Suat Derviş kitabının yazarı Liz Behmoaras: İyi ki onu yazmışım...
Liz Behmoaras’la 'Suat Derviş: Efsane Bir Kadın ve Dönemi' kitabını konuştuk. Behmoaras, "Gazeteci Suat Derviş için yaşadığı dönemin önemli ve olabildiğince dürüst tanığı diyebiliriz" dedi.
Özlem Karahan
DUVAR- Osmanlı’nın son yıllarına, Cumhuriyet’in kuruluşuna, dünya savaşlarına tanıklık etmiş bir kadın Suat Derviş. Bugün en çok 'Fosforlu Cevriye' adlı eseriyle bilinse de yaşamı ve eserleriyle hem edebiyatımızda hem Türkiye siyasi hayatında hem de gazetecilikte izler bırakmış bir yazar ve aktivist. Nâzım Hikmet’in ilk aşkı, hiçbir baskıya eğilmeden duygularını yaşamak için gözlerini karartmaktan kaçınmamış bir “Efsane Kadın”…
Yazar Liz Behmoaras’ın ilk kez 2008 yılında yayımlanan biyografi kitabı 'Suat Derviş: Efsane Bir Kadın ve Dönemi', Suat Derviş’in tüm bu yönlerini, hayat hikâyesini dönemin tarihi olayları eşliğinde anlatıyordu. Eser, yenilenmiş ve zenginleştirilmiş içeriğiyle üçüncü baskısını İthaki Yayınları etiketiyle yaptı.
Şimdiye kadar kaleme aldığı romanların yanı sıra 'Kimsin Jack Samanon?', 'Mazhar Osman: Kapalı Kutudaki Fırtına' ve 'Bir Kimlik Arayışının Hikâyesi' adlı biyografi kitaplarına da imza atan Liz Behmoaras’la kitabı, Suat Derviş’i ve daha birçok şeyi konuştuk.
Suat Derviş’in hayat hikâyesi üzerinde çalışma fikri nasıl ortaya çıktı? Neden Suat Derviş?
Çoğu biyografimde olduğu gibi önceden düşünülüp planlanmış bir proje değildi. 2000’li yılların başında, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, bir gazetede yayınlanan “Başı Eğilmeyen Kadın” başlıklı birkaç satırlık bir makale, Nâzım’ın onun için yazdığı şiirden bir alıntı ve bir fotoğraf, bende anlatılan kişiyi daha iyi tanımak ve tanıtmak isteğini uyandırdı. Hem Suat Derviş, biyografilerini yazdığım diğer kişiler gibi tarihimizin belki de en önemli dönemi olan Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş döneminde yaşamış biridir ve omuzlarında kendi kişisel çelişkileriyle birlikte, bu geçişe has çelişki ve sorunların yükünü taşır. O açıdan da ilgimi çekti.
Osmanlı burjuvazisinde büyümüş, eğitimli, cesur ve entelektüel bir kadın. Hayatının büyük kısmını, içinde yetiştiği burjuvaziyi eleştirerek, toplumdaki ezilen sınıflar için mücadele ederek geçirmiş bir devrimci. Hissettiği duyguları her seferinde, tüm baskı ihtimallerini göze alarak yaşamış bir âşık. Bu hayat öyküsünde sizi en çok etkileyen yanlar neler oldu?
Hayat öyküsünde beni etkileyen yanlar pek çok sayıda. Gazeteci olarak atılganlığı, cesareti ve Türk toplumunun sorunlarına eğilişi; romancı olarak çalışkanlığı, üretkenliği, yazma yeteneğini ideolojisinin hizmetine sunuşu, genelde döneminin çok ilerisinde düşünüp hareket edişi ve ailesiyle hiç kopmayacak güçte bağlar oluşturması... Babasına sonsuz bir hayranlık duyarken, annesine ve erkek kardeşine her daim kol kanat germiş, ablasıyla ise yaşamı boyunca, zaman zaman karşılıklı bir bağımlılığa dönüşen müthiş bir dayanışma içinde olmuştur.
Sizin anlatımınızla söyleyecek olursak, oyuncaklarını bıraktığında kâğıt kaleme sarılmış, oyunlarına hikâyeler ve şiirlerle devam etmiş. Biz onu en çok 'Fosforlu Cevriye'yle bilsek de onlarca romana, çeviriye, makaleye imza atmış, sürekli üretmiş bir yazar Suat Derviş. Onun eserlerini ve romancılığındaki dönüşümü bir edebiyatçı olarak nasıl değerlendirirsiniz?
Bence romancılığını birçok farklı evrede inceleyebiliriz: Genç kızlığında genelde hem Batı’nın etkisini taşıyan hem de yetişmiş olduğu korunaklı ortamda geçen, Paul Bourget’inkiler gibi deneysel psikolojik analize dayalı ya da J. K. Huysmann’ınkileri andıran gotik tarzda eserler verir. Sonraları, özellikle Almanya’da geçirdiği yılların ve Sovyetler Birliği’ne yaptığı uzun gezinin sonucunda eserleri güçlü toplumcu gerçekçi mesajlar taşımaya başlar. Bu akımın Türkiye’de öncüsü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yaşlılığında ise terk etmediği toplumcu gerçekçiliğe müthiş bir duyarlılık ve ince psikolojik analizler gibi kendine has unsurlar katar; bunlara paralel olarak da ne yazık ki sadece geçinme kaygısı içinde aceleyle yazılmış popülist ve özensiz eserlere imza atar. Yine de hepsindeki ortak payda, yazarın kendisi ve yakınlarıyla hesaplaşmasına olanak sağlamalarıdır. Suat Derviş’in kendisine, yakınlarına ve onlarla ilişkilerine hemen her romanında az ya da çok maskelenmiş halde rastlamak mümkündür.
Gazeteciliğinin romancılığını beslediğini söyleyen Suat Derviş, erkek egemenliğinin zirvede olduğu bir dönem ve sektörde adını duyurmuş bir kadın gazeteci. Özellikle yaşadığı çağ ve ülke manzarası da göz önüne alındığında, gazetecilik mesleğinde Suat Derviş’in bıraktığı izlerden söz edebilir miyiz?
Gazeteci Suat Derviş için yaşadığı dönemin önemli ve olabildiğince dürüst tanığı diyebiliriz. Düşünsenize; sırasıyla İstanbul’un işgaline, Kurtuluş Savaşı’na, Lozan Antlaşması’na, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna, 1920’lerin çılgın Berlin’in “tabula rasa”sına ve Sovyetler Birliği’nin yeni kurulan düzenine, tek partili rejimin acımasız sansürüne rağmen “kelle koltukta” tanıklık etmiştir makale ve röportajlarında. Gazete yazılarının daha başka özellikleri de Türk toplumunun her kesitinin sorunlarına eğilip çare aramaları ve asla hiç kimseye, hiçbir iktidara yaranmaya çalışmamalarıdır.
Erkeklerin egemenliğindeki Babıâli’yle bugünün medyasını karşılaştırdığımızda, bir gazeteci olarak bugün sektörü ve bu sektörde kadın gazeteci olmayı nasıl yorumlarsınız?
Bence günümüzde sadece gazetecilik alanında değil, hemen bütün alanlarda ve tüm dünyada yaşam kadınlar için henüz tam olması gerektiği kadar değilse de çok daha kolay. Tabii, bazı trajik diyeceğim istisnalar haricinde…
Suat Derviş’in siyasi çalışmaları, muhalif kalemi onun hem iktidardan büyük baskılar görmesine hem de gazetecilik mesleğini yapamamasına, dışlanmasına yol açmış. Yine günümüzle kıyasladığımızda “özgür gazetecilik” idealine yaklaşma konusunda daha ileride mi Türkiye? Nasıl bir manzara gözlemliyorsunuz?
Gazetecilikte kolaylık ve özgürlük farklı kavramlardır. Evet; şimdi gazeteci olarak sivrilmek kadınlar için daha kolay olabilir. Ancak kendimi bildim bileli, Türkiye “basın özgürlüğü”, “özgür gazetecilik” idealine hiçbir zaman tam ulaşamamıştır. Yine de kırklı yıllardan bu yana epey yol kat edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kitap bir yandan Suat Derviş’in hayat hikâyesini sunarken bir yandan da dönemin sanat, siyaset ve basın dünyasıyla ilgili kapsamlı bilgiler içeriyor. Bu kapsamda, bu kitap için hem tarih hem biyografi anlatısı denebilir mi?
Elbette. Hele Suat Derviş gibi aktivist birinin yaşam öyküsünün, döneminin sanatsal, edebi ve siyasi olaylarıyla iç içe olup onu bir şekilde yansıttığı da söylenebilir.
Suat Derviş yüz yıl önce değil de bugün aynı hayatı aynı yollardan giderek yaşasaydı daha mutlu ve kolay bir hayatı olur muydu sizce?
Düşünür, yazar çizer aydın kişiyi kâğıda döktüğü fikirlerinden ötürü cezalandırma alışkanlığı ne yazık ki hâlâ kaybolmuş değil. Ancak Suat Derviş’in o dönemde yaymaya çalıştığı ideolojiyi savunmak artık suç olmaktan çıktığından, eğer bugün yaşasaydı ülkesinden kaçıp Avrupa’da on yıl boyunca gönüllü sürgün olarak yaşamaya mecbur kalmazdı. Ayrıca onun gibi mücadeleci ve cesur bir yaşam süren kadınların sayısı katbekat artmış olduğundan, belki de biyografisi yazılmaz, kendisinden o kadar söz edilmezdi. Sadece romancılığıyla öne çıkardı. Sonuçta hayatı daha mutlu ve kolay olur muydu bilemem ama kesinlikle onu farklı şekilde sürdürürdü.
Bir söyleşinizde Suat Derviş için “en sevdiğim biyografi kahramanım” diyorsunuz. Bu kitabınızın isminde de kendisine “Efsane Kadın” diyorsunuz. Onu sizin için efsane yapan şeyler neler?
Yukarıda saydığım hasletlerin yanı sıra başını asla eğmemesi…
Suat Derviş’in hayatını kaleme alırken sizi en çok zorlayan noktalar nelerdi?
Yaşamının bazı dönemleriyle ilgili yeterli belge, özellikle de mektup bulunmaması beni epey zorlamıştı. Ayrıca bütün biyografilere has sorunlarla karşılaşmıştım. Örneğin, “Belge eksikliğinden dolayı kişinin yaşamında boş kalmış parantezler hayal gücüyle nasıl ve ne kadar doldurulabilir?”, “Tarafsız bir portre oluşturma uğruna, artık hayatta olmadığından kendini savunamayacak bir kişinin zaaflarının ve olumsuz yönlerinin ne kadarı anlatılabilir?” gibi sorular kafamı sürekli kurcalıyordu. Yanıtlarını bulmuş olduğumdan da pek emin değilim.
Bu kitap üzerinde çalışmaya başlamadan önce nasıl bir Suat Derviş vardı zihninizde? Tanıdıkça, anladıkça ve anlattıkça, finalinde nasıl bir Suat Derviş’e ulaştınız?
Suat Derviş biyografisi için bir yandan araştırıp okumaya, bir yandan da bir yazı taslağı oluşturmaya başladığım anki sevinci, heyecanı, beynimde tavan yapan adrenalin dozunu dünmüş gibi hatırlıyorum. Çalışarak, üreterek, yaratarak ama aynı zamanda eğlenerek, sevip sevilerek, bol bol gülüp bir o kadar ağlayarak sürülmüş, acı ve yenilgilerin mutluluklar ve başarılarla adeta el ele verdiği bu yaşam hikâyesini kaleme almakla müthiş bir serüvene atıldığımı baştan hissetmiştim.
Hissetmiştim dememin nedeni şu: Aslında tam olarak nasıl biriyle karşılaşacağımı tabii ki baştan bilmiyordum. Birinin biyografisini yazmak, hakkında fikir sahibi olup esasen iyi tanımadığınız bir insanla uzun bir yolculuğa çıkmaya benzer. Bazen beklediğinizin çok üstünde hasletlere sahip bir kişiyle karşı karşıya gelir, bazen de aksine, büyük bir hayal kırıklığına uğrarsınız. Ben Suat Derviş’le hayal kırıklığına uğramadım; yol boyu dinlediğim ya da okuduğum ve bazen birbiriyle cidden çelişen farklı tanıklıklar beni düşünmeye itiyordu: Gerçek Suat kimdi? Dur durak demeden çalışan korkusuz gazeteci - yazar, kendini halkın refahına adamış ödünsüz ve disiplinli solcu mu yoksa canı sıkıldıkça kanındaki yüksek şekere rağmen Divan Pastanesi’ne çikolatalı pasta yemeğe giden ve akşamları peş peşe viski kadehleri deviren, iradesine yenik kadın mı? Reşat Baraner’le evliliği, anlattığı ve anlatıldığı kadar mükemmel miydi? Hamiyet söylendiği gibi ona hep destek mi olmuştu yoksa o mu Hamiyet’in sorumluluğunu, tıpkı kardeşininkiyle annesininkini üstlendiği gibi yüklenmişti? Muhtemelen gerçek hep olduğu gibi; ne tam o yönde ne de bu yönde ama ortada bir yerdeydi. Ya da belki konjonktüre göre değişiyordu. Sonuçta onu tanıdıkça daha çok belirginleşen günahları ve sevaplarıyla, hakkında düşündüğüm; “İyi ki onu yazmışım” oldu.
Kurgu eserlerin yanı sıra biyografi türünde de birçok kitap kaleme aldınız. Biyografi türüne yakınlığınızın nedenleri neler?
Onu heyecan dolu bir serüven gördüğüm için. Bir biyografi yazarı gerekirse başka bir döneme hatta başka bir evrene ışınlanır... Tıpkı yılanların deri değiştirdikleri gibi, cinsiyet, ortam, aile değiştirir... Başlangıçta kendisine yabancı birinin ayak izlerini bir dedektif gibi sürer. Zira bir ölüye kendi sözcüklerini, kendi nefesini, hatta bazen kendi belleğini ödünç vererek onu diriltmeye çalışmaktan geçer üstlendiği iş. Konusunu da asla bir tesadüf eseri seçmez çünkü bir yazarla seçtiği biyografi kahramanı arasında, ilkinin çoğu zaman bilinçaltından kaynaklanıp onu ikincisine kaçınılmaz bir şekilde taşıyan görünmez bir bağ vardır. İşte o görünmez bağdır bana Suat Derviş’in ve ondan başka, sırasıyla İttihatçı büyük dedem Jak Samanon’un, Türkiye’de psikiyatrinin atası sayılan Doktor Mazhar Osman’ın ve gönüllüce Türkleşmiş Osmanlı Yahudisi yazar, filozof, gazeteci Munis Tekinalp’in yaşam öykülerini yazdıran.