Suçumuz belediye başkanı olmak
20 gün içinde, üç cezaevi değiştirdik. Biz, cezaevi beğenmiyoruz, onlar da cezaevi bulamıyorlar! Türkiye cezaevi turlarında, il il dolanacağız bu gidişle! Ve bu hızla Guinness Rekorlar Kitabı’na girme olasılığımız bile olabilir. Düşünsenize; en az zamanda, en çok cezaevi dolaşan eşbaşkanlar!
İrfan Sari *
Suç grubumuz: “Çok tehlikeli!”
Hakikatten de ülkenin adalet ibresi giderek insandan kopuyor. Öyle bir hal aldı ki, kimse kendine ve yarınına dair bir kestirme içinde değil. Endişeli, kaygılı, günü kurtarma telaşesi... Kapısı koçbaşı ya da dipçikle vurulmayan daha çok tereddüt içindedir. Kimsenin bir garantisi yok yani!
Bu arada cezaevleri idareleri bize “sevk” edildiniz derken, mahkûm arkadaşlar ise “sürgün” diyor. İşte böylesi bir sevk/sürgün sırasında, Cihan başkanla (Hakkâri Belediyesi Eşbaşkanı Cihan Kahraman) yanımızda asker olduğunu söyleyen biri vardı. Ring tabirli aracın içinde konuşuyoruz. “Hale bak! Dün kahramandık, bu gün hain!” FETÖ’den tutuklanmıştı...Ve of çeke çeke bitirdi yolculuğu. En çok da koluna takılan kelepçeye üzülüyordu. Adalet konusunda bu tanıklık yeterince açıklayıcı olabilecektir.
Bir diğeri ise İran uyruklu bir Kürt’tü. Yolculuk boyunca konuştu. Kısmi felç geçirmişti ve tedavi için bir başka ile nakli yapılmıştı. “Toz”dan içerideydi. Son sözlerini şöyle bitirdi: “İki defa babamı dinlemedim, başıma bunlar geldi. Birinde “Bu kadınla evlenme” dedi. Ki kadın beni bırakıp gitti. Diğerinde de, “ ‘Toz’ işi yapma” dedi. Görüyorsunuz işte buradayım.”
Görüldüğü gibi, kendi kabahatleri ile yüzleşme biçimi böyle.
Bizi soruyorlar, “suçunuz nedir?“ diye, “belediye eşbaşkanı olmak” diyoruz. Ouvv!! çekiyorlar hep bir ağızdan… Ve “çok tehlikeli sizin suçunuz” diyorlar. Sistem o kadar iyi çalışıyor ki, insanları basın-yayın organları üzerinden çok ciddi yönetiyor. Öyle ciddi bir algı içine katıyor ki, insanlar içinde yaşıyor. “Çok tehlikeli” dedikleri şey, sistemin işine gelmeyen ve itiraz ettiği durumdur halbuki.
“İnsan öldürdük” desek, bu kadar şaşırmaz ve bu kadar keskin ve kesin “çok tehlikeli” demezlerdi! Zira, içinden geçtiğimiz zaman tüneli algılamada profesyonel bir icraat içindedir. Dün diye bir şey yok, yarın da yok… Sadece içinden geçtiğimiz zaman var. Şimdi karar veriyorlar ve uyguluyorlar. Basın-yayın, adalet, sivil toplum örgütleri... Velhasıl herkes bu çarkın içinde ufalanmamak için çaba içindedir. Ancak herkes de bir şekilde un ufak olmuş, fakat farkında değil… Aileler parçalanıyor, kadın cinayetleri artıyor, çocuk taciz ve tecavüzleri yeri göğü inletiyor, alım gücü bitti, kredilerle boğuşan memur ve işçiler, çeki senedi dönen esnaf, üretimi bırakıp iş küçülten tüccar, tarlaya gömülen çiftçi, okula gidemeyen öğrenci… Yani halkın sıkıntısını bilen bir sistemi döndüren yok. Güya halkın sorunları ne kadar ağır olursa, o kadar kolay yönetilebiliyor insanlar!
Özgürlükten, insan haklarından, barıştan, evrensel yaşamdan söz etmeyen, kendine dair bir yönetim biçimi istemeyen, ekmek korkusu içinde olan kimseler olmamızı istiyorlar. Herkesin itirazı ve sitemi bir başkasına olsun istiyorlar: Nihai tüketici esnaftan, esnaf toptancıdan, toptancı dağıtımcıdan, dağıtımcı üreticiden, üretici ham maddeciden, ham maddeci topraktan, toprak yağmurdan, yağmur buluttan, bulut nemden, nem buhardan, buhar sıcaktan, sıcak atmosferden, atmosfer dünyadan... Ama kimsenin aklına yönetim gelmez, vergi gelmez, zam gelmez.... Çünkü sistem kendini, kaos politikaları arasında görünmez kılmıştır! Ve dolayısıyla, sistemi yönetenler gittiğinde ülke de gider gibi kurulan algılar, ekmekleriyle tehdit altına alınanlar... Dünyayı ekmekten, özgürlüğü ekmekten önce görenler böyle bakar.
Oysa sistemler, istilacı kuşlar gibidir. Dadanınca tarlaya, ürün bırakmazlar, geriye sap-saman kalır. İnsanlara dadanınca sistem özgürlüğünü alır, ekmek verir gibi yapar. O ekmek geçici olarak ondadır. İstediğinde onu da hemencecik geri alır ve bir şey yapamazsınız. Kaderinize razı olmayı öğrenmiş olursunuz. Bir daha da belinizi doğrultamazsınız.
Sistem periyodik olarak insanı hizaya getirmeye çalışır. Sırada ve sıradan olursunuz, her ne kadar siz yürüdüğünüzü de sansanız, aslında bir başka kuyruktaki yerinize gitmek üzere sıradan devam ediyorsunuz. Onun için özgürlüğün kavgasını vermesini unutursunuz. Çünkü özgürlüğün mücadelesi çetindir, ekmek kavgası gibi, eğip boynunuzu ulaşamıyorsunuz.
Bir başka deyişle; sistem sizin elinize kalem verip yönetebilir, silah verip yönetebilir, uçak verip yönetebilir. Siz alanınızda kendinizi geliştiremezsiniz. Sistemin kullanma izni verdiği kadar gelişir ya da geliştirebilirsiniz kendinizi!
Her ne kadar siz yönetici olduğunu sansanız da, aslında siz yönetici değil, sadece kullanılansınız. Kullanıldığınız kadar yöneticisiniz. Yaptığınız iş içinde ahlaki, nizami hatalar yapma durumunuz olabilir. Bu hataların düzeltilme olasılığı da vardır mutlaka. Ama sistem onu suçmuş gibi önünüze bırakır ve bundan ötürü yargılar, ceza verir. Durum karşısında kendinizi savunamazsınız, çünkü sistemi kuran, en başından bunu düşünüp yasamada, yürütmede ve yargıda önlemini almıştır. Ne kadar fedakâr da olsanız, canla başla içinde olsa olsanız o saatten sonra yapacak hiçbir şeyiniz yoktur. Sadece ömrünüzden bedel vermek zorundasınız. Önceden size iş vererek özgür olduğunuzu hissettiren sistem, aslında çoktan özgürlüğünüzü elinizden almıştır da siz farkında bile değilsinizdir.
Olan ömrünüze olmuştur vesselam…
*Yerine kayyım atanan Yüksekova Belediyesi Eş Başkanı