Çağımız “asla yeterince bir şey olamama çağı” biçiminde tarif
edilebilirmiş gibi geliyor bana. İnsanlar ne yaparlarsa yapsınlar,
örneğin, asla yeterince devrimci, yeterince yurtsever, yeterince
‘yerli-milli’, yeterince ‘Müslüman’, yeterince ilerici, yeterince
demokrat vs. olamıyorlar. Yapıp ettiklerimiz nedeniyle, yani eylem
ve edimlerimizin pozitif içerikleri nedeniyle değil, asla yeterince
bir şey olamadığımız için suçlanıyoruz ve başkalarını da bu yönde
suçluyoruz çoğunlukla. Yıllar önce, bir arkadaşıma, artık sanığın
da tanığın da yargıcın da savcının da üst üste bindiği bir çağda
yaşamakta olduğumuzu söylemiştim. Bağışlanmadan ya da ‘telafi edici
bir cezadan’ yoksun bir çağ…
Geçen sene, Behçet Çelik’in bir öyküsünden hareketle, Tanıl Bora
yazmıştı, kuytularda biriken,
pusuya yatıp birileri tökezlesin diye bekleyen bir zehir üzerine.
“Suçluluk duygusunu, başkasını suçlandırmaya çeviren zehir” diye
tarif ediyordu bu zehri. Negatif bir mübadele olarak da
görülebilecek bir olgu bu. Antropolojinin bir terimini olumsuz
biçimiyle uygularsak bir tür negatif potlaç da diyebiliriz buna.
Bir olumsuz karşılıklılık hali… Bu defa orta yerde hiç kimsenin
üstlenmek istemediği, sahibini arayan, sürekli ortalıkta dolaşan
bir suçluluk duygusu var potlaç yerine. Alan hemen bir başkasına
iade ediyor. Kaçmak da mümkün değil, çünkü yine Bora’nın Iris
Murdoch’tan aktardığı üzere, “Suçluluk duygusu çoğu kez ithamlardan
kaynaklanır, suçlardan değil.” Özellikle de kimi netameli
konularda… Üzerine düşünmemek zaten suçtur; üzerine düşünürsünüz,
öyle düşündüğünüz için suçlu olursunuz; düşünme biçiminizi
değiştirirsiniz örneğin, bu defa da ısrarınız nedeniyle
suçlusunuzdur. Evet, evet, asla yeterince ‘iyi’ değilsinizdir.
İyi olmamanın değil, yeterince iyi olmamanın acısı fena
çıkarılır insanlardan. Bir ortak zevk alanına yapılmış bir çağrıyı
reddetmeniz bile yeterlidir bu kolektif histerinin hedefinde
kendinizi bulmanız için. Elbette pis bir asimetrik ilişki de
varsayılmaktadır bu acı çıkarma histerilerinde; pis, kokuşmuş bir
iktidar ilişkisi… Pis ve kokuşmuş, çünkü sözüm ona bütün
hiyerarşileri dağıtmak adına hareket etmektedir; ama bu öznenin
ilgilendiği tek şey yine kendisidir. Arzusu hoşuna gitmeye
çalışmanızdır; dolayısıyla talebi de kendisine yaltaklanmanızdır.
Sözde eşitlik talebi bu arzusunu maskeler. Maske düşürme arzusu
bile çoğun kendisini bu türlü taleplerin arkasına saklar. Üstelik
Platon’un mükemmel kavramsallaştırmasıyla, ‘geometrik eşitlik’ ile
‘aritmetik eşitliğin’ birbirine karıştırılması da söz konusudur
burada. Örneğin benim, eşit olduğumuz varsayımıyla, örneğin Michio
Kaku’ya fizik bilimi konusunda züppelik etmem, bu karıştırmanın bir
örneği olabilir. “Arzularımız olduğu sürece maskeyle yol alırız”
diyordu Ricoeur. Züppelik de çoğunlukla bu türlü söylemlerin
arkasına saklanır.
Yeterince iyi olmamanın ve herkesi (kendini de) yeterince iyi
olmamakla suçlamanın Müslüman görünümüne Fethi Benslama
‘üst-Müslüman’ adını veriyor: “Bir Müslüman’ı çok daha fazla
Müslüman olması gereken bir Müslüman tasarımı aracılığıyla, olduğu
haliyle kendi Müslümanlığını aşmaya iten baskıya ‘Üst-Müslümanlık’
adını veriyorum. Doğru yoldan saptığına dair kendi kendine
yönelttiği eleştirilerin ve kendisini günlerce en kötü ahlaki
suçlarla damgalayıp ‘cehennemde yanacak’ bir varlık olacağını ileri
süren telemedyatik vaiz ordularının tacizlerinin pençesindeki bir
öznenin tutumudur bu.” Benslama’nın söylediklerinin salt
İslamcılara değil, kültür olarak İslam dünyasına da uygun olduğu
kanısındayım. Özellikle de bizim dünyamız üst-yurtseverden,
üst-devrimciden, üst-eşitlikçiden ve elbette üst-Müslüman’dan vs.
geçilmezken…
Bir ideal adına gerçekliğin eleştirisi değildir bu. Bir ideal
benlik kurgusu adına tek tek bireylere yöneltilen ithamların
oluşturduğu, negatif bir karşılıklılık biçiminde deveran eden bir
simgesel mübadele dünyasıdır bu. Suçluluk duygusundan yakasını
kurtaramayan, bu nedenle de sürekli kurban arayışında olan bir
dünya… Adeta kişi, başkasını suçlayarak, yani suç bir simgesel
nesneyse eğer, bu nesneyi başkasına ‘vererek’ suçun kendinde
olmadığını ortaya koyacak, başkasının ‘suçlu’ olması hasebiyle de
kendi masumiyetini teminat altına alacaktır. Benslama
“Üst-Müslümanlar Allah’ın dünyadaki sesi olmak ister, ateşli
inançlarını taşımayanlara nefretlerini haykırır” diyor.
Üst-diğer-şeyler de böyle değil mi Allah aşkına?