Tuhaf bir gece daha geçirdik. İçişleri Bakanı, “pis bir suç örgütü lideri” dediği Sedat Peker’in iddialarına cevap vereceği duyurusuyla tanıtılan programda birbirinden tuhaf şeyler söyledi. Peker’in sözlerine esasen verdiği tek cevap, “Adamın birinin yalanları” idi. Burası anlaşılır, fakat o zaman programda ya söylenenlerin yalan olduğu ikna edici biçimde anlatılırdı ya da hiç muhatap alınmadan sözü edilen konuların “doğrusu” yine ikna edici biçimde anlatılırdı. Üstelik, bir yandan hiç temasım olmadı dediği, “organize suçlu” diye tanımladığı kişinin “istihbarat” için kullanıldığı anlamına gelecek cümleler kurarak Peker’in iddialarına ciddi bir dayanak sağlayan da yine kendisi oldu.
TECAVÜZ 'ABRA KADABRA' OLABİLİYORMUŞ DEMEK!
Fakat program boyunca benim kişisel olarak hiç beklemediğim başka meseleler çıktı ön plana; Bakan, öyle iki iddia ortaya attı ki, doğruluğu ayrı yanlışlığı ayrı vahamet.
Bunlardan biri Sedat Peker’in tecavüzcü oluşuydu. Gazete kupürleri gösterdi. Eğer bu doğruysa Peker’in yıllarca hapis yatması gerekirdi. Bir bakan söylüyorsa doğru olması beklenir. Fakat iş, “Abra kadabra oldu” ifadesiyle noktalandı. Yani İçişleri Bakanı, tecavüzün doğru olduğuna emindi, fakat “abra kadabra” olduğu için Sedat Peker işten yırtmıştı, anlamamız gereken bu. Bir İçişleri Bakanı, vahim bir suçun (kadına şiddet ve cinsel istismar) “abra kadabra” ile ortadan kalktığını söylemiş oldu özetle. İnsanın böyle bir ülkede korkması doğal değil mi? Böyle bir ülkede içişleri bakanı olan kişi bu kadar kendisinden emin olabilir mi? Emindi, işin doğru olduğunu söylerken de üstünün örtüldüğünü söylerken de. Tecavüz “abra kadabra” olabiliyorsa, Sedat Peker’in Yeldana Kaharman’ın ölümü ile ilgili iddiaları daha da ciddi bir hale gelmez mi peki? Bence gelir ama yine de temkinli olmak lazım, 'elini arkadan bağlama' için “Bence suç” diyerek kimsenin görmediğini gören bir bakandan daha iyi bilecek değiliz hiçbirimiz.
PEKER-ERHAN TUNCEL İLİŞKİSİNİ BAŞKA BİLEN VAR MI?
İkinci ve yine olağanüstü önemdeki diğer mesele, Hrant Dink’in katledilmesinde azmettirici Yasin Hayal ve tetikçi Ogün Samast ile başrolü paylaşan, polisle, jandarmayla sıkı fıkı olduğu bilinen Erhan Tuncel’in Sedat Peker ile bağlantılı olduğunu söylemesiydi. Dink dosyası yıllardır başta Dink ailesi ve Ermeni toplumu olmak üzere, ülkede vicdan, adalet, fikir özgürlüğü ve insan hakları meselelerinde duyarlı kesimlerini yüreğini dağlayacak şekilde her adımda adaletten uzaklaştırılarak ele alındı; bu kadar önemli bir bilgi ülkenin son beş yılında İçişleri Bakanlığı yapmış birinin elinde varsa, o yargı dosyalarında da olması gerekmez miydi? Yok, böyle bir şey yoksa, bu kadar kritik ve duygusal boyutu da derin bir dosyada bir içişleri bakanı nasıl böyle bir şey söyleyebilirdi?
YARGIYA AÇIK ELEŞTİRİ
İçişleri Teşkilatı-Yargı ilişkisine dair kritik sonuçları olan bu ifadeler, Bakan’ın (uluslararası mafya liderlerini anlattığı bölümde) yargıyı alenen suçlamasıyla bambaşka bir hal aldı. Orada sarf ettiği bir söz, belki de hem programın hem de ülkenin özeti gibiydi: “Yargı kararına uyuyor gibi yaptık.”
17-25 ARALIK’A İKTİDAR BLOKUNDAN İLK FARKLI YAKLAŞIM
Adalet Bakanlığı’na ve yargıya yönelik suçlamalarla sınırlı kalmadı Soylu; eski İstanbul Valisi ve eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’i de “evdeki para makinası”nı anarak, yani 17-25 Aralık olayları dönemindeki telefon tapelerindeki konuşmalara iktidar blokundaki reddiyeci tutumun tam aksi biçimde atıfta bulunarak, tek kalemde silip attı.
DAVUTOĞLU’NA AĞIR İTHAMLAR
Bu “harcama” meselesinin programa damga vuracağı, daha programın başında, gerçekte bir soru sorulmamışken anlattıklarında bariz biçimde ortadaydı: 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra gelişen işleri anlatırken, Başbakan Davutoğlu ve Ali Babacan’ı harcayarak lafa başladı. İkisi de şimdi ayrı partilerde olduğu için nispeten anlaşılır bu hamle ama hem getirdiği suçlamalar, hem kendisini yerleştirdiği konum hayli ilginçti: Davutoğlu, CHP ile koalisyon kurmaya çalışıyor (ne büyük suç!), Babacan ise önemli olanın siyaset değil ekonomi olduğunu söyleyerek zafiyet gösteriyordu ona göre. Fakat Davutoğlu, parti yöneticilerini dinletiyordu! Partide o zaman (Davutoğlu’nun sorumlu olduğu) “Erdoğan’ı Külliye’de enterne etme”ye yönelik bir girişim olduğunu söylüyordu; yani sadece Davutoğlu’nu harcamakla kalmıyor, aynı zamanda Erdoğan’ı da o zor durumdan kurtaran kişi olarak kendisini sunuyordu.
BİDEN İLE GÖRÜŞMEYE SOYLU MU ENGEL?
Tabii bu “girişim” “batılıların” işiydi; gecenin önemli başlıklarından biri de bu “Batı-emperyalizm” karşıtlığıydı. Ona göre 15 Temmuz’u Amerika yaptırmıştı. Zaten 6-7 Eylül’ü de onlar yapmamış mıydı? Bilmeyen, sokaklara dökülüp yağmayı yapanların da Pensilvanya’dan getirildiğine inanır, öyle emindi. Tabii söylemeden duramazdı, BBC Türkçe de dezenformasyon merkeziydi ona göre!
Bu tuhaf anti-emperyalizm (Biz Libya’Dayız, Suriye’deyiz, Irak’tayız, Karabağ’dayız diyerek ne kadar yayılmacı olduğuyla övünen bir devlet yetkilisi kimi “emperyalizm”le suçluyabilir?) ve Batı karşıtlığı, somut Amerika eleştirileriyle birlikte düşünülünce, Erdoğan-Biden görüşmesinin gecikmesinin ya da istendiği gibi diyalog kurulmamasının Soylu’nun tasarrufu olduğuna inanmak işten bile olmaz.
AĞAR’A AÇIK ELEŞTİRİLER
Harcadığı bir “kategori” de “eski yüksek bürokratlar”dı. Onların hem siyasal görev almasına hem de emeklilikten sonra özel işler yapmasına karşıydı. Hakan Fidan’ın milletvekili olmasına karşı çıkmıştı mesela! Ağar mesela marina yönetimini almamalıydı, kendisi olsa 48 saatte istifa ederdi, niye 24 ya da 72 değil söylemedi. Ağar’a ilişkin, doğrudan şahsına yönelik olmasa da anlattığı bir hikaye de ilginçti: DYP İstanbul İl Başkanlığı’nı Tansu Çiller ona vermiş, ama Ağar’ın akrabası olan eski başkan, silahlı adamlar yollayarak, çatışmaya girerek, görevi devralmasına muhalefet etmiş. Ağar’ı kardeşim gibi severim de dedi ama sevgisiyle sözleri pek birbirini tutmuyordu.
İŞKENCE YOK, KOL KIRMA SERBEST
Ülkede işkence yoktu ama (uyuşturucu işiyle uğraşanların) elini, kolunu, bacağını kırma bizzat kendi talimatıydı ve tekrar ediyordu. Faili meçhul, Hablemitoğlu sayılmazsa, onların döneminde kalmamıştı. Tabii Diyadin’de kurşuna dizilen fırın çırağı iki Kürt çocuğu hatırlatan olmadı, hastanede öldükten sonra “yüksekten düştü” denilen Kürt köylüleri de hatırlatmak abes kaçardı, Tahir Elçi demek de uygun düşmezdi, Roboski zaten bir kazaydı, Kemal Kurkut’ta kurşun sekmişti, Kürt işçileri yere yatırıp “Türkün gücünü göreceksiniz” diye bağıran kişi işini yapıyordu, öldürülüp panzerle sürüklenen Hacı Lokman Birlik meselesinde suç olan öldürülmesi değil, sürüklenmesi değil, fotoğrafların paylaşılmasıydı…
MİTHAT SANCAR
Bakan, Davutoğlu’nun başbakanlığına ilişkin peş peşe eleştiri sıralarken, Mithat Sancar’ın SETA’da bir toplantıya katılmasını da eleştiriler arasında saydı.
Mithat Sancar, 7 Haziran 2015 seçiminde milletvekili oldu. Ondan önce “Akil Adamlar” heyetindeydi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi profesörüydü ve SETA’daki ‘Türkiye Darbeleriyle Yüzleşiyor’ başlıklı toplantı sırasında milletvekili olmadığı gibi muhtemelen HDP’ye üye de olmamıştı. HDP 15 Ekim 2012’de kuruldu, muhtemelen Sancar panelist olduğu dönemde HDP üyesi değildi. SETA’da 13 Aralık 2012’de düzenlenen panelde TBMM Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Başkanı (iktidar partisinden) Nimet Baş ve gazeteci Avni Özgürel de katılımcıydı. Davutoğlu ise 2014-2016 tarihleri arasında başbakanlık yaptı.
KISACIK BİR SİNİR ANI
Bir ara Merdan Yanardağ’ın ısrarı üzerine sinirlendi, “Bir mafyanın sözlerini karine kabul edeceksek, bakanı yargılarız...” dedi. Bu, sinirlenme gösterisi yapmayıp sinirlendiği nadir anlardan biriydi. Çabuk toparlandı, e çünkü programın sebebi ortadan kalkardı, anlaşma Bakan’a soru sorulmasıydı, Bakan'ın moderatörlüğünde Sedat Peker’e değil.
Hasılı, Bakan’ın programdaki yegane amacının Peker’e cevap filan vermek değil, kendisinin Külliye’deki yerinin ne kadar önemli olduğunu ve Erdoğan’ı (AK Partili Başbakan dahil) herkesten koruyan biri olduğunu anlatmak olduğunu öne sürmek hiç de yorum sayılmaz. Bir de mahkeme kararına uymuş gibi yaptığını söylemişti ya, soruları cevaplamış gibi yapmayı da başaramadı demek zor. İleride, Sedat Peker’in katılmadığı programın galibi olduğu söylenirse kimse şaşırmayacak belki de.