Referanduma sadece üç gün kaldı. Birçok tuhaflık yaşanıyor referandum öncesi süreçlerde. Aklıselime uymayan işler yapılıyor... Genel bir korku ve sindirme ikliminde gerçekleşiyor bu referandum. Mesela Atilla Taş’ı tutuklamak neydi? Bundan otuz yıl sonra herhangi biri araştırmaya kalksa ne bulacaktı onun tutuklanması hakkında? Tutuklanmıştı. Çünkü referandum vardı. Çünkü habire tweet atıyordu. Çünkü insanlara çok sempatik geliyordu. Çünkü... Öyle mi?
Sözün bir kıymeti olmalı. Söz de durup dururken kıymet kazanamıyor. Yurttaşların seçim yapma iradesi ve özgürlüğü çerçevesinde ve bu çerçeveye saygı duyarak kendini ortaya koymuş bir Evet seçeneği yok karşımızda. Evet seçeneği bu anlamda kendi ayakları üzerinde duran bir seçenek olamıyor. Olabilseydi eğer bir ülkede bir sistem/rejim değişikliği öneren bir söz olarak kendi kıymetinin farkına varır, kazanmak için yarışırken töhmet altında kalacağı her tür koşuldan fersah fersah uzak dururdu. Öyle mi oldu? Dünya âlem biliyor ki olmadı...
Referandumda yarışacak iki farklı yaklaşım söz konusuysa, bir yarışma etiğinin de asgari ölçülerde benimsenmesi ve gözetilmesi gerekirdi. Oysa Hayır seçeneği bu yarışta mümkün olan her yolla baskılandı. Hayır’la yarışmak hiç göze alınamadı. Hak hukuk ayaklar altına alındı ve bu yapılırken Evet cephesinde hiçbir itiraz duyulmadı. Kendi kıymetini bu kadar ihmal etmiş bir Evet seçeneği seçime gidiyor şimdi... İhtimal vermiyorum ama diyelim ki sandıktan Evet çıktı, göğüslerini gere gere kazandık diyebilecekler mi o zaman?
Karşımızda Anayasa’daki değişikliklerin içeriğine hemen hemen hiç ilgi göstermeksizin, Erdoğancılık, Reisçilik ya da en iyi ihtimalle AKP’cilik yaparak, Evet diyecek olan geniş bir kesim var. Bunu bizzat dile getirenler var. Böyle bir referandumda bu durum Evet’in kıymetini bir seçenek olarak sorunlu hale getiriyor. Hayır diyenler arasında Erdoğan’a ya da AKP’ye karşı olduğu için önlerine getirilen her şeye Hayır diyecek olan yok mu diye sorulabilir kuşkusuz. Var, hem de çok var. Fakat bunun böyle olması, Hayır’ın bir seçenek olarak kıymetini azaltan bir durum olmuyor kendi başına. Hayır diyecek olan kesimleri töhmet altında bırakmıyor. Zira oyunun kuralını ve etiğini bozan, hukukunu askıya alan ve diğer oyuncuların kendini ortaya koyma imkanları üzerine çöreklenen onlar değil.
Eğer bu söylediklerim kulağa haksızlık gibi geliyorsa, bu haksızlığı Evet diyen kesim kendi kendine yaptı. Hayır demek isteyenlerin bu Hayır’ı savunma hakkını, “Ha” demeden ellerinden almak, Evet’i de adil bir seçenek olmaktan çıkardı. Herhangi bir yarışta ya da oyunda bile bu böyledir; bir kıymetinizin olması için adil olmanız gerekir. Evet seçeneğine gelince, yöresel bir deyişle, “kendi kendini kıymetsiz etti.”
Oysa Hayır’ı destekleyen taraflara da adil ve eşit bir bilgilendirme imkanı sağlanmalıydı. Kutuplaşma siyasetinin dışına çıkarak müzakere ciddiyetle ilerletilmeliydi. Değiştirilmesi önerilen maddelerin alternatif biçimlerinin neler olabileceği de olgunlukla değerlendirilmeliydi. Muhalefetin görüşlerini toplumla paylaşabilmesi için gereken her şey yapılmalıydı. Heyhat! Hiçbiri mümkün olmadı. Daha doğrusu, böyle adil bir referandum beklentisi zaten hiç oluşmamıştı...
Televizyon tartışma programları, “İsmail Saymaz yedi düvele karşı” döneminde olduğu gibi, tek tabancalık bir muhalefete bile imkan tanımıyordu. Zaten tartışma filan yoktu da çeşitli programlar vardı. Bu programlarda da AKP’li politikacılar, AKP’li gazeteciler, akademisyenler ve varsa tabii anayasa hukukçuları birbirine pas atıp duruyordu. Kısacası, Hayır blokunu duymayı ve duyurmayı kesin biçimde reddettiler. Hiç mahcup olmadılar. Hiç sıkılmadılar...
Bu kadar da değildi. 7 Haziran’ın tamamen yok sayılması gibi, 1 Kasım seçimlerinin sonuçları da yok sayıldı. Güçlü bir muhalefet retoriği ortaya koyma şansı olan bütün siyasetçiler ve bütün vekiller cezaevlerine tıkıldı. Oysa o vekillerin hepsi bir değil iki kez sandıktan çıkmıştı... Sözüm ona milli iradeyi çok önemsiyorlardı, değil mi?
Muhalefetin ucundan kıyısından ilişebileceği bir minder bile bırakmamışlardı medya alanında. Maalesef çok cılız kalan CHP muhalefetine bile tahammülleri kalmamıştı. Oysa azıcık tahammülleri olsa, Evet demeye aktardıkları bir dünya kamu kaynağı, imkan, yol, su, elektrik, billboard, TRT spotlamaları filan da bir parça meşruiyet kazanabilirdi. Ama kimsenin hiçbir meşruiyet derdi yoktu. Muhalefete mütemadiyen suç isnat ediliyor, kendilerine gelebilecek her tür suçlamayı, büyük bir cevvallikle, onlar muhalefete yöneltiyordu! Olan bitenin bu derecesine insan inanmakta ciddi ciddi güçlük çekiyordu. Anlıyoruz ki aslında başka şansları da yoktu.
Maalesef böyleydi... Dünyayı baş aşağı çevirmiş, adalet duygusunu ve hukuku ayaklar altına almış, rakibine hakça davranmamış bir Evet seçeneği vardı bir tarafta. Diğer tarafta da bütün imkansızlıkların, tartaklamaların ve insafsız saldırıların arasından yürüyen, yine de gelecek güzel günlere gülümseyen bir HAYIR...
Bundan sonrası 16 Nisan...