“Dünyanın sonu geldiğinde iki şey hayatta kalacak: Hamamböcekleri ve Cher.” Bu şakayı “benim için böyle diyorlar” diye gülerek Cher’in kendisi yaptı. Özgüvene bakın. Üstelik 73 yaşında ve fıstık gibi. Hem de kendisine bunu söyleyen gazeteciye “Siz bir de benim annemi görmelisiniz” diyor. Biraz Aysel Gürel ruhlu annesi 93 yaşında.
Yazıma örnek kişi olarak Cher’i seçtim. Çünkü Türkiye’den çok örnek geliyor aklıma ve onlardan bir tanesini çekip ayıramadım.
Karşısına da, Sudenaz Teyze’yi koyalım. 195 santimlik 40 yaşındaki oğlunu 4 kişilik hastane odasında leğenle yıkamaya kalkışıyor. Hayatının sosyalliği ve yatırım faaliyeti ayda bir yaptıkları altın günü. Entelektüel faaliyeti sabah programlarına akıl yürütmek. Anlattığı en ilginç şey de 40 sene önce ailede vuku bulmuş arsa paylaşım faaliyeti.
Sudenaz Teyze, ismi uydurma, hikayesi gerçek birisi. Hep böyle değildi. Eskiden kitap okurdu. Sinemaya giderdi. Baleye operaya değil ama tiyatroya giderdi. İller Bankası’ndan emekli. Yüksek okul mezunu. Memur olmak için okudu. Emekli olmak için çalıştı. Sonra boşta kaldı. Her yıl biraz daha boşta kaldı. Bir süre sonra olayı TV’nin ve mahallenin akışına bıraktı. Şimdi biraz boş bakıyor.
Sudenaz Teyze ve Cher parmak hesabıyla aynı yaşta. Ama aynı masada bile oturamazlar muhtemelen. Cher’in Müge Anlı’dan, Sudenaz Teyze’nin de Dancing Queen’i bağıra bağıra söylemekten hazzedeceğini sanmıyorum.
(Burası bu yazının konusunun dışında ama Allah aşkına hemen “ama olanaklar” filan demeyin. Sudenaz Teyze tipik bir orta sınıf aile çocuğu. Her türlü olanağın içinde büyümüş okumuş kariyer yapmış. Cher’in kamyon şoförü babası ise hem kumar hem uyuşturucu bağımlısı. Çatlak annesi de çok bakmıyor ona. Yetimhane filan var hayatında. Zaten 16’sında basıp gidiyor. Cher’i Cher yapan da zaten bu gıldırıgışlı hayatı elbette. Ama bu hepten başka konu.)
Ben şimdi “Neden bazısı Cher oluyor da bazısı Sudenaz Teyze oluyor” diye sormayacağım. Felsefeyle değil adaletle ilgili bir derdim var. Ben Sudenaz Teyze ile Cher’i aynı kelimenin altına toplayıp her ikisine birden yaşlı dememiz haksızlık olmuyor mu diye soracağım. Eğer yaşlı hakikaten 65 yaşından yukarıdaki insanlara deniyorsa ve eldeki tek tanımı buysa ben bu tanıma karşı çıkıyorum. Bunların sadece birine yaşlı diyelim. Öbürüne mesela içli diyebiliriz. İşgilli diyebiliriz. Elma bile diyebiliriz. Çünkü hakikaten aynı şeyi anlatmıyor bunlar. 2 yaşında iki bebek üç aşağı beş yukarı aynı şeyi anlatır. Ama Sudenaz Teyze ile Cher değil.
Gençler için durum farklı mı? Yahut orta yaşlılar için. Evet. Onlar için biraz daha farklı. Yaş 70’i geçince iyice belirginleşiyor Cher’ler ve Sudenaz Teyze’ler.
Müşterek hedefimiz Sudenaz Teyze’leri azaltıp Cher’leri çoğaltmak olmalı hiç kuşkusuz. Ama bir de linguistik hedefimiz olmalı. Yine aynı amaç için. Yaşlıya yaşlı diyelim. Yaş almak filan gibi kenardan dolanmayalım. Ama lütfen yaşlı tanımını yaşa göre yapmayalım. Başka bir şeye göre yapalım. Ya da ikinci bir kelime icat edelim.
***
Bu konuda zerre kadar bilimselliği olmayan ama çok şey söyleyen bir soruşturma yaptım. İlk önce Mehmet Teoman ve Taner Öngür’e sordum. heryasta.org sitesi için iki tane çok kolay röportaj yaptım. O esnada soruşturmuş oldum. Çok kolay söyleşiler oldu çünkü iki tane iyi tanıdığım, yaratıcı, akıllı, üretken, projeci abim olur kendileri. Ben iki abimle muhabbet ettim süper söyleşiler oldular.
İkisine de “Sen yaşlı mısın abi?” diye sordum. İkisi de güldü. Ben de başka yerden sordum: “Kim yaşlıdır abi?”
Sanki sözleşmişler gibi -henüz hiçbiri yayınlanmamışken- aynı cevabı verdiler: Canı sıkılan insan yaşlıdır.
Çünkü canı sıkılan insan yapacak bir şey bulamayan insan demektir. İnsanın can sıkıntısına zaman tanıması gerekir. Kaliteli zaman, zamanı boş geçirmeme olayı bir manyaklık halini aldığı zaman ayrı mesele. Ama bir de hakikaten Sudenaz Teyze gibi boş bakarak yaşama hali var. O bakış işte hedefi ertesi gün de soluk alabilmek mertebesine indiriyor...
Korona günlerinde pek çok insanın canı sıkıldığı için Taner ve Mehmet abilerimin tanımlarından yürürsek şu sıra bizim memleketteki yaşlı nüfusu İtalya’yı katlar.
***
Tam burada -tipik bir ana kuzusu olarak- annemi aradım. Öyle ya. O da 65 yaşını geçmiş birisi. Hem de 11 yıl önce. Niyetim o değildi ama onunla konuşurken de konu korona günlerinin popüler faaliyeti olan can sıkıntısına geliverdi. Annem bastı fırçayı. “Bir kere bazı şeyleri kabul edeceksin” deyip tevekküle çağırdı. “Sıkılmayıversinler” dedi ve tabii sağlık çalışanlarını diğer çalışmak zorunda olanları, sıkılmaya zamanı olmayanları işaret etti.
“Peki anne yaşlı kimdir” deyince de kendini Mehmet abi ve Taner abi gibi konunun dışarıda tuttu. “Salıvermiş birisidir” dedi. “Kendisinin ve çevresinin bir işine yaramayan birisi”. Yani yine hedefi “ertesi gün de soluk alabilmek mertebesine” inmiş bir hayattan bahsetti.
***
Ben de sonra gidip “bir bilen”e sordum. Yaşlılık üzerine çalışan akademisyen Özgür Arun’a “yaşlı kimdir?” dedim... Konu hızla ve yine kendiliğinden aynı yere geldi. Özgür Arun, “Bence sorunlu olan yaşlıların kendilerine ve diğerlerinin yaşlıya yaşlı diyememesi! Genç kendine gencim, çocuk çocuğum demekten çekinmezler neden yaşlılara yaşlı demekten çekiniyoruz?” dedi ve bir başka soruyla cevapladı: “Yaşlılığın iliştirilen imgeler, göstergeler nedeniyle olabilir mi?”
***
Kazımaya devam ettim. Ülkü ablama gittim.
Ülkü Giray, eski soyadıyla bilir benim kuşak Ülkü İmset, TRT’nin efsane sunucularından birisiydi. 82 yaşında. Anneannemin komşusu, annemin arkadaşı, benim ablam Ülkü Giray da bir çeşit Cher. Enerjik, kendisine ve çevresine faydalı birisi. Aynı soruyu ona da sordum: “Yaşlı insan kimdir?” dedim. “Korona günlerinde, 80 yaşını devirip hâlâ korunan ve ileriye dönük planları olan kişi yaşlı değildir.” dedi Ülkü Abla. Ve ekledi: “Ben bütün kış balkonumda suladığım çiçeklerimin yaz aylarında keyfini sürmek istiyorum. Diktiğim tohumların yeşermesini de dört gözle bekliyorum.”
***
Ne kadar enteresan değil mi? 4 tane “Cher”le, iyi tanıdığım 70 üstü insanla konuştum. Hiçbirinin yaşıyla bir problemi olmadığını biliyorum.
Ama hepsinin yaşlı tanımıyla bir problemi vardı.
Dördü de birbirini bilmeden bütünüyle aynı şeyleri söylediler. Ben de bütünüyle aynı fikirdeyim. Tek sebebi de Özgür Arun’un işaret ettiği “Yaşlılığa iliştirilen imgeler, göstergeler”...
Neler onlar? İşte Sudenaz Teyze’ler onlar. Yaşlılık lafına iliştirilen “Ununu elemiş”, “Bizden geçmiş” yahut “Yaş yetmiş iş bitmiş” lafları… Keza bir problem de şu ki, medya analizlerinde yaşlılar daha çok sorunlarla (hastalık, engellilik, kırılganlık, yoksulluk vb. gibi) birlikte anılıyor.
Ununu elememiş, ondan geçmemiş, işi bitmemiş birileri, Cher’ler, elbette yaşlı lafıyla birlikte anılmak istemez.
Peki neden Sudenaz Teyze’ler çoğunlukta? Cevabı çok referans verdiğim “Türkiye’de Yaşlılık Tahayyülleri ve Pratikleri” araştırmasında mevcut. Çünkü “Büyük ikramiyenin çıkabileceğini düşünüyoruz da, yaşlanmayı pek düşünmüyoruz. Halbuki birinde ihtimal milyonda bir, diğerinde yüzde yüz!”
Çünkü Türkiye yaşlanmaya hazır değil. Herkes “Hele bir gelsin bakarız” derdinde. Emeklilerin yüzde 71’i emekli olduktan sonra çalışmayı tamamen bırakmış. Pek çoğu “salıvermiş”. Bir “emekliliğin tadını çıkarma” retoriği dolanıyor ortada ama bunun nasıl yapılacağına dönük bir algı yok. Özetle, toplumda ancak yaşlı sayılmaya başlanınca yaşlanma gündeme alınıyor.
Ayrıca 65 yaş ve üstünün %61’i hiç cinsel ilişkide bulunmuyor. 65 yaş ve üstünün yüzde 62’si, 50-64 yaş grubundakilerin yüzde 60’ı fazla kilolu ya da obez. Bir de yine toplumsal cinsiyet meselesi var tabii. 65 yaş ve üstü kadınların yüzde 81’i nadiren evden çıkıyor.
Ve daha hazin olanı şu ki yaşlılarda yaşlı ayrımcılığı algısı yok. Çünkü kabullenmiş durumdalar.