in sivil ve askeri kabineleri içinde kazan kaynıyor. Netanyahu ile Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın birbirini azı dişiyle ısırmadığı toplantı yok. Soykırım davasının seyri İsrail yönetiminin ayarlarını daha da bozabilir. Tel Aviv’i fazla üzmeyen bir karar çıksa bile bu savaş İsrail’in dünyanın geri kalanıyla ilişkilerini belirleyecek en önemli mesele haline geldi. Bunun etkilerini Filistin’e hayat vermeden de izale edemezler. Evet Filistinliler çok ağır bir bedel ödüyor ama Filistin davası da diriliyor. İsrail’in istemediği en önemli sonuç buydu.

Tüm yazılarını göster