Suçlunun yeraltı sığınağından bir ulus yaratmak

Seval Şahin’in 'Cinai Meseleler' çalışması, 'Osmanlı-Türk Polisiye Edebiyatında Biçim ve İdeoloji' alt başlığıyla İletişim Yayınları tarafından yayımlandı.

Abone ol

Suç temalı Hollywood yapımı film ve dizilerin çoğunda, "otoyol-otoban katili" temalı filmlere sıklıkla rastlanır. Otoban katili denmesindeki neden, yol denetimlerinin az oluşu ve katillerin olay mahallinden kısa sürede uzaklaşmalarına imkân veren kentleri birbirine bağlayan otobanların varlığıdır. Pek söylenmez ama bu cinayetlerin çoğu aydınlatılamamıştır fakat izlediğimiz filmlerin çoğunda olayı aydınlatan zeki, çalışkan, güçlü ve katilden daha akıllı bir dedektif hep vardır. Polisiye roman ve filmlerde katili zayıf ve saplantılı, dedektifi akıllı ve güçlü resmediyor olmanın politik bir tarafı daima vardır. Devleti ya da hükümeti temsil eden polisin katilden hem güçlü hem de zeki olması suçu önlemede önemli bir psikolojik üstünlük sağlar kanun adamlarına. Bu psikolojik üstünlük gerekli bir şeydir, aksi halde suçu önlemede politik olarak başarısız olunurdu. Dolayısıyla psikolojik üstünlüğün yararı, ne olursa olsun suçun engellenebileceğine dair yurttaşların inandırılmasıdır.  

David Fincher imzalı 'Mindehunter'(1) isimli dizi tam da bu konuyu işler. Amerika Birleşik Devletleri’nin 1970’lı yıllarını anlatır dizi. FBI ile Akademi'nin Psikoloji bölümü arasında suçlu psikolojisi üzerine ortak bir çalışma yürütülmesi kararı alınır, ardından uygulamaya geçilir. Bu çalışmanın amacı suçlularla bir dizi görüşmek yapmak, suçu işleme nedenlerini analiz etmek ve ardından suçlu psikolojisine dair bir veri tabanı hazırlamaktır. Çalışma başarılı olur, suçu önlemede psikolojik üstünlük pek çok cinayet sonrası polis dedektifinin eline geçer, çoğu zaman ikinci bir cinayet işlenmeden katil yakalanır. Bu açıdan bakıldığında polisiye tedbirlerin hiçbir zaman toplumsal değişimlerden ve kent sosyolojisinden bağımsız ele alınmadığını görüyoruz. Her toplum kendi suçlusunu yarattığı gibi kendi önleyici tedbirlerini de yaratır. Literatüre "otoyol-otoban katilleri" olarak geçen seri katilleri, kentlerden ve yollardan ayrı düşünülememesi buna verilebilecek en çarpıcı örneklerden biridir. Kentleri sınıfsal bir çatışmanın merkezi, suçun, suçlunun, kahramanın, kazananın ve kaybedenin birlikte yaşadığı bir yer olarak görmek, suçun ortaya çıkış nedenini incelemek kadar suçun önlenmesinde de o denli önemlidir. Polisiye film ve edebiyatı değişen toplumla birlikte ele almak, bizi toplumların ve ulusların bir araya gelme motivasyonuna kadar götürebilir.

Polisiye edebiyatı ve sinemayı toplumların bir araya gelme motivasyonunu, ulusların psikososyal değişimi üzerinden okumak abartılı gelebilir. Seval Şahin’in 'Cinai Meseleler' çalışmasının bu konuda aydınlatıcı olduğunu söylemek mümkün.

'Cinai Meseleler', Seval Şahin’in polisiye edebiyatı hakkındaki doktora çalışması, kitabın ilk bölümü polisiye edebiyatın dünyadaki yerini tartışıyor. Özellikle referans aldığı, Van Dine, Dorothy L. Sayers, Willard Huntington Wright, C. Day Lewis gibi bazı eleştirmenlerin polisiye edebiyat hakkındaki düşüncelerini okumak öğretici. Kitapta, Van Dine’ın American Magazine dergisine yazdığı polisiye roman için yirmi kuralı, Ronald A. Knox’un dedektif anlatısının on kuralı ve François Fosça’nın cinai roman/katili bulma romanı alt türlerine karşılık sekiz kuralı türün meraklısı için özellikle dikkat çekici. Her ne kadar ilk kısmı dünya polisiye edebiyatını anlatsa da diğer bölümleri, Osmanlı-Türk polisiyesinin yayımlandığı 1884’ten 1928’e kadarki yerli polisiye metinleri mercek altına alıyor. Kitap, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ile Cumhuriyetin kuruluş yıllarında yazılan polisiye romanlarda, Türk ulusunun oluşmasının ideolojik arka planını ele alıyor. Bu romanların hemen hemen hepsinin ortak duygusu, dedektif ve suçlu arasındaki ilişkinin oluşan yeni toplum ve yaratılan ulustan bağımsız değerlendirilmeyeceği ile ilgili tespitlerdir.

Şahin, kitabın üçüncü bölümünün girişinde Benedict Anderson’un 'Hayali Cemaatler' kitabından referansla şöyle bir yorum yapar: "Benedict Anderson, 'Hayali Cemaatler' kitabında ulus, milliyet ve milliyetçilik kelimelerinin siyasi bir form olarak değil kültürel bir form olarak değerlendirilebileceği üzerinde durur. Bu kültürel form yapılabilir, hayal edilebilir bir unsur şeklinde ortaya çıkar. Anderson ulus için ‘hayal edilmiş siyasi topluluktur-kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de sınırlılık içkin olacak şekilde hayal edilmiş bir cemaattir’ (Anderson, 2004:20) tespitinde bulunur. Bu açıdan bakıldığında Osmanlı-Türk polisiyelerinde çete suçları, yani örgütlü suçların ön planda gelmesi anlaşılır bir nitelik kazanır. Bu çete üyeleri tıpkı ulus gibi hayal edilmiş bir cemaatin üyesidirler ve birbirlerine neredeyse akrabalık ilişkileri ile bağlanmışlardır."(2)

Şahin’in bu alıntıyı yapmasının nedeni, İmparatorluğun son döneminden başlayıp cumhuriyetin kuruluş yıllarına değin "suçluların" zamanla nasıl bir değişimden geçtiğini göstermek içindir. Her ne kadar suçlu dese de bunlara, örgütlü bir cemaatten, yapısında uluslaşmanın nüvelerini taşıyan kişilerden bahsedildiğini anlıyoruz. Mesela Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaratılan polisiyede "suçluların" birbirleriyle arasında özel bir iletişim dili olduğunu söyler. Sonraki yıllarda bu iletişim dilinin Latin harfleriyle yazılan Türkçe olduğunu anlarız. "1928’de yeni bir alfabe ile birlikte ortak bir işaret sistemi yeniden inşa edilir. Arap harflerinin yerini Latin harfleri aldığında yeni bir aidiyet ve yeni bir içsel alan inşa edilmektedir."(3) Suçlular pek tabii ki birbirleriyle yalnızca özel bir iletişim diliyle irtibatlı değildir, aynı zamanda bir amaçları da vardır. Şahin, Mustafa Remzi’nin 'Milli Cinayetler Koleksiyonu' eserinden yola çıkar şu tespitte bulunur: "1914 yılında yayımlanan bu seride, İttihat ve Terakki’nin merkezi, yerli burjuva yaratma düşüncesine paralel bir durum vardır. Yeraltı şehrinde yaşayan bu insanların dışarıdan soyutlanmış bir yaşam sürerler, dolayısıyla kendilerine içkin bir oluşumları vardır."(4)

O yıllarda yazılan polisiyelerin hemen hemen hepsinde inşa edilen bir ulusun kodlarından bahsedildiğini görüyoruz. Nitekim Osmanlı döneminde yazılan polisiye edebiyatta pek çok suçlunun, cumhuriyetin öncül kadrolarına dönüştüğünü Cumhuriyetin ilanından sonraki edebiyat metinlerinden anlıyoruz. Osmanlı-Türk polisiyesinin ilk zamanları, batıda ortaya çıkan polisiye metinlerden farklı bir meseleyi odağına alır: Uluslaşma. Sonrasında devrim olur, Cumhuriyet ilan edilir. Haliyle bundan polisiye edebiyat da nasibini alır. "Çete liderleri Batılı öncüllerini alt ederken gerek İttihat ve Terakki merkezileşme gerekse Cumhuriyet’in temel ilkelerinden olan halkçılığı ön plana çıkarırlar. Halka hizmet eden kendine ait adalet sistemiyle çalışan bu çete liderleri yeni bir ulusun da ortaya çıkmasına ön ayak olur. Nitekim çeteleri de bu ulusun prototipi olarak ilk dönem polisiyelerinde görünürlük kazanır."(5)

Yerli polisiyede Sherlock Holmes ve Arsen Lupen benzeri polis komiserlerinin bu dönemde ortaya çıkması tesadüfi değildir. Örneğin Arsen Lupen’in zenginlerden çalıp fakirlere dağıttığı gibi bir düşünce hâkimdir yerli polisiye edebiyatta. Aslında bu düşüncenin izleri uzun süre hem edebiyatta hem de sinemada karşımıza çıkar. Adalet dağıtan yakışıklı mafya jönleri, zenginlerden alıp fakire dağıtan kahramanlar, gariban suçluyu görmezden gelen iyi polisler. Bunlar Cumhuriyet öncesi döneminden izler taşır. Çünkü bu insanlar kurulacak yeni bir ulusun temsilcileridir. Türk ulusunun inşasından sonra farklı bir suçlu ve polis tipi ortaya çıkar. Suçlular örgütlü bir yapının parçası olmaktan çıkarılır, suç da bireysel ve kriminal olur. Artık yerli dedektiflerimiz suçlu kovalayan zeki adamlardır. Çünkü inşa edilen Cumhuriyet kendi ayakları üzerinde durabilen, tıpkı yaratılan ulus gibi zeki ve aynı zamanda akıllı polis komiserleriyle vardır. Polisiye edebiyat da deyişimden bu şekilde payını alır.

Yukarıda Amerikan hükümetinin suçluyla mücadelede psikolojik üstünlük sağlamak için ne gibi bir strateji izlediğini yazdım, yabana atılır bir düşünce değil bu. Örneğin Sherlock Holmes’ün suçludan akıllı olması, suçluyla mücadelesine dair bir fikir verir bize. Yerli edebiyata da Türk polisinin suçluyla ilişkisi bu açıdan günden güne Amerikalılarınkine benzemeye başlar. Fakat Türk dedektiflerinin üstlendiği misyon Amerikalılarınkinden bir noktada ayrışır. Yerli polis komiseri hem suçludan hem de batıda yaratılan dedektiflerden zeki olmak zorundadır. Ulus olmak bunu gerektirir çünkü. Neden bir Türk komiseri başka bir ülkenin polis dedektifinden zeki olması gerekiyor ki? Bunun nedeni "uluslaşmanın" böylesi bir özgüvene ihtiyaç duymasıdır. Yani Peyami Safa’nın, Ahmet Mithat Efendi’nin, Hüseyin Nadir (Kaya Nuri)’in, Süleyman Sûdi’nin, Vassaf Kadri’nin yarattıkları polis komiserlerinin Sherlock Holmes’ten, Arsen Lupen’den zeki olması, hatta onlara işlenen cinayetleri aydınlatmak için yardımcı olması bu özgüveni pekiştiren bir durumdur. Dolayısıyla ulusal bilinç yaratmak aynı zamanda kendi yeni suçlusunu ve zeki dedektifini yaratmayı da gerektirir. "Sherlock Holmes’e Karşı Cingöz Recai serisinin yazıldığı dönem Cumhuriyet’in ilan edildiği ve bir bağımsızlık savaşının kazanıldığı zamandır. Holmes’ün İstanbul’da bulunduğu dönem de her ne kadar seride bir dönem belirtilmemiş olsa da Mütareke döneminin hemen sonrasına rastlanmaktadır. Böylece Holmes aracılığıyla Mütareke döneminde topraklarını işgal etmiş bir ülkenin en zeki kahramanlarından biri Türkçede yazılmış bir edebiyat metninde Türk bir kahraman tarafından alaşağı edilmektedir. Cingöz, her seferinde Holmes’ü yenilgiye uğratır, Holmes ona hep hayranlık duyar."(6)

Bundan yaklaşık 100 yıl önce adım adım bağımsız bir ülke inşa ediliyordu. Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit, Peyami Safa, Ahmet Mithat Efendi, Hüseyin Nadir ve daha pek çok yazar, şair ve düşünür edebiyatı bundan azade inşa etmedi. O yıllarda yaratılan polis komiserlerinin zeki olduklarına şüphe yok. Gelinen noktada inşa edilen ulusun polis komiserinin Amerika’ya gidip bir cinayeti aydınlatmasını bir tarafa bırakın, ABD’nin bugün Ankara’nın göbeğinde bir FBI bürosu, Malatya Kürecik’de, Adana İncirlik’de askeri üslerinin olduğunu bilmek yaşanan değişimi görmek açısından önemli. Bazı şeyler kâğıt üstünde yazıldığı gibi hayatta karşılığı olmuyor maalesef. Şahin’in 'Cinai Meseleler'i yaratılan bir ulusun polisiye romanlar üzerinden el alınması açısından dikkat çekici bir eser olduğu kadar hem dünya hem de yerli polisiye edebiyatı meraklıları için önemli bir çalışma. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden günümüze kat edilen yolun görülmesi açısından da örnek bir metin.  

Dipnotlar

1. https://www.netflix.com/tr/title/80114855
2. Seval Şahin, Cinai Meseleler, Osmanlı- Türk Polisiye Edebiyatında Biçim ve İdeoloji (1884-1928), İletişim Yayınları, S. 127
3. Seval Şahin, Cinai Meseleler, Osmanlı- Türk Polisiye Edebiyatında Biçim ve İdeoloji (1884-1928), İletişim Yayınları, S. 132
4. a.g.e S. 133
5. a.g.e S. 155
6. Seval Şahin, Cinai Meseleler, Osmanlı- Türk Polisiye Edebiyatında Biçim ve İdeoloji (1884-1928), İletişim Yayınları, S. 148