Süleymani suikastının mesajları

ABD’nin bu saldırıyla istihbarat yeteneğini, füzelerinin etkinliğini, kısacası ABD savaş makinasının, Amerikan silah sanayiinin farkını ve üstünlüğünü sergilemeyi amaçladığı açık. Zaten emperyalist rekabet kapışmalarının yaşandığı sahalardaki savaşlar bugün bir yönüyle de bir nevi silah sanayi fuarına, geliştirilen son sistem silahların deneme ve gösteri alanına dönüşmüş durumda.

Abone ol

H. Selim Açan

Kasım Süleymani suikasti her şeyden önce içinde bulunduğumuz tarihsel kesitin karakteristik özelliklerinden birinin -'öngörülemezlik'- yeni örneği oldu.

O saldırının gerçekleştiği ana kadar Süleymani'nin kendisi dahil hiç kimse ABD emperyalizmi ya da bir başka bölge gücünün böyle bir hamleyi göze alabileceğine ihtimal vermiyordu. İran'ın bölge çapındaki faaliyetlerinin organizatörü olarak İsrail ve bölge gericiliklerinden ABD'ye kadar kendisinden nefret eden düşmanlarının çokluğuna karşın Süleymani -ve yanındakilerin- en basit güvenlik önlemlerine dahi boş veren rahatlığı da bunun sonucu zaten. Yoksa Ortadoğu gibi bir bölgede kendisini ortadan kaldırmak isteyen bu kadar çok düşmana sahip birinin Şam'dan Bağdat'a saat kaçta nereye ineceği belli tarifeli bir uçakla yolculuk edip, aynı ölçüde 'hedef' konumuna sahip Haşdi Şaabi komutanı ve kurmaylarıyla iki arabaya doluşması gibi bir gevşekliği bu işlere çok uzak çocuklar bile yapmaz.

PEKİ ABD BU 'BEKLENMEDİK' HAMLEYİ NEDEN YAPTI?

Bu konuda en fazla taraftar bulan görüş “Hakkında açılan azil soruşturmasıyla iç politikada sıkışan Trump'ın seçim hesabıyla hareket ettiği” tezi. İran'ın çok sert tepki göstereceği baştan belli olan böyle bir hamlenin içerdiği potansiyel risklerin büyüklüğünü düşünecek olursak, ölçüye ve tahmine gelmez davranışlarıyla ünlü Trump gibi bir dengesizin bile böyle ucuz bir hesapla bu kadar büyük riske gir(e)meyeceği görülebilir aslında. Fakat Türkiye'de yıllardan beri her şeye körleştirici bir “Tayyip düşmanlığı” odağından bakıp her şeyi onun kişisel özelliklerine, hesap ve planlarına bağlamayı alışkanlık haline getirmiş olan düşünme tembelliğinin bu kadar yüzeysel bir yorumla yetinmesine şaşırmamak gerekir.

Trump ve ekibi açısından işin içinde böyle bir hesap ve beklenti de olabilir. Lakin ABD gibi emperyalist bir güç ve devletten söz ediyorsak eğer, Ortadoğu gibi stratejik bir bölgeden başlayarak dünyadaki bütün dengeleri zincirleme sarsma olasılığı çok yüksek böyle saldırgan bir hamlenin bu kadar basit iç politika hesaplarıyla yapıldığını düşünmek fazla sığ bir yaklaşım olur.

ABD bu 'beklenmedik' hamlesiyle irili-ufaklı hasımları başta olmak üzere bütün dünyaya özellikle şu iki mesajı vermeyi hedefledi kanımızca:

Birincisi, “Emperyalist rakiplerim ve yerel ortaklarının yaptıkları hamleler sonucu Suriye'de olduğu gibi elim eskiye oranla zayıflayabilir, kimi yerlerden çekilir ya da asker sayımı azaltabilirim, Lübnan ya da Irak'taki hükümet krizlerinde olduğu gibi süreçleri artık eskisi kadar kolay yönetemeyebilirim, yani borum belki eskisi kadar güçlü ötmeyebilir. Fakat kimse hayale kapılıp yanlış hesaplar yapmasın, ellerimi Ortadoğu'dan çekmiyorum” mesajıdır.

Bu, Ortadoğu’da izlenecek strateji konusunda Amerikan yönetimi içinde bir orta yol bulunduğu anlamına gelir aynı zamanda. Bilindiği gibi hemen her konuya öncelikle esnaf kafasıyla yaklaşan Trump kâr-zarar hesabına dayalı olarak ABD’nin Ortadoğu’daki askeri varlığını sınırlandırma eğiliminde. Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı bürokrasisinin bir kısmı tarafından temsil edilen emperyalist klikler ise “ABD’nin dostlarını hayal kırıklığına uğratıp Rusya’nın elini güçlendireceği” gerekçesiyle buna şiddetle karşı. Genellikle ‘yekpare bir blok’ olarak düşünülen ‘farklı Amerika’lar’ arasındaki bu çatışma, kendisini önce Suriye’den asker çekme konusunda gösterdi. Süleymani suikastının tozu dumanı sırasında bu kez Irak’taki üslerden çekilme konusunda Irak hükümetine verildiği iddia edilen ‘mektup krizi’ olarak karşımıza çıktı. Bu örneklerde tanık olduğumuz gelgitlerle birlikte düşünüldüğünde Süleymani suikastıyla ABD hem elini Ortadoğu’dan tümüyle çekmeyeceğini hem de İran’ı sıkıştırmaya devam edeceğini göstermiş oldu.

Kasım Süleymani suikastının içerdiği ikinci mesaj ise, özellikle sadece Ortadoğu'da değil Kafkaslar, Uzakdoğu ve Afrika'da da giderek daha açık biçimlerde karşı karşıya geldiği emperyalist rakipleri olarak Rusya ve Çin'e -ve tabii ki İran ve Kuzey Kore gibi daha hafif sıkletteki düşmanlarından Körfez gericilikleri hatta Türkiye gibi dostlarına kadar başkalarına da- “Benimle oynamaya, tahammül sınırlarımı test etmeye kalkmayın! 1990'lardaki hegemonik konumumu yitirmeye başlamamdan yararlanarak sabrımı fazla zorlamayın! Aksi taktirde 'dünyayı yakmayı' bile göze alır, hiç ummadığınız ataklar yaparım” mesajıdır. Trump’ın suikast sonrası Twitter'dan sürdürdüğü ölçüsüz tehdit mesajlarını da bu gözle okumak herhalde daha doğru olur.

Bu ikincinin devamı -ya da alt başlıkları- olarak bu hamleyle ABD, bundan böyle dış politikada Ukrayna ve Suriye krizleri sırasında tanık olduğumuz gibi Rusya’nın gözü kara hamlelerini sineye çekmek zorunda kaldığı ‘pısırık’ tutumunu terk ederek gücünü doğrudan konuşturmaktan geri durmayacağını göstermek istemiş olabilir. Ki böyle bir politika değişikliği -doğası gereği- dolaysız askeri çatışmalar ve savaş riskini büyüten bir gelişme olarak yorumlanmalıdır.

ABD ikinci olarak, asker ve malzeme kaybını en aza indirecek şekilde hasmını uzaktan vurmaya dayalı teknolojik savaş tarzını konuşturdu bu olayda (da). Bu sadece eylemin (suikast) doğasından kaynaklanan bir tercih miydi yoksa “Teröre karşı savaş” gerekçesiyle yürütülen düşük teknolojiye dayalı kara harekâtlarının Amerikan ordusunu hem deneyim ve kabiliyet bakımından körelttiğini hem de moral açıdan yıpratıp zayıflattığını düşünen Pentagon’un kara, hava, deniz, uzay ve siber alanları kapsayacak şekilde yapay zekâ, robotik ve siber savaş gibi yüksek teknolojiye dayalı silahların kullanılacağı ‘geleceğin savaşlarına’ (“üst düzey çatışma” ) hazırlık kapsamında yaptığı bir deneme/geçiş adımı mıydı, bunu zaman gösterecek.

Yöntem tercihini belirleyen neden her ne olursa olsun ABD’nin bu saldırıyla istihbarat yeteneğini, füzelerinin etkinliğini, kısacası ABD savaş makinesinin, Amerikan silah sanayiinin farkını ve üstünlüğünü sergilemeyi amaçladığı da açık. Zaten emperyalist rekabet kapışmalarının yaşandığı sahalardaki savaşlar bugün bir yönüyle de bir nevi silah sanayi fuarına, geliştirilen son sistem silahların deneme ve gösteri alanına dönüşmüş durumda. Gerçi Süleymani suikastı sırasında kullanılan Hellfire (Cehennem ateşi) serisinden AGM-114 R9X füzesi bilinmeyen bir silah değil. Askeri çevrelerde “Uçan Ginsu bıçağı” olarak da tanımlanan bu füze, özellikle de suikast tipi nokta hedeflere karşı kullanılmak üzere geliştirilmiş lazer güdümlü bir silah. Ama pratikte ne kadar etkili olduğu bugüne dek hiç bu kadar sansasyonel bir şekilde sergilenmemişti.

Suikast haberinin duyulmasıyla birlikte dünya nefesini tutup ABD ile İran arasında bir savaş beklentisine girdi. Korkulan şu ana kadar olmadı. Öncesinde yüksek perdeden tehditler savurup “13 farklı intikam senaryosu üzerinde çalıştığını” iddia eden İran, Irak’taki iki Amerikan üssüne -Irak Başbakanı Abdülmehdi gibi ABD’yi önceden uyaracağı açık olan bazı kulaklara önceden fısıldadığı- gaz alma yönü ağır basan ‘erken uyarılı bir füze saldırısı’ düzenlemekle yetindi şimdilik. Bu belki ne İran’ın iddia ettiği ölçüde yıkıcı bir yanıttı ne de “acımadı ki…” görüntüsü vermeyi tercih eden ABD’nin göstermeye çalıştığı kadar hafif bir fiskeydi. İran’ın toplam 22 füzeyle Amerikan üslerini vurabilmiş olması bile askeri açıdan -İsrail’in de keyfini kaçıracak- bir yanıt özelliğine sahip.

İlk raundun bu şekilde kapanması bu kapışmanın yatıştığı anlamına gelmiyor kesinlikle. Doğrudan ya da vekil güçler aracılığıyla yapılacak askeri hamlelerden destabilizasyon faaliyetlerine kadar her yol ve yöntem bundan sonra vites büyütmüş olarak denenecektir. Siyaset Bilimci Hamit Bozarslan’ın dediği gibi “ABD savaşa hazır değil, İran hiç değil” bugün için belki ama bu durumu da mutlaklaştırmamak gerekiyor. Çünkü bugün itibariyle yaşadıkları sıkışma ve iç sorunlar ne olursa olsun birisi asıl olarak Çin ve Rusya’yla kızışmış bir rekabet içindeki emperyalist bir güç, diğeri mezhep yakınlığı temelinde Orta ve Yakın Doğu’da kendine geniş bir etki ağı örmüş bölgesel bir gücün bu düzeye sıçramış çatışmasının kolayca kabuk bağlayıp kendi kendine yatışacağını beklemek büyük yanılgı olur. Bu sadece ABD ile İran arasındaki sürtüşmenin neden ve nasıl bu noktaya geldiğini değil, her konuda, her yerde, her an ‘beklenmedik’ gelişmelerle karşılaşmamıza zemin hazırlayan çok katmanlı bir sistem krizinin yaşandığı dünyanın bugünkü durumu ve gidişini de gözden kaçırmak anlamına gelir.

Ünlü bir söz vardır: “Deme olmaz, olmaz olmaz!”. Kasım Süleymani suikastının verdiği en önemli ve en net mesaj bu olsa gerek.