Süper Lig’de 2021-22 sezonu alışkın olmadığımız birçok motifle
ilerliyor. Trabzonspor rahat bir şampiyonluğa doğru gidiyor; üç
büyükler birbirlerine bu ligde ne yaptıklarını soruyor; Anadolu’da
yeni teknik direktör kuşağı sahnede; ekonomik kriz ortamında yeni
naklen yayın ihalesi yaklaşıyor. Ligin müesses nizamında değişim
kokusu var. Yaşananlar pandeminin ve ekonomik krizin getirdiği
istisnai bir anomali mi, yoksa Türk futbolunda devir değiştirecek
bir “yeni normal” mi geliyor?
DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY ÜÇ BÜYÜKLER MİDİR?
Türk futbolunun krizi yeni değil. Sadece bu kadar görünür olması
için üç büyüklerin hep beraber çökmesi gerekiyordu. Pandemi,
ekonomik buhran gibi dış etkenlerin yanı sıra mevcut düzendeki
kadim çözümsüzlük, beceriksizlik, eylemsizlik, liyakat eksikliği
sonucu bugüne ulaşıldı.
Âdettendir, trenin nasıl gittiğini görmek için evvela lokomotife
bakılır. Türk futbolunun lokomotifi olan “İstanbul büyükleri”,
dokuz ay önce ligin zirvesinde (BJK: 84, GS: 84, FB: 82) birlikte
ama yalnızken bugün aynı zirveyi uzaktan seyrediyor. Lig tarihinde
ilk kez 24 hafta sonunda üçü de ilk beşin dışında. Kırk yıl sonra
ilk kez üçü de aynı sezon ortasında hoca değiştirdi. Şu anda üçü de
kendi yıktıkları sezonun enkazından işe yarar bir şey – belki bir
iki genç oyuncu, mümkünse geçerli bir oyun planı – bulmaya
çalışıyor. Üçünün taraftarı için de lig anlamını kaybetmiş
durumda.
Son şampiyon Beşiktaş’ta Sergen Yalçın gönülsüz başladığı sezonu
Şampiyonlar Ligi hezimeti üzerine yarım bırakınca yönetim geçici
olarak Önder Karaveli’yi başa getirdi. Karaveli yapıcı ve arifane
tavrıyla bir anda gönüllere girince, kulüp idaresi tesadüfe dayanan
bu atamayı bilinçli bir stratejinin parçasıymış gibi sunmaya
çalıştı. Ama skorlar bozulur bozulmaz sular dalgalandı. Eski-yeni
hocalarla görüşüldüğü yönünde haberler var. Beşiktaş’ın dramı
ortadan bir dram yokken, şampiyon kadroyla saçma bir mutsuzluğa
batmak ve istikrar şansını kaçırıp gereksiz huzursuzluğa dalmak
oldu. Gelecek belirsiz.
Galatasaray ise bir ay öncesinde kadar tam ters istikametteydi.
Burak Elmas’ın kendisini başkan yaptıran Terim’e “ihanet” etmemek
için gösterdiği sabır veya mecburiyet, takımı tamiri zor bir duruma
(ligde 11. sıra, bir türlü gelişmeyen oyun, sürekli kavgayı
besleyen zihniyet) getirmişti. Nihayet teşhis konup harekete
geçildi, ama teoride doğru görünen hamle pratikte bocalıyor:
Torrent’in vaatkâr ama nazlı sistemine kavuşmak için gereken sabır
ortamını sağlamak çok dikkatli ve titiz bir idare gerektirirken,
Elmas yönetimi gaflarla, potlarla, hatalarla boyuna aksıyor.
Neticede şubat ortasında takım 13. sırada ve küme düşme ihtimali
var. İşler muhtemelen iyiye gidecek, ama Elmas ve Torrent o günleri
görecek mi belli değil.
Elmas’ın bundan daha kötü bir duruma düşemeyeceğini sanıyorsanız
vapura atlayıp Kadıköy’e bir uğrayın derim. Başkanlık koltuğunda
geçirdiği üç buçuk yılın ardından, Ali Koç’un Fenerbahçe’yi
yönetmeye mahir olduğunu düşünenlerin sayısı, Sarı-Lacivertlilerin
bu süreçte kazandığı derbi sayısından fazla değil. Üstelik kronik
kararsızlık (Cocu, Koeman, Yanal, Bulut, Belözoğlu, Pereira,
Kartal), hayali dış mihraklara kafayı takmak (Norveç menşeli
troller), hakem yaygarası (FB TV’de Trabzonspor maçı yayınının 23.
dakikadan itibaren “oyunun hakem tarafından katli” gerekçesiyle
ekranın karartılması) gibi icraatlarıyla, Ali Koç “ben bu kulübü
yönetemiyorum” diye – megafonla – bağırıyor. Gelecek ile geçmiş,
teori ile pratik, her şey birbirine karışmış durumda. Çözüm arayan
var mı, yani arayış hangi ölçütlere dayanıyor, bilen yok.
YENİ HOCALAR ÇAĞI
İstanbul’un büyüklerinin aramadığını Anadolu kulüpleri bulmuş
görünüyor. Anadolu’da teknik direktör kadroları neredeyse baştan
aşağı yenilendi. Yılmaz Vural, Giray Bulak, Güvenç Kurtar, Mesut
Bakkal, Fuat Çapa, Aykut Kocaman, Ersun Yanal gibi demirbaş hocalar
boşta. Bu isimlere Mustafa Denizli, Fatih Terim ve Şenol Güneş’i de
ekleyebilirsiniz.
Yerlerinde ise İlhan Palut, Hakan Keleş, Ömer Erdoğan, Erol
Bulut, Emre Belözoğlu, Volkan Demirel, Nuri Şahin gibi yerlilerin
yanı sıra, Vincenzo Montella, Francesco Farioli ve Nestor El
Maestro gibi yine yeni yabancılar var. Eskilerden geriye sadece
Hikmet Karaman, Rıza Çalımbay ve Abdullah Avcı kalmış durumda. Üçü
de gayet başarılı gidiyor.
Teknik direktör jenerasyonundaki dönüşüm ve bu iradenin
Anadolu’dan doğması özellikle önemli. Türk futbolunda gerçekten
“yeni normalin” eşiğindeysek veya gerçek bir “organik ilerleme”
yaşanacaksa, bunu sağlayan şey üç büyüklerin kötü durumu değil,
Anadolu kulüplerinin ve yeni hocaların sağladığı “büyü bozumu”
olacak. Yani “bizi şampiyon yapmazlar” söyleminin, başarı
anahtarının sadece birkaç hoca ve takımın elinde olduğu mitinin
sona ermesi gerekiyor. Futbolda, özellikle de Türkiye gibi ara
düzey ülkelerde en somut etki yaratabilecek kesimin teknik
direktörler olduğunu düşünüyorum. Elbette bir hocanın genç olması
illa yenilikçi, yetkin, gelişmiş olduğu anlamına gelmiyor; ama
gençlerin değişime yaşlılardan daha yakın olduğunu sezmek zor
değil. Üstelik havuz medyasından Harvard diplomasına “sallayan”
zihniyet de artık kimseye hitap etmiyor.
Sahadaki somut gerçekler de değişimi doğruluyor. Süper Lig’de
“ne oynadığı belli” takım sayısında ciddi artış söz konusu.
Geçmişin hamasi, taktik olmayan taktiklerinin yerini giderek daha
karakterli oyunlar alıyor. Görüldüğü gibi ortada büyük sırlar falan
yok; çalışınca, dünyayı takip edince, işine bakınca oluyor. Birçok
ekip kadrosunun üzerinde skorlar alıyor. Üç büyüklerin durumu
buradan da okunabilir: Beşiktaş’ın hâlâ Şenol Güneş’in peşinde
olduğu söyleniyor; Galatasaray Fatih Terim’i kaybettiğine
hayıflanmaktan felç olmuş durumda; Fenerbahçe ise İsmail Kartal’a
döndü ve olursa Löw’ü yakalama derdinde. Üç büyükler geçmişle bir
türlü vedalaşamıyor.
YAYINCI DA MAĞLUP
Yeni fotoğrafa poz verenler böyle; arka fonda ise para var.
Ekonomik kriz ve liranın çöküşü bir yana, Süper Lig’in fahiş
bedelli naklen yayın ihalesinin müddeti sezon sonunda doluyor. Yeni
anlaşmada rakamların çok küçüleceği kesin. Şimdiye kadar yedikleri
üzümün hangi bağdan – “dost ve kardeş emirlik” Katar – gelmiş
olabileceğini düşünmeyip, hak ettiğinin çok üzerinde paralar alan
kulüpler – Anadolu da dâhil – kaygılı. Bütçeler büzüşecek. Buna
Avrupa’daki başarısızlık ve Şampiyonlar Ligi’ne direkt katılım
hakkının yitirilmesi de eklenince, oyuncu ve seyirci çekmenin
zorlaşacağı açık. Kaliteli rekabet için daha çok paradan evvel daha
sağlam zihinlere ihtiyaç var.
Yayın ihalesinin “yeni normal” açısından paradan daha mühim
etkileri de olabilir. İhaleyi kim kazanırsa kazansın,
futbolseverlerdeki bıkkınlığı ve kızgınlığı göz önüne almak
zorunda. Tribünden yönetimlere gelen istifa çağrılarını
sansürleyen, tartışmalı pozisyon – yani her faul, penaltı, taç,
korner – tekrarından başka bir şey göstermeyen, protokol referansı
bol yayınlar, en az elindeki ligi bu anlayışa pazarlayan federasyon
yönetimleri ve kulüp başkanları kadar sıkıcı. Abone bulmakta
zorlanan yayıncılar bakış açısını değiştirmek, makul fiyatlı yeni
paket seçenekleri sunmak ve ligi yeniden parlatmak durumunda. Yoksa
onlar da YouTube’un ve korsan internet yayınlarının altında ezilip
gidecek.
VAGONU DURDURAN LOKOMOTİF
Değişim kıpırtılarının nereye varacağı henüz belli değil.
İhtimaller muhtelif. Bir: Üç büyükler yaşananlardan ders alıp
harekete geçerek, taraftarın ve maddi imkânın sağladığı güçle,
hatta yayıncıyı da yanına alarak yeni döneme öncülük edecek.
Yaşadığımız sezon puan tablosu açısından istisna olarak kalacak,
ama bir nevi milada dönüşecek. İki: Hızlı değişim çağında eski
takıntılarını aşamayıp yerinde sayacaklar; Trabzonspor önderliğinde
Anadolu hakimiyeti başlayıp, İstanbullular sıradanlaşacak. Üç: Üç
büyükler akıllanmayacak, ama diğerlerinin de bocalayıp yolunu
şaşırması sonucu eski yöntemlerle yola devam edecekler.
Türkiye’de son yirmi yılın hikayesi, seviyeyi düşürüp “aşağıda
buluşmak” üzerine kurulu. Kulüpler de bugüne kadar yeni yerlere
uğramamak, eldeki iktidarı ve ilişki ağlarını kaybetmemek uğruna
birlikte çökmeyi yeğledi. Ama deniz bitiyor. Anadolu genellikle
değişme becerisiyle değil, aynı kalmasıyla övünür. Bu yüzden
nadiren harekete geçtiği anlara dikkat etmek gerekir. Hemen dev
sonuçlar beklemek abartılı olabilir; yine de üç büyüklerin yerinde
olsam, değişim trenini kaçırmazdım. Çünkü Türk futbolunun hayatta
kalmak için aklıselime yönelmekten başka çaresi yok. Üç büyükler,
lokomotif statülerine fazla güveniyor gibi görünüyor. Ama mecburi
istikamete doğru bu yolculukta, lokomotif frene basmakta inat
ederse kendi vagonları tarafından haşat edilebilir…