“Kılıçla yaşayan, kılıçla ölür” denilir malûm, İncil’e atıfla. İran Devrim Muhafızları’nın Lübnan, Suriye, Irak ve Afganistan’daki tüm paramiliter ve istihbarat faaliyetini Kudüs Tugayı komutanı sıfatıyla onyıllardır yöneten General Kasım Süleymani’nin de herhalde Kirman’daki yatağında huzur içinde yaradana kavuşma beklentisi bulunmuyordu.
Kısa dönemli başa sararsak Bağdat’ta demokrasi talebiyle sokaklara dökülen kitlenin ABD’nin Irak’taki varlığıyla yahut Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’yle bir alıp veremediği yoktu. Ama halk, Şii bölgeler de dahil olmak üzere İran’ın diplomatik temsilciliklerine saldırmış ve İran’ın Irak’taki etkisini kırmaya yönelik sağlam adımlar atmıştı. Üstelik, taklit mercisi Yüce Ayetullah Sistani’nin de kendi sessiz üslûbu içinde siyasal desteğini ardına almıştı.
İran uzantılı Kataeb Hizbullah (KH) milisleri Kerkük’te koalisyon güçlerinin konuşlandığı K1 üssünü 27 Aralık günü hedef aldı. ABD askerlerine yönelik ve Bağdat Havaalanı’nı da kapsayan, benzeri saldırılar son iki aydır artarak sürüyordu. Bu defaki saldırıda ABD askerleri yaralandı ve bir Güney Amerikalı sözleşmeli güvenlik görevlisi öldü. KH’nin üsse otuzun üzerinde roket atması, taciz değil basbayağı kayıp verdirme amaçlı bir eylem olduğunu anlatılıyor.
ABD misilleme olarak, KH karargâhı ve Suriye sınırındaki El Kaim dahil olmak üzere beş hedefe 30 Aralık günü hava saldırısı düzenledi ve 25’in üzerinde KH mensubunu öldürdü, onlarcasını yaraladı. Sözünü ettiğim sokak hareketleriyle iyice kırılganlaşmış ve başbakanı müstafi Irak hükümeti ABD’nin tutumunu kınadı. Keza Sistani de Irak’ın egemenliği vurgusu yapsa da, bu cılız tepkiler gerginliği düşürmedi, başka türlü olması da pek mümkün değildi.
Ertesi gün, 31 Aralık’ta KH milislerinin cenaze törenlerinin ardından bu kere demokrasi için direnenlerden farklı renkte bir kitle, (zira esasen İran destekli KH gibi milisler, IŞİD’le mücadelede öne çıkmış Haşd gibi paramiliter örgütler bu halk hareketlerini bastırmak için kullanılmıştı) önce Yeşil Bölge’ye yürüdü. Irak güvenlik güçlerinin işbirliğiyle içeri girip, ABD Büyükelçiliği’ne dek ulaştı.
Kalabalık, ABD büyükelçilikleri arasında dünyada en büyüğü olan kışla görünümlü yapıya girdi, karşılama salonunu ateşe verdi, çatıya flamalar dikti, neden sonra Irak askeri unsurlarının müdahalesiyle binadan dışarı çıktı. Ancak kitle büyükelçilik çevresinde çadırlar kurarak kuşatmayı sürdürdü. Neden sonra 1 Ocak Çarşamba akşamı oradan ayrıldılar. Başlarında Mehdi El Mühendis, Kayıs El Gazali, Falih Feyyaz, Hadi Ameri gibi İran bağlantılı milis liderleri vardı.
Bu kişilerden bazıları ABD’nin terör listesinde yani kendilerini böyle açık hedef haline getirmeleri dahi bir meydan okumaydı. (Tabii aralarından bazıları Vaşington’da ağırlanmışlardı da bir zamanlar.) Nihayet, Beyrut'ta Nasrallah'la görüşmesinin ardından Şam'a geçip, oradan tarifeli seferle 3 Ocak Cuma gününün ilk saatlerinde Bağdat'a gelen Süleymani ve onu karşılayan Mühendis'i taşıyan araç konvoyu ABD SİHA’larınca vuruldu, sağ kalan olmadı. Suikastın anatomisinin kısa bağlamı kabaca böyle.
Uzun anlatıyı 1983’te Beyrut’ta 241 ABD deniz piyadesinin öldürüldüğü Hizbullah adına İmad Mugniye tarafından düzenlenen intihar saldırısından alıp, 2003 sonrasında Irak’ı işgal eden ABD kuvvetlerine ve görevlilerine yönelik sayısız saldırıyla sürdürmek mümkün. Eninde sonunda konu, ABD ve İran’ın güç mücadelesinin Irak sahasına yansıması. İki taraf da caydırıcılıklarını yeniden kurmaya çabalarken, karşı tarafın misillemesini davet ediyor.
Bu durumda mesele tırmandırmanın efendisi olabilmekte yahut inisiyatifi ele alıp, tutabilmekte. Öyle bakıldığında, ABD Süleymani/Mühendis ikiz suikastıyla bir adım önde. Gazali’nin Asaib El Hak’ın da terör örgütleri listesine ekledi. Buna karşılık sahada ise artık ne IŞİD’le mücadele koalisyonunun (ev sahibi) Irak güvenlik güçleriyle işbirliği, ne ABD Büyükelçiliği’nin esasen epeydir kısıtlı faaliyetlerini sürdürebilmesi mümkün. Herhalde yakın vadede Erbil, pek çok diplomatik misyon ve petrol şirketi için güvenli sığınak, geçici merkez görünümü alacak.
Dolayısıyla, bana sorarsanız zaten kırılgan Irak’ın yumuşak karnının da Irak Kürdistan Bölgesi (IKB) olması muhtemel. Dilerim yanılırım. IKB hükümetinin Ankara’dan dahi ağırdan alarak yayımladığı açıklama dengeli, temkinli olmak adına tam anlamıyla sade suya tirit nitelikte ve herhalde IKB’nin haklı tedirginliğini yansıtıyor. Oysa Kasım Süleymani IŞİD Erbil’e saldırdığında Ankara KDP’nin yardım çağrılarına kulak tıkarken saatler içinde iki nakliye uçağıyla havaalanına inmişti.
Bizim “hüloooğğğ, Paskal bizi diskoya götür” tayfaya ise lâf anlatmaya çalışmaktan uzun süre önce vazgeçtim. Tahran, Ankara’dan geç gelen resmi açıklamayı ve o açıklama gelinceye dek ne kadar akbille çalışan maiyet kalemşörü varsa hepsinin Süleymani suikastından duydukları bastırılamaz sevinci sosyal medyadan bangır bangır paylaştığını bir kenara yazmış ve mesajı almıştır. Ancak konunun bir de “dış güçler, dış müdahaleler, siyasi çözüm, barış…” boyutu var ki, okurken insan esner.
Neden? Çünkü daha Süleymani’nin ABD SİHA’sı tarafından öldürüldüğü gün Türkiye de kendi SİHA’sıyla Şengal’de PKK’nin istihbarat sorumlularından Metin Arslan’ı “etkisiz hale getirdi”. TSK, 1990’ların başından bu yana Kuzey Irak’ta yerleşik ve son dönemde “Pençe” harekâtlarıyla askeri ayak izini kalıcı kılıp, genişletiyor. “Efendim, ama onlar terörö ?!” E işte, ABD’ye göre de “Süleymani ile Mühendis terörö” ey okur, mevzu tam da bu.
ABD’nin eyleminde ayırt edici unsur, eylemi resmen üstlenerek bir ülkenin (Irak) hem de başkentinde, o ülkenin seçimle işbaşına gelmiş hükümetinin rızası olmadan, o ülkenin öyle veya böyle bir devlet görevlisini (Mühendis) ve komşu ülkenin (İran) askeri komutanını (Süleymani) terörle mücadele gerekçesiyle öldürmek. Türkiye’nin yaklaşımındaysa başat unsur komşuda devlet otoritesi boşluğu olduğu. Meselâ, Esat gayrimeşru, Sarraç meşru.
Yoksa mesele “Süleymani anti-emperyalist bir direnişçi mi, bir katil miydi?” değil. O açıdan bakılırsa Nevşin Mengü’nün hissiyatı gayet anlaşılır ve yerinde. Mesele (misal) “ha Brett McGurk, ha Kasım Süleymani” ise, McGurk’ün “SOCOM/CENTCOM/CIA Clandestine DO” komutanı karması bir ünvanı olması ve ABD’nin de İran İslâm Cumhuriyeti gibi anti-demokratik bir yapıyı haiz olması gerekirdi.
İşin ülkemize bakan kısmında ABD Başkanı Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Libya tezkeresinin geçmesinden hemen sonra araması ve bu görüşmeden saatler sonra ertesi gün Süleymani’ye suikast düzenlenmesini herhalde Ankara kaydetmiştir. Üstelik Rusya Devlet Başkanı Putin’in de Türk Akımı’nın açılışı için ziyareti 8 Ocak’ta beklenmektedir. Yani Türkiye hemen yarın Libya’yı fethe kalkışacak değildir sanırım ve dilerim.
Diyeceğim, Süleymani suikastı önemli ve olağanüstü bir gelişme, kesinlikle küçümsenmemeli. Ancak hemen yarın üçüncü dünya savaşının çıkacağını ileri sürmek de gerçekçi değil. ABD ile İran, Tahran’daki İsviçre Büyükelçiliği eliyle konuşmaya başladılar bile. Süleymani’nin yerine yardımcılarından İsmail Gani atandı. Ancak Süleymani ve Mühendis’in siyasi boşluklarını doldurmak İran için güç hatta imkânsız. Gelecek aylar bize, Irak’ın devlet olarak ayakta kalıp kalamayacağını da gösterecek.
*“Devletlerarası bir düzen var mıdır”, “etik dış siyaset olanaklı mı” gibi sorular için örnekse Joseph Nye’ın makalesine dileyen okurlar göz atabilirler.