Yargıtay Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yüzde 8’inin “şüpheli” olduğunu söyledi. 6 milyon 900 bin kişi zan altında. Neredeyse her 10 (haydi 11 olsun) kişiden biri. Şaşırtıcı değil mi?
Ya toplum batmış ya hukuk. Yoksa Yargıtay Başkanı konuşunca küçük dilimizi yutmamız gerekirdi. Üç aile piknikte buluşsa, aralarında bir şüpheli var. 30 küsur kişilik bir lise sınıfında en az üç şüpheli var. Maç izlemek için 50 bin kişilik stada doluşan 50 bin kişiden 5 bini şüpheli. Şaşırtıcı değil mi? Fakat giderek hiçbir şeye şaşırmaz olduk.
Çok mu bilgeleştik de insanlık halidir deyip geçiyoruz? Bilgeleşmiyoruz hayır, muhtemel ki budalalaşıyoruz. “Hiçbir şeye şaşırmamak çok zeki olmanın işareti derler. Bence aynı ölçüde aptallığın da işaretidir." Dostoyevski, Budala’da bir kahramana söyletir bunu.
Budala, edebiyat tarihinin özel bir figürüdür. Dostoyevski’nin budalasıyla zirveye çıkar ya ta Gılgamış ile başlatmak bile mümkün: Şehrinin yaşlılarını kurtarmak için ölüm otunu aramaya gider, bulur, uyur ve otu yılan kapıp gider… Romanın şafağı Don Kişot da bir budaladır. Don Kişot, hayalleriyle gerçeği karıştırır ya da gerçeğe hayallerini yükler. İşte yel değirmenine bakar ejderha görür filan… Aslında olana olmayanı yüklemeden ibaret değildir budalanın ahvali, bir de metaforu anlamaz o: Prens Mışkin, mesela. Her köfteyi düz anlamıyla çakar, dolayısıyla çaktın köfteyi sorusuna yediği ya da yemediği köfteleri anlatarak cevap verebilir. Köftehor da değildir üstelik…
Türk edebiyatının da budalaları hiç az değildir: En ünlüsü, devletin, idare aygıtının talimatlarına harfiyen uymasıyla kendisini, ailesini mahva sürükleyen Murtaza’dır. Bekçilik kurumunun yeniden ihya edilmesinin bir sebebi olmalı. Aldığı kurslar, gördüğü dersler kelimesi kelimesine uygulanacaksa sonuç felakettir zaten.
Hasılı, müthiş hayaller peşinde koşan ama uyuklamaktan kendini alamayan Gılgamış’tan başlayarak, olanda olmayanı olmayanda olanı gören Don Kişot’a uğrayıp, söyleneni kast ettiğiyle değil söylendiği biçimiyle, metaforu metafor olarak değil düz anlamıyla anlayan Prens Mışkin’e uzanan “budala” figürü, insan olarak eksikleri, kusurları, ruhun kıpırtılarını, toplumun hal ü avhalini anlamak üzere üretilmiş, geliştirilmiş müthiş birer edebi kahramandırlar; neredeyse bir tür edebi kategoridir budala.
Deleuze ve Guattari Felsefe Nedir’de bir “düşünür” kategorisi biçerler “budala”ya, olandan, ezberden, sunulmuştan, destek görmüşten farklı akışların kişisidir çünkü o. Türkçede Arapçadaki b-d-l (bedel, karşılık) kökünden hayli pozitif anlamlar içererek dönüşmüş bir kelimedir budala aynı zamanda: Abdal, seyri sulükte bir mertebe olarak biçilidir yeri. Pir Sultan Abdal, misal. Abdallar, iyidirler; devlete ait aklın değil topluma ve tanrıya ait bilişin, kalbin insanları… İçinden Muharrem Ertaş ile Neşet Ertaş’ın çıktığı “Abdallar” da malum “Gönül Dağı”nın insanlarıdır…
Edebiyatın, sanatın, felsefenin, tasavvufun, demografinin budalası, başka bir yerde karşımıza çıkmaya görsün, hakikate gidebilecek, hakikati anlamaya yarayabilecek yol dosdoğru felaket biçmeye başlayabilir. Don Kişot’un sizi yargıladığını düşünün ya da Prens Mışkin’in. Bekçi Murtaza’nın. İlki olana olmayanı ekleyecek, ikinci söyleneni metaforik bükülme söz konusu olmaksızın anlayacak, üçüncü aldığı kurs ve gördüğü derslerden başka hiçbir şeyi önemsemeyecektir.
Son dönem Türkiye’deki yargı “karar”ları hep böyle değil mi? Ahmet Şık ilk alındığında henüz olmayan, basılmamış kitaptan Fethullah Gülen hakkında kara propaganda (?) yapmaktan tutuklanıvermişti. Budalaca değil miydi her şey? Pek değil: Bizim budalaca davranmamızı istiyorlardı, hepsi o. Olmayan kitaba varlık biçilmişti. Olmayanda olan görülmüştü. Kitapta “kara propaganda” filan yoktu, anlam biçilmişti. Dahası “kara propaganda yapmak” diye tutuklama gerektirecek bir suç yoktu ceza kanununda. Madde biçilmişti. Yani bir budalaca işler toplana toplana uzun aylara yayılan bir hapis toplamına ulaşılmıştı. Bugün Fethullah Gülen hakkında kara propaganda yapmamak ayıp, ama Ahmet Şık yine içerde…
Benzer bir karar da Oğuz Güven’in tutuklanmasıydı. Yönettiği internet sitesinde bir haberin sosyal medya paylaşımında geçen bir ifade için. Tutuklama çıktı ama bir yerde bu yanlıştan dönülür diye umulabilirdi, ancak mahkûmiyet de geldi nihayet.
Tutuklama kararı tek cümle idi, şaşırtıcı, uzun, imlayı geçtik, maddi hatalarla dolu bir cümle; meraklısı için tam metni aşağıda var.
Yunus Emre’nin şiir söylediği dilde, o tutuklama kararındaki türden bir cümlenin nasıl kurulduğunu, böyle bir hükme nasıl varıldığını anlamak mümkün değildi. Gerekçede, başlıkları, tweet’leri kontrol etme ve hata varsa düzeltme yükümlülüğü olduğu söylenen kişi, zaten söylendiği gibi yapmıştı: Tweet atılmış, 1 dakikadan az bir süre içinde silinmişti. Yani ifade kötüyse bile düzeltilmişti zaten ama düzeltilmemiş gibi yazılmıştı kararda. Tabii ki karara ilişkin söylenecek başka çok şey vardı: Bir tweet’teki bir ifade, “biçti” ifadesi nasıl suç olabilirdi?
“Biçme” kelimesinden “FETÖ soruşturması hazırlayan savcılara tehdit, akıbet gösterme” sonucu kendi başına çıkamaz. Hiçbir kelimeden o kadar büyük hukuki sonuç çıkamaz, hele ki ceza hukukunda. Tanrının “Kün” diyerek alemi yaratması elbet mümkündür, ama hakimler tanrı değillerdir, bir kelimeden o kadar sonuç çıkaramazlar. O zaman ne yapmak gerekir? Hukuka karşı hile: O kavramı hukuki açıdan cezalandırılabilirmiş gibi algılatmak için, siteden bir başka haber seçersiniz. Ulaş Bayraktaroğlu haberi. “Ulaş Bayraktaroğlu hakkında yaşamını yitirdi ifadesi kullanılmışken…”
Yani? Gazetecinin, kimin hakkında hangi ifadeyi kullandığından yola çıkarak maksat atfederseniz, iyi bir sohbet başlığı yakalamış olabilirsiniz, ama yareninizle laflamıyor, ideolojik hempalarınızla duygularınızı bilemiyor, ceza hukuku yargılamasında karar veriyorsunuz. Her halükarda berbat bir hukuk üretmiş olursunuz. Çünkü ceza hukuku kıyas yapmayı yasaklar; yorumu, yeni bir suç ihdas edecek kadar geniş tutmayı yasaklar. Ama “katalog suç”a sokmaları lazım ki tutuklayabilsinler, “terör” demeleri lazım ki katalog suça sokabilsinler, YPG demeleri lazım ki terör diyebilsinler, “yaşamını yitirdi”ye takmaları lazım ki “geberdi” deyince yüreği ferahlayanların hükme rızasını, alkışını elde edebilsinler.
Haydi, suç yoktu buldunuz, “suçun şahsiliği”ni nasıl aştınız? Ülkede işlenen her suçtan, meydana gelen her kusurdan ötürü içişleri bakanını, başbakanı, cumhurbaşkanını mı tutukluyoruz? Atılan her başlıktan, tweet'ten yayın yönetmenini tutuklayacak ve mahkum edecek derecede (o tweet'i atanın işten atılması istendi, mesleki hataya mesleki ceza, adil bir istekmiş, çok kızıldı ama…) sorumlu tutuyorsak, atılan kurşundan, patlayan bombadan devletin sıralı sicille görevlileri mahkum etmemiz gerekmez mi? Böyle bir hukuk olur mu? Böyle bir hukuka şaşırmamak olur mu? Böyle bir hukukun yürüdüğü yerde yaşamaktan mutlu olmak olur mu? Bir zamanlar FETÖ’cüler de mutluydu yürüttükleri hukuktan… O hukuk yüzünden, hoşlanmadığı herkesi şüpheli gören hukuk yüzünden her on kişiden biri şüpheli bugün.
Mahkumiyet kararı ayrı bir festival; ona bakınca bunlar daha iyi günlerimiz demek mümkün. Onun için yeni bir yazı gerek…
NOTLAR
1
Rıza Sarraf davası heyecanla ve yakından izleniyor. Normal. Normal olmayan bir şey var ama, sanki o davadan Türkiye için bir adalet tecelli edecek gibi tatlı telaşlar içine girenler var. Olmaz. Amerikan yargısından Türkiye’ye herhangi bir adalet çıkmaz.
2
OĞUZ GÜVEN’İN TUTUKLAMA KARARININ TAM METNİ
“Tüm dosya kapsamından anlaşıldığı üzere, cumhuriyetgzt@ hesabının cumhuriyet gazetesine ait resmi twetter hesabı olduğu, bu hesaptan 10.05.2017 günü twetter isimli sosyal paylaşım sitesinden “ilk fetö iddianamesini hazırlayan Başsavcı Mustafa Alper’i kamyon biçti” şeklinde tweet atıldığı, buna ilişkin İstanbul C. Başsavcılığı tarafından tutulan tutanak ile soruşturma başlatıldığı anlaşılmakla, şüphelinin Cumhuriyet Gazetesinin internet sitesi haber müdürü olması sebebiyle yasal sorumluluğu olduğu, özellikle gazetenin resmi twetter hesabından paylaşılan tweetlerle sorumlu internet haber sitesi müdürünün twettleri kontrol etme, varsa yanlışları düzeltme, bu şekilde denetleme sorumluluğu olduğu, bu kapsamda özellikle 10.05.2017 tarihinde henüz soruşturması devam eden kazada hayatını kaybeden Denizli C. Başsavcısı ile ilgili atılan twette iki hususa vurgu yapıldığı, birincisi atılan twette Denizli C. Başsavcısının ilk fetö iddianamesini hazırlayan Başsavcı olduğunun belirtildiği, ikincisin de ise Başsavcıyı kamyon biçti ibaresinin kullanıldığı, aynı gazetenin resmi tewetter hesabından Suriye’de ypg saflarında mayına basan için “yaşamını yitirdi” ibaresi kullanılırken henüz soruşturması devam eden ve vefat eden Başsavcı hakkında atılan twette “kamyon biçti” ibaresinin özellikle kullanıldığı, atılan twett ile bir anlamda fetö soruşturma dosyalarında görev yapan savcılara akıbet gösterildiği, bu savcıların sonlarının ne şekilde olacağına ilişkin gönderme yapıldığı, bir anlamda başlarına ilerde geleceklerin tweette seçilen “kamyon biçti” ibaresi ile vurgu yapıldığı, habercilik anlayışında “biçti” ibaresinin haberin ses getirmesi için kullanılabileceği örneğin, “asansör giyotin gibi biçti, jeep yayaları biçti, fireni patlayan yolcu otobüsü yayaları biçti”, şeklinde haberlerin günlük hayatta sıklıkla kullanıldığı, ancak suça konu resmi twetter hesabından atılan twette ise, ilk fetö iddianamesini hazırlayan başsavcıyı kamyon biçti diyerek haber içeriğinde haberin sansasyonel ve vurgu yapmasından çok fetö hakkında iddianame hazırlayanların ileride başına ne gelecekleri şekilde toplumda algı oluşması için “kamyon biçti” ibaresinin özellikle seçildiği, şüphelinin Cumhuriyet Gazetesi İnternet Sitesi haber müdürü olması sebebiyle gazetenin resmi sitesinden yapılan her haber ve her tweeti , denetleme sorumluluğunun bulunduğu, bu yüzden şüphelinin bu tweeti editörünün attığına ilişkin beyanının samimi olmadığı, suçtan kurtulmaya yönelik olduğu, şüphelinin cezai sorumluluğunu bulunduğu dikkate alındığında isnat edilen TMK 7/2 maddesindeki suça ilişkin örgütün propagandasını yapma, bu amaca ilişkin toplumda algı oluşturma unsurları bakımından suçun yasal unsurları oluştuğuna dair kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, suçun yasal alt ve üst sınırları dikkate alındığında adli kontrol hükümlerinin yetersiz kalacağı, İstanbul C. Başsavcılığı tarafından atılan tweet ve bu twetin altında yapılan yorumların altında, soruşturmanın halen devam ettiği delillerin toplanmakta olduğu anlaşılmakla, şüphelinin CMK 100 ve devam maddeleri uyarınca TUTUKLANMASINA, …”
3
Türkiye’de, yargı kararlarını tartışmak oldum olası risklidir. “Adil yargılamayı etkileme” diye bir şey icat ettiler, kararlarına güvenemeyen yargıçların olduğu yerde anormal değilse de, asla hukuki bir düzenleme değil bu. Bir suç olacaksa, “adil olmayan yargılamayı etkilememek” diye bir suç olmalı.
Bir de “yargıya hakaret” diye bir şey var. Eğer öyle bir şey varsa, yargıya hakaret diye bir şey varsa, hüküm ihdas ettiği dili doğru düzgün kullanamayan yargının kendisinin bu suçu öncelikle işlediğini kabul etmek gerekir.