Western filmi izliyorum. Çatışma gırla gidiyor. Kurşunları bitmek üzere olan, etrafları sarılı kahramanlarımız arasında geçen diyalog şöyle:
- Ne durumdayız?
- Halimiz onuncu kattan düşen birinin haline benziyor. Her katı geçerken insanlar kendisine “buraya kadar iyi” diyorlar.
Sadece iki örnek ve yol açabileceği olasılıklar tam da bu durumda olduğumuzu düşündürüyor.
S-400’ler:
ABD tarafı zehir zemberek ifadeler ve açık tehditler içeren mektubu “savunma bakanları düzeyinde” Türkiye tarafına iletti.
Amerikalıların hakkını teslim etmek gerek, Suriye Kürtleri meselesinde olduğu gibi bu meselede de bizden daha açık oynuyorlar. 48 saat beklediler, Türkiye’den cevap çıkmayınca mektubu sızdırdılar. Bizimkilere kalsa belki de sittin sene bu mektuptan haberimiz olmayacaktı. Elbette her konu bütünüyle kamuoyu ile paylaşılmayabilir. Ama Türkiye’ye karşı açık tehditler içeren bir mektuba neden derhal cevap verilmez ya da mektup kamuoyu ile paylaşılmaz? Bu yazı yazıldığı sırada mektuba (sert?) bir yanıt verildiğine dair bir haber yoktu.
“Türkiye zaten defaatle S-400 alımından geri adım atmayacağını vurguladı, daha ne olsun?” denilebilir. Bu da bir bakış açısı. Ama iktidarın mektubu gizlemesi daha çok “içerisi” ile ilgili gibi duruyor.
S-400’ler konusunda belli ki artık geri dönüş olmayacak. Bakalım bu alışverişin Türkiye’ye etkileri hangi tezahürler ile ortaya çıkacak.
İdlib:
İdlib’teki gaz sıkışması Doğu Akdeniz’deki gaz sıkışmasından daha mı az tehlikeli? Burada da mektup olayında olduğu gibi kamuoyundan gizlenen bazı gerçekler ister istemez ortaya çıkıyor.
Suriye ordusu tarafından çatışmada öldürülen bir militan için Reyhanlı’da cenaze töreni düzenlenmesi neyin göstergesi?
Bir militan çatışmada yaralanıyor ve tedavi için Türkiye’ye getiriliyor. Yani? Cihatçılarla işbirliği tam gaz sürüyor. Üstelik sessiz bir şekilde karşı tarafa geçirilebilecekken cenazenin kitlesel gösteriye dönüşmesine izin veriliyor. Cihatçının cenazesine katılan kitlenin tekbir getirmesi dini vecibe gereği (zaten öyle bir dini vecibe yok) değil. “Tekbir! Allahu ekber” sloganları tamamen siyasal ve Suriye’de şahit olduğumuz tüyler ürpertici tehdidi hatırlatıyor. Ankara’da, İstanbul’da ağır silahlar eşliğinde kullanılan “gerekirse kan dökeriz” ifadeleri ile aynı tehdidi taşıyor.
Bu sloganların barındırdığı potansiyel, sloganları atanlar “kendilerinden” olduğu için iktidar tarafından farklı “yorumlanıyor” ve aynı iktidar bu güruhu her daim kontrol edebileceği yanılsamasından kurtulamıyor.
Sonuçta niyet farklı: Türkiye’deki en ufak bir karışıklık ya da karışıklığı önleme gerekçesi ile alınacak icraatlarda o cenazeye katılanların ve İdlib’ten nakledilecek militanların belirli bölgelerde en önlerde kullanılma olasılığı yüksek. Türkiye’de “öteki” olan laik Sünni de, Alevi de, Kürt de, komünist de aynı slogandan kendine düşen payı anlamıştır muhtemelen.
Küresel ve bölgesel aktör görüntüsü altında sergilenenlere bakar mısınız? ABD’den gönderilen mektuba cevap bile verilemedi, Suriye’de ise mütevazı takılmaya karar verilmiş olmasından sanırım, örgütler seviyesine inildi. Doğu Akdeniz’de “proaktif politika” yürütüyoruz deniliyor ama fiiliyatta olan bal gibi “bekle gör” politikası.
Ama hakkını yememek lazım, iktidar ABD’den gönderilen mektubu gizleyerek Türk Lirası’nın değer kaybının önüne geçmeyi planlıyor.
Yumurtaları tek sepete koymamakla aynı anda çok ipte oynamak farklı şeyler. Hızla yere çakılıyoruz ama yapılan bütün uyarılara rağmen iktidar işlerin iyi gittiği ve kötü bir durumla karşılaşmayacağımıza olan inancını sürdürüyor. Bu şaşırtıcı özgüven ne ile açıklanabilir?
ABD savunma bakan vekilinin mektubu “ikinci Johnson” mektubu olarak da yorumlanıyor. Bu mektubun tarihe nasıl geçeceği Erdoğan’ın cevabıyla da şekillenecek. Erdoğan çokça eleştirdiği İnönü gibi “yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu dünyada yerini alır” diye(bile)cek mi? Yoksa zaten dedi mi?
Kıbrıs’a çıkarma yapma isteği dönemin şartlarına göre bir “gereklilikti.” Ama bugünler için soru şu sorulabilir: Erdoğan S-400’leri gerekli olduğu için mi istiyor, çok tarafa oynamak için mi? Belki de “ne diye girdik ki bu vartaya” diye düşünüyordur, kim bilir?
Her olasılıkta “Sverkhchelovek” (Süpermen) Putin çakılmaya yarım metre kala uçarak gelip Erdoğan’ı ve Türkiye’yi güvenli şekilde yere indirecek mi? Bekleyelim görelim.