Sulukule Mon Amour: Dansla yükselen cesaretin öyküsü
Hem politikler hem dansçı olmaya çalışıyorlar. Üstelik bunu Sulukule'de yapıyorlar. Yükselen 'mırıldanmalar'a, tacizlere inat dans ediyorlar.
DUVAR- Azra Deniz Okyay tarafından çekilen Sulukule Mon Amour, yıkım coğrafyasında küllerinden doğan dans tutkunu iki genç kadının hikayesi...
Belgeselin yönetmeni Azra Deniz Okyay, belirli aralıklarla film gösterimi yapmak için Sulukule’ye gidiyor. Gizem Nalbant ve Dina Madany ile de bu gösterimlerde tanışmış ve ikilinin dans performanslarından çok etkilenmiş. Gizem'i şöyle anlatmanın yanlış olmayacağını düşünüyor: “Dans ederken bir tek burun kemiği kımıldamıyor.”
Sulukule'de doğan ve aynı yerde yaşamaya devam eden Gizem`den farklı olarak, Dina Cezayir`den gelmiş. Mahallede tanışıp arkadaş olmuşlar ve başlamışlar beraber dans etmeye.
'DANS NEFES ALMAK GİBİ'
Gizem dansa nasıl başladığını şöyle anlatıyor: "Arkadaşlarımla izlediğim You Got Served filmi bana çok şey kattı. Bu filmdeki her şey benim çevremdeki hayata çok benziyordu. Arkadaşlık bağları ve oyuncuların kendilerini ifade etme şekilleri çevremde gördüğüm şeylerle aynıydı. Bu filmle beraber hip-hop beni kendine çekti. Dans benim için tutkunun ötesinde, nefes almak gibi bir şey. Onsuz olmayı düşünemiyorum."
Gizem, Galata`da Try Soldier tarafından yönetilen bir stüdyoda düzenli olarak dans buluşmalarına katılıyor. Dans etmek Gizem için her zaman çok kolay değil. Sadece cinsiyeti nedeniyle karşılaştığı fütursuz tavırları ve engelleri elinin tersiyle itiyor ve şöyle diyor: "Kadınlar için her şey zor bu ülkede: Çünkü onlar kadın... Toplumda ikinci planda olan kişiler olarak görülüyorlar. Ben dans ederken böyle durumlarla çok karşılaştım. Dans ediyorsun, başka şeyler de yapıyor musun gibi ağza alınmayacak bir çok şey duydum. Fakat kulak asmadım. Çünkü dans benim her şeyim ve onlara ne kadar güçlü olduğumu bu şekilde gösterebiliyorum."
'KENDİNİZ OLUN'
Dans etmek isteyip çevresindeki baskı sebebiyle buna cesaret edemeyen kadınlara da bir mesajı var Gizem`in: “Dans etmek isteyen kadınlar, elinizden geldiği kadar kendiniz olun. İnsanların ne diyeceği hakkında en ufak bir şey gelmesin aklınıza. Dans sizi siz yapan şey olacaktır.”
ŞEHRİ VE SİNEMAYI BİRLEŞTİRİYOR
Şehir plancısı bir ailede büyüyen Yönetmen Okyay, çocukluğundan beri kent hareketlerinin içinde yer almış. Sinema aşkı da yine çocukluk yıllarında başlamış. Okyay “Bu film şehir, insan ve sinemayı birleştirdiğim ilk proje oldu” diyor.
Okyay için filmin görsel dili çok önemli. Diyalogların görüntünün önüne geçmesini istemiyor. Sinemaya 17, fotoğrafa ise 13 yaşında başlamış. Üniversite okumak için gittiği Paris'te bir yandan da özel sektörde çalışmış. Gülerek,“Sürünerek öğrendim desem yeridir” diyor.
'BİR DANS VİDEOSU YAPMAK İSTEMEDİM'
Çekim tekniği üzerine uzunca bir süre düşündüğünü belirtiyor ve şöyle diyor: “Gizem ve Dina çok güzel dans ediyor; fakat ben bir dans videosu yapmak istemedim. Onların nasıl düşündüğünü ve neden bu kadar olgun olduklarını göstermek istedim. Çünkü bir genç kızı dans ederken göstermek çok hızlı bir şekilde seksüel bir objeye dönüşebilir. Bu yüzden slow-motion tekniğini kullandım. Hareketi farklı bir şekilde göstererek fikri ifade etmeye çalıştım.”
“Filmi yaparken sizi en çok ne zorladı” sorusunuysa şöyle cevaplıyor Okyay: “Bir kadının dans ederken sorun yaşamasını öne koymak ve bunu politik nedenlerle harmanlamak beni gerçekten zorladı. Çünkü hem politikler hem dansçı olmaya çalışıyorlar. Üstelik bunu Sulukule`de yapmaya çalışıyorlar. Pek çok dansçı var; fakat mekanları olmadan çalışamıyorlar. Çalışmalarını mekanlarında yapıyorlar. Ama Gizem ve Dina için böyle bir şey söz konusu değil. Onlar dans etmek için çok büyük bir fedakârlık yapıyorlar.”
Film 2015 yazında çekilmiş ve uzun bir post prodüksiyon sürecinden geçmiş. Önümüzdeki ay !f Film Festivali`nde gösterilecek. Okyay, filmi özellikle içinde bulunduğumuz günlere iyi gelir ve umut verir diye seyirciyle paylaşmak istemiş.
Yönetmen şu sıralar bir uzun metraj film üzerine çalışıyor. Film İstanbul`un sürekli yıkılıp yeniden yapılma halini, şehrin farklı köşelerinde yaşayan 7 karakter üzerinden anlatıyor. Adını 1940'larda İstanbul'a sürülen Yahudi bir filozofun etimolojik olarak yarattığı bir kelimeden alan Figuras, önümüzdeki yıl seyirci ile buluşacak.