Sudan'da sivil isyan ve karşı devrim
Sudan halkı sözünü en temiz ve en muhteşem siyasi yöntem ve araçlarla dile getirdi: Askeri yönetime hayır! Devrimin taleplerini eksiksiz bir şekilde yerine getirmeye evet!
Vail Kandil
Sudanlıların hayalleri bütün özgür Arapların hayalidir, basittir ve kolaydır, gerçekleşmesi herkese fayda sağlar. Tek gereken şey, sadece ordunun kışlasına dönmesi, toplumsal güçlerin, yeryüzündeki diğer bütün halkların yaptığı gibi insanlığını gerçekleştirebileceği ve ülkesini kalkındırabileceği şekilde kendi hayatını kendisinin yönetebilmesi için önünün açılmasıdır.
Buradan hareketle kapsamlı sivil isyan, tıpkı özgürlüğe susamış olan ruhları canlandıran tertemiz bir esinti gibi ülke sınırlarını aşmış ve Sudan şehirlerinden Arap başkentlerine ulaşarak Arap halklarının mücadele tarihindeki en büyük gösteriler olma özelliğine kavuşmuştur.
Adalet büyük filozof Plato'nun veciz, derin ve basit bir şekilde tarif ettiği gibi her şeyin uygun yere konmasıdır. Örneğin tıp öğrenimi gören biri insanların tedavisi için hastanelerde çalışır, savaş sanatını talim edenler ise ülkelerini korumak için orduda çalışır, sinema alanında yahut siyasette ya da pasta fabrikasında değil. Tarım ve hayvancılık öğrenimi görmüş birisi için en uygun çalışma alanı, tarım ve hayvancılıktır, yani büyük ve küçükbaş hayvanlarla uğraşmaktır. Bu kimselerin yönetim ve idare kurumlarında sorumluluk üstlenmesi gerekli de meşru da değildir.
Adalet son derece basit tanımıyla budur. Şayet adalet gerçekleşirse toplum ruhen ve aklen selamete erer, bunun ödülü ise huzur, gelişme ve kalkınmadır. Eğer adalet gerçekleşmezse toplum öfke ve ayaklanmaya yönelir.
Ancak Mısır, Sudan ve tiranlık felaketiyle yüz yüze gelmiş diğer Arap ülkelerinde laboratuvarlarda çalışanlara asker elbisesi giydirilmiş, ardından toplumun karşısına general ve bilim adamı vasfıyla çıkartılarak köfte makinesiyle ölümcül hastalıkların tedavisine koşulmuş bir alim haline getirilmiştir. Buna karşın, dünyanın önde gelen üniversitelerinin ya da araştırma kurumlarının diplomasını taşıyan gerçek bilim adamı önce ayağı kaydırılmış ardından hapse atılmıştır. Bu komploda politikacı ve aydın, aydınlatma rolünü yapamaz hale getirilmiş, askeri yönetiminin önünü açmak için davulcu ya da zurnacı olarak istihdam edilmiştir. Yine İsam el Hacci adlı bir başka genç bir bilim adamını, "Köfteci Generalin" yaptıklarını tasvip etmediği için yönetimden uzaklaştırmışlardır.
Yaklaşık bu durumun aynısı Sudan’da halk aynı nedenlerden dolayı ayaklandığında gerçekleşti. Bir deve tüccarını getirip ona general unvanı verdiler, Yüksek Askeri Konsey’in başına geçici başkan yardımcısı olarak yerleştirdiler. Hakkını arayan halk, ondan sürü muamelesi gördü, dayak işkence ve katliamla karşılaştı. Bu adamın eylemcilerin üzerine gönderdiği güçler bayram gecesi onları çadırlarında yaktı, cesetlerini Nil Nehri’ne attı.
Bu sefil durumda, Arap halkları adaletin ABC’sinden fazla bir şey istemiyordu, tek istedikleri herkesin kendi doğal yerini almasıydı. Asker kışlaya, deve tüccarı da hayvanlarının yanına. Yeryüzünde iki akıl sahibi yan yana geldiğinde üzerinde anlaşmazlığa düşmeyecekleri şekilde ordu ordu olarak kalsın, siyaset de, kas gücü ve maddi kuvvet melekeleriyle değil de akıl ve düşünme yetenekleriyle ele alınan sivillere ait bir iş olarak devam etsin. Böyle olursa siviller de askerler de halk da yönetim de saygı ve korunma görür. Bu istenen çok muydu?
Bence bu talepler, kalkınma ve gelişme isteyen ve bunu hayal eden ülkelerin edinmesi gereken hakların minimumu ve halkların taleplerinin en alt düzeyidir. Bu yüzden Sudan ve bütün Arap halkları, dün sivil isyanın başarıya ulaştığı mesajını, çok açık bir şekilde ve son derece edebi bir üslupla vermiştir. Sudan şehirlerinde bütün hayat durmuş ve özgürlüğe kavuşma hayalinin getirdiği titreme hariç her türlü hareket ortadan kalkmıştır. Zannederim ki askerler, ordunun müttefikleri, kuyrukçuları ve işbirlikçileri mesajın içeriğini gayet net algılamışlardır: “Hayatımızı yönetmenizi istemiyoruz, biz buna daha layığız ve daha fazla güç yetirebiliriz. Kışlalarınıza dönün! Sizin göreviniz size bizimki de bizedir. Sizi yok saymıyoruz, sizi kenara itmiyoruz ya da denklemden çıkarmıyoruz tersine bütün istediğimiz ve elde edeceğimiz şey, askeri olanla siyasi ve sivil olan arasına bir sınır çizgisi çekmektir. Böylece toplumun farklı bileşenleri arasında karşılıklı sevgi ve saygı baki kalacaktır.”
Dün Sudan'daki tablo bu durumdayken farklı mesajlar da verildi, belki de bunların en önemlisi karşı devrim diye bir şeyin asla olmadığı belki de askeri rejimin ve onun güvenlik kurumlarının açtığı savaş karşısında taleplerini savunan ve tek yumruk haline gelmiş bir halk devrimi ile karşı karşıya bulunulduğuydu. Zira Sudan halkı sözünü en temiz ve en muhteşem siyasi yöntem ve araçlarla dile getirmiş; böylelikle sivil isyan, sonuçları açıkça ilan edilen bir halkoyuna dönüşmüştür: Askeri yönetime hayır! Devrimin taleplerini eksiksiz bir şekilde yerine getirmeye evet!
Askerlerin halkları kandırmak ve onları hayallerini yok etmek için satmaya çalıştığı büyük vehimlerden biri olan karşı devrim yalanının tamamen çökmesini ifade eden bir sonuçtur bu.
Dün Sudan Devrimi gerçek mecrasını bulmuş ve sağlığını tekrar kazanmış, kendisini yok sayılması mümkün olmayan bir vaka olarak dayatmıştır. Ömer el Beşir’i devirerek yapılabilecek her şeyi yaptıklarını zannettikleri ve henüz daha devrim olgunlaşmadan her şeyi tek başlarına elde edebileceklerini düşünerek içine düşmüş olduğu ilk hatayı düzeltme imkanına kavuşmuştur.
İşte devrimin sözü geri döndü, devrimi doğru bir şekilde tamamlayın ve bir kez daha onu kaybetmeyin! Devrime yeni düşmanlar yaratmayın, onu altında herkesin gölgelendiği bir şemsiye haline getirin.
* Yazının aslı Alaraby sitesinden alınmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)