Süleyman 2021’e gülerek girecek

Korona virüsü salgını 2020 yılına damgasını vurdu. Ne savaşlar ne afetler ne de ekonomik kriz salgın kadar konuşuldu. 2015 yılından bu yana güzel bir gün görmeye hasret kalan Diyarbakır da salgından payına düşen sıkıntıyı aldı. Ama Diyarbakır umudunu kaybetmeyen şehirlerdendir. Son 5 yılın enkazı altından çıkıp gülmek mücadelesi veriyor.

Abone ol

DİYARBAKIR - Yılbaşına yakışmayan kızgın bir güneş vardı. Yüksek Kahve’nin müdavimleri sıcak havayı fırsat bilmiş, yüzlerini güneşe vererek seyyar çaycıların dağıttığı çaydan yudumluyorlardı. Kahveler, kafeler kapandığından beri seyyar çaycı sayısında büyük artış oldu. Yağış yoksa iyi iş çıkarıyorlar. Bu arada kafe ve kahvehane işletenlerin hali, bir dokun bin ah işit, cinsinden. Havanın güneşli olması elbette güzel ama işte esnafın içinde bulunduğu telafisi pek mümkün olmayan durum, insanın keyfini kaçırmaya yetiyor.

Yılbaşına giderken insan karlı, hiç değilse yağmurlu bir hava bekliyor. Sonra 2020 yılında küresel ısınmayla ilgili kaç haber okuduğumu düşündüm ve “Olacağı buydu” dedim. Bilim insanları uyarıyorlar ama madenler için ağaçlar kesiliyor, barajlar için nehirler, dereler kurutuluyor. Buna karşı çıkanlar coplarla ve yargı yoluyla susturuluyor. Yağmur yağmıyorsa yağmur duasından medet umuluyor.

ESNAFIN YENİ YILI

Bu yılbaşında bütün mekanlar kapalı olacak. Yılbaşını dışarıda geçirmeyi alışkanlık haline getirenler için biraz zor olacak muhtemelen. Ama mekân sahipleri de yaklaşık 40 gündür kapılarına kilit vurmuş durumda. Bu arada kiralarını nasıl ödüyorlar? Mekan sahiplerinin kıyıda bir birikimi vardır belki ve bir süre daha ayakta kalabilirler. Peki garsonlar ne yapıyor? Ben û Sen Meyhanesi’nin kıdemli şef garsonu Ramazan abê’yi aradım. “Boş boş oturuyorum” dedi can sıkıntısıyla. Hayatı boyunca sigara ve içki içmemiş Ramazan, ekmek parası meyhanenin açılmasını bekliyordu.

Nedenini çözmüş değilim ama salgınla mücadele kapsamında sokağa çıkma yasağının olduğu hafta sonlarında bile dükkân açabiliyor kuruyemişçiler. Evden çıkamayan insanlar çekirdek çitleyerek can sıkıntısını giderebilsinler diyedir belki. Arada alışveriş yaptığım kuruyemişçiye, “Bu kalabalık yılbaşı için mi?” diye sordum. Başı kalabalıktı adamın. Öte yandan mütedeyyindi ve yılbaşı onu pek ilgilendirmiyordu muhtemelen. Yine de iyi esnaf vasfına sahip olduğu için, aceleyle de olsa, “Biraz oluyor hocam” diyerek cevap verme nezaketinde bulundu.

Evlere servis yapan lahmacuncuda kalabalık yoktu haliyle. Yine de masalarda servis edilecek paketlerin kalabalığı vardı. İşleri fena değildi dediğine göre. Şükür ediyor ve “Ama açıkken başka. Şimdi bazen çok az sipariş alıyoruz. Çalışanların yevmiyesi bile çıkmıyor” diye ekliyor.

UMUDUNU KAYBETMEYEN ŞEHİR

Savaşlar, ekonomik kriz, afetler ve korona virüs… Dünya, korona virüsü nedeniyle feci bir yıl geçirdi. Diyarbakır ise zaten esnafıyla, siyasetçisiyle, sanatçısıyla, kadınıyla 2015 yılından bu yana bir güzel gün yaşamadı. Çatışmaların, yıkılan mahallelerin, belediyelere kayyım atamalarının, tarihin ve çevrenin ranta peşkeş çekilmesinin gölgesi hiç çekilmedi. Mesela belediye başkanı seçmenin sevinci ancak 3 ay sürdü. Şu felaketlerle anılan 2020 yılında siyasetçi, sanatçı, sivil toplum örgütü temsilcisi yüzlerce kişi gözaltına alındı. Neredeyse ayda bir kez toplu gözaltılar gerçekleşti. Kadın dernekleri sudan bahanelerle, kimi zaman ortaya hiç çıkmayan gizli tanık beyanlarıyla basıldı, emekçileri gözaltına alındı, tutuklandı. “Bir gün hepimiz adli şartla tahliye edilmeyi tadacağız” esprisi boşuna değil. Yine de Diyarbakır, bütün bu kasvetli havaya rağmen, “umudunu kaybetmeyen şehir” olduğunu ispatlıyor. Gazi Caddesi’ndeki kalabalık da bunu anlatıyordu sanki. Daracık kaldırımda hızlı yürümek mümkün değil kalabalıktan dolayı. Hava güzel ve insanlar kendilerini Suriçi’ne atmıştı adeta. Çünkü yemek yenecek, çay içilecek mekanlar kapalıydı. Alışveriş için gelenler de vardı mutlaka. Ama önceki yıllarda olduğu gibi kaldırımlarda yılbaşı kutlaması için seyyar tezgahlar kurulmamıştı. Yeni yıl için dükkanların camekanlarına coşkulu yazılar yazılmamıştı. Dağkapı’dan Mardinkapı’ya, oradan Hevsel Bahçeleri’ne kadar yürümek için uygundu hava. Ama ancak Ulu Cami’ye kadar yürüyebildim. Ulu Cami’nin gölgesi meydanın üzerine düşünce yaşlılar bankları terk ettiler birer ikişer.

KRAL OSAKA’NIN SELAMI

Süleyman, küçük bir kalabalığa namazın nasıl kılındığını uygulamalı olarak gösteriyordu. O kadar konsantreydi ki caminin önünde işportacılık yapanların laf atmasını hiç duymadı belki. Bir ara birkaç çocuğu karşısına alıp uzunca bir nutuk çekti. Sonra, “Siz irşat komutanlarısınız, haydi görevinizi yapın” dedi ve dağıttı çocukları.

Süleyman selam verip yanıma oturduğunda, Gazi Caddesi’ndeki kalabalığa dalmıştım. Caddeyi ne vakit böyle kalabalık görsem İstiklâl Caddesi’ne benzetiyorum. Her şehrin böyle kalabalık bir caddesi olmalı. Tütün sardı Süleyman. Sonra sağ elini kalbine götürdü ve Osaka ile görüştü. Bir ara bana döndü ve “Osaka selam söylüyor sana, ‘Yanındaki adamın temiz bir kalbi var’ diyor” dedi. Osaka’ya teşekkürlerimi iletmesini rica ettim Süleyman’dan. Konuşması bitince Osaka’nın kim olduğunu sordum. “Japonya kralıdır. Arkadaşımdır” dedi.

SÜLEYMAN’LA SELFİE DENEMESİ

Süleyman’ın kötülük emaresi bulunmayan güzel bir yüzü var ve hep gülümsüyor. Seyyar çaycıdan çay istiyor. Çaya 3 şeker atıyor ve ılıması için bekletiyor çayı. Çünkü dediğine göre sıcak çay midede ülsere neden oluyor. “Sıcak çay zararlıdır, sakın içme” diye uyarıyor beni de. “Fotoğraf çekebiliriz. Selfie çekelim” diyor Süleyman. “Olur” diyorum. Fotoğraf çekerken işaret parmağını alnına koyuyor Süleyman. Bunu neden yaptığını sorduğumda, şöyle cevapladı: “İşaret parmağı Allah birdir, demek. Alnına koyduğun zaman, ancak Allah’a secde ederim, demek oluyor.”

Nereden aklına geldi Süleyman’ın, bilmem mümkün değil elbette, “Telefonu kaldır ortadan” dedi, “Seni telefondan takip ediyorlar.” Güldüm, “Beni kim, niye takip etsin?” dediysem de Süleyman, “Sen beni dinle, kaldır telefonu” diye ısrar etti. Telefonu cebime koyarken, İçime korku saldın be Süleyman” dedim.

SÜLEYMAN 61 YIL ÖMÜR BİÇTİ

Üstünde ceket falan yoktu Süleyman’ın ve titriyordu. “Bana elbise veriyorlar ama ben irşat komutanıyım, giymiyorum” dedi. İrşat ne demektir, anlattı. Sonra, “Bazen camide namaz kılıyorum. Ama kötü kalplileri hissediyorum ve moralim bozuluyor. Bunlar kıyametin alametleridir” dedi, sır verir gibi. “Salgın var Süleyman, bu da kıyametin alameti olabilir mi?” diye sordum. “Bu bir şey değil” dedi elini sallayarak. “Bu hastalıktır, aşıyı da buldular zaten. Her yerde kötü niyetliler var. Beni takip ediyorlar çünkü ben onları tanıyorum. Kıyamet onların yüzünden gelecek.”

Biraz karışık ama mantıklı cümleler kuruyordu Süleyman. Ancak, “Sana bir şey söyleyeceğim ama sakın korkma” deyince meraklandım tabi. Süleyman, kulağıma doğru eğilerek, “Sen 61 yaşında öleceksin. O zamana kadar kimseye kötülük yapma. Ölünce de korkma. Ya Che Guevara’nın ya da PKK’nin kampında olacaksın” dedi. Her ölüm erken ölümdür ama 61 yaş hiç hoşuma gitmedi. Şunun şurasında ne kaldı ki 61 yaşıma. Sonra niye cennete değil de kampa düşüyorum yahu? İtirazlarımı ciddiye almıyor Süleyman, korkmamam konusunda ısrar ediyor. “Haydi geçelim bunları, yılbaşında ne yapacaksın Süleyman?” diye sordum. Sigarayı titreyen parmaklarıyla dudağına götürürken, “Deliler gibi yapacağım” dedi. Deliler ne yapıyor ki yılbaşında? Süleyman aklımı bulandırmış olmalıydı 5 dakikada, ısrar edip “Mesela ne yapacaksın?” diye sordum bir kez daha. Sigaranın dumanını öte yana üfledi Süleyman ve bana döndü, “Güleceğim” dedi.

Ulu Cami’nin önündeki meydanda, gidip gelenlere aldırmadan, Süleyman’la ikimiz deliler gibi kahkahayla güldük. Süleyman haklı, 2020’nin bütün felaketlerine rağmen yeni yıla herkesin kahkahayla girmesini umut ediyorum. Sersala we pîroz be. İyi bir yıl olsun 2021.