Suphi Varım: Sadece polisiye okuyarak polisiye yazarı olunmaz
Yazar Suphi Varım'la polisiye edebiyatı ve Sokratis serisini konuştuk. Varım, "Polisiye roman, durup dururken ortaya çıkmamıştır. Belli tarihsel ve toplumsal koşulların ürünüdür" dedi.
DUVAR - 1960 yılında İzmir’de dünyaya gelen Suphi Varım, “Şehrin beton ormanına dönmediği yıllarda mahalle aralarında ve ağaçların baltalanmadığı arsalarda sokak oyunlarıyla dolu hoş bir çocukluk geçirdim” sözleriyle ilk yıllarını anlatıyor. Okul yaşamıyla birlikte okumaya başlayan Varım’in ilk aldığı kitap, 'Alice Harikalar Diyarında' olur. Derken, Jules Verne’ler, Alexandre Dumas’lar, Michel Zevacolar'la, okumanın büyüsüne iyice kapılır. Lise ve üniversite yıllarında Orhan Kemaller'den Fakir Baykurtlar'a, Yaşar Kemaller'e, Nâzım Hikmetler'e yönelir. Jack Londonlar'la, Maksim Gorkiler'le tanışır. “Marksist yapıtları da keşfettiğim, dolayısıyla politik bilincimin yeşerdiği dönemdir” der.
Aynı tarihlerde yazmaya da başlayan Varım, bugün artık çoğumuzun bildiği öncü polisiye yazarlarından biri. Daha çok İzmir üçlemesiyle bilinen yazarla bir araya geldik ve Sokratis serisini, İzmir’i ve polisiye edebiyatı konuştuk.
Geçmiş yıllarda öğretim üyeliği ve profesyonel olarak yöneticilik yaparken, bir anda ağırlığı yazarlığa veriyorsunuz ve peş peşe edebi eser üretmeye başlıyorsunuz. Bu durum bir anda mı oldu, yoksa uzun bir zamandır bunun hazırlığını yapıyor muydunuz?
Evet, çalışma hayatım, öğretim üyeliği, yöneticilik ve danışmanlıkla geçti. Yazarlığa ağırlık vermem emeklilikle başladı. Hatta bu amaçla genç yaşta emekli oldum diyebilirim. Emekliliğe geçişim ile yazarlık serüvenim, gökten zembille inmiş gibi aniden başlamadı elbette. Okul dönemimde ve çalışma hayatımda şiir ve hikâye gibi denemelerim olmuştu. Basılmasa da sürekli yazma eylemi içinde olmamı sağladı. Bu arada ekonomiyle ilgili çok sayıda bilimsel veya popüler makale yazdığımı da belirteyim. Basılanlar, sadece bunlardır. Çalıştığım kurumlarda konuşma yazıcısı olarak da görev yaptım. Özetle, nasıl desem, zaman içinde kalem keskin kalmaya devam etti ve günün birinde yazar olma arzumu canlı tuttu. Tarihî polisiye yazmak için araştırma yapmaya başlamam da kaynak toplamam da gerilere gider. Aslında polisiyeden ziyade İzmir’in çok kültürlü tarihine dair bilimsel kitaplar kaleme almak niyetim vardı. Gelgelelim, ilk romanım 'Thule Büyücüsü'nün basılması, rotamı polisiyeye çevirmeme sebep oldu. Ben de elimdeki tarihî verileri polisiye yazmak için kullanma sürecine girdim. Yani gerekli hazırlığım vardı. Olay, bilimsel kitap yazarı olmaktan polisiye yazarı olmaya dönüştü sadece. Malum, roman yazmak birikim işidir. Sanıyorum, roman kapısını araladığımda bu birikime yeterince sahiptim. Yazdıkça bu birikime yeni birikimler katıldı.
'ROMAN, GERÇEKLİK ÜZERİNE KURULU DÜŞSELLİKTİR'
İzmir, ülkenin diğer şehirlerine nazaran daha refah ve daha olaysız bir kent olarak dikkati çekiyor. Siz, bu kenti odağa alarak polisiye kitaplar kaleme alıyorsunuz. Bu süreç nasıl gelişiyor?
İzmir’de geçen polisiyelerim on dokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci asrın başlarını kapsar. Bu devirlerdeki suçlara baktığımızda, günümüze oranla çok az olduklarını görüyoruz. Hırsızlık, yankesicilik, dolandırıcılık ve kaçakçılık gibi suçlar ağırlıklı. Pek sık olmasa da cinayet görmek de mümkün. Çetrefilli, karmaşık suçlar nadir. Yazma sürecinde, odaklandığım döneme ait bilimsel kitapları, özellikle gayrimüslimlerin şehre dair anılarını okurum. Kentin tarihi hakkında araştırmalar yapan, Eski Türkçeye hâkim arkadaşlarım var. Onlarla sohbet ederim. Bildiklerini benimle paylaşırlar. Levanten veya Rum arkadaşlarım, aile anılarından bahsederler. Fotoğraflar ve kartpostallar, benim için olmazsa olmaz kaynaklardır. Antikacıları dolaşmaya çok önem veririm. Bu yüzden romanın tarihsel altyapısını hazırlarken, karakterleri oluştururken pek zorluk çekmem. Okurken veya arkadaşlarımı dinlerken konu, üç aşağı beş yukarı zihnimde biçimlenir. Defterimde taslaklar hazırlar, beğenmedikçe değiştiririm. Bunlar ana olaydan, öyküyü besleyen yan olaylara ve karakterlere dek uzanır. Tabii roman dediğiniz, gerçeklik üzerine kurulu düşselliktir. Ben de buna göre kurgularım. Ne de olsa tarih kitabı yazmıyorum. Hikâye, yazdıkça değişir, an gelir son hâlini alır. Bir de dil konusu var. Romanın geçtiği dönemin dilini belli ölçüde kullanırım. Dolayısıyla Osmanlı devrinin romanlarını, hikâyelerini okumaya özel önem veririm. Rum karakterleri zaman zaman İzmir Rumcası denilen Smyrneika’yla konuştururum. Söz açılmışken şunu da vurgulamak gerek. Yazdığım kitaplarda tamamen suça odaklanmam. Kentin o zamanki toplumsal yapısı içinde bir suçlunun neden suç işlediğine, sınıf ve suç bağlantısı üstünde dururum. Karakterlerin suç öncesindeki durumları, ardından suçtan sonraki ruh hâllerini betimlemeye çaba sarf ederim. Dönemin siyasi olaylarını, kültürünü, yaşam tarzlarını da aktarırım.
'POLİSİYE ROMAN, BELLİ TARİHSEL VE TOPLUMSAL KOŞULLARIN ÜRÜNÜDÜR'
Çeşitli polisiye edebiyat dergilerinde makaleler yazıyorsunuz. Türkçe edebiyatta yazarlar işin teorik kısmına girmeyi pek sevmezler. Sizin bir yazar olarak, ürettiğiniz eser türü üzerine teorik bilgiye sahip olmanız bu üretimi nasıl etkiliyor sizce?
Ekonomi doktoruyum. Hayatımın bir kısmı akademik, teorik çalışmalarla geçti. Bu bakımdan polisiyeye kuramsal açıdan, özellikle Marksist ekonomipolitik ve tarihsel materyalizm açıdan yaklaşmaktan hoşlanıyorum. Bu süreçte ‘Suç Romanının Diyalektiği’, ‘Soğuk Savaş ve Casusluk Romanları’ başlıklı iki kuramsal yapıt kaleme aldım. Baskıya hazır olması için üzerlerinde biraz daha çalışmam gerekiyor. Polisiye roman, durup dururken ortaya çıkmamıştır. Belli tarihsel ve toplumsal koşulların ürünüdür. Gelişmesi de öyle. Bahsettiğim bu iki çalışmada konuyu bu çerçevede ele aldım. Bakalım, ne zaman basılır... Teorik bilginin, yazı üretimini nasıl etkilediğine gelince… Yazarken tarihsel materyalizmden kopmam. Yapıtın geçtiği dönemi, o dönemin tarihsel koşullarını, sınıf ilişkilerini, bunların insan psikolojisini, davranışlarını nasıl etkilediğini saptamaya çalışırım.
Sizden “Dedektif Sokratis”in karakterini bir paragrafla anlatmanızı istesek, nasıl anlatırsınız?
Sokratis, olağanüstü özellikler taşımayan, sıradan bir karakterdir. Evli barklıdır, geçim sıkıntısı çeker. Bir muammayı aydınlatabilmek için canla başla çalışacak kadar inatçıdır. Bazen de işi sonuçlandıramayacağına hükmedip kendini geriye çekip rahatına bakar. Sırları çözme yolunda sık sık yanılgıya düşer. Egosu güçlüdür, her şeyi en iyi kendisinin bildiği kanısındadır. Bazen büyük idealler peşinde koşar, bazen zaaflarının esiri olur. Çelişkilerle dolu bir karakter işte...
Polisiye edebiyatta, tek bir hikâye yayımlamak ile bir seri oluşturmak arasında ne gibi farklar var? İkinci kitabı yazdıran karakter, yazarı için daha özeldir, diyebilir miyiz?
Tek hikâye yayımladığınızda vaka, o kitapta başlar ve biter. Seri romanlarda az veya çok süreklilik ve şu veya bu şekilde birbirleriyle bağlantılı olaylar vardır. Mesela, Sokratis polisiyelerinde her romanın konusu ayrıdır, romanlar birbirlerinden bağımsızdır. Ancak bazı karakterler veya olaylar, bir başka romanda kendilerini gösterirler. Bu açıdan seri polisiye yazımında yazar, yazdığı ve yazacağı romanları da dikkate almak durumundadır. Aksi takdirde yanılgıya, boşluklara düşer. Evet, Sokratis, benim için özeldir. Önceki romanlarımdaki İngiliz ve Fransız dedektiflerin serüvenleri üç kitapta sona erdi. En uzun soluklusu sekiz kitapla Sokratis oldu.
'İYİ BİR POLİSİYE ARAŞTIRMAYA DAYANMALIDIR'
Bugünden geçmiş yıllarınıza baktığınızda sizde polisiye edebiyata dair ilk ilginin ne zaman başladığınızı düşünüyorsunuz? Süreç nasıl ilerledi? Polisiye yazarı olmak isteyen arkadaşlara ne önerirsiniz?
Polisiye edebiyata ilgim ortaokulda başladı. İlk aldığım kitap, Agatha Christie’nin ‘Ölümün Sıcak Eli’ romanıydı. Bunu Edgar Allan Poe, Arthur Conan Doyle, Carter Dickson, Maurice Leblanc gibi yazarlar izledi. Casusluk romanlarını da çok okudum, hâlâ okumaya devam ederim. Diyebilirim ki polisiye yazmaya başladığımda klasik ve modern polisiyenin hemen hemen bütün eserlerini okumuştum. Polisiye yazarı olmak isteyenlere tavsiyem, klasik ve modern polisiye yapıtları okumalarıdır. Ayrıca klasik polisiye veya kara roman gibi ekoller hangi toplumsal koşullarda doğmuştur, bunu da incelerlerse polisiye yazma bilincini güçlendirirler. Tabii, romanın niteliğine göre sosyoloji, psikoloji, kriminoloji gibi alanlarda da okumak şart. Roman veya hikâye okuma denince sadece polisiye anlaşılmasın elbette. Dünya edebiyatının klasikleri, bir yazar için ders kitabıdır. İhmal edilmemelidir. Aynısı, klasikten modern edebiyata kadar bizim edebiyatımız için de geçerlidir. Sadece polisiye okuyarak polisiye yazarı olunmaz derim. Bir de şu önemlidir… İyi bir polisiye, araştırmaya dayanmalıdır. Bu, sadece tarihî polisiyeler için geçerli değildir. Günümüzde geçen bir polisiye kaleme alan bir yazar adayı, polisin soruşturma teknikleri, delil toplama, delil inceleme, olay yeri çalışmaları gibi teknik konuları bilmek zorundadır. Adli tabip ne yapar, morg nasıl bir yerdir, savcının olaydaki rolü nedir türünden konulara vâkıf olunmalıdır. Gerisi, bol bol yazma çalışması yapmaktır.
Dedektif Sokratis'in maceraları devam edecek mi? Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?
Evet, devam edecek. Şu anda yeni romanın araştırma çalışmalarını yapıyorum. İzmir’in Urla ilçesine bağlı bir adada geçecek. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girdiği ilk günler, romanın tarihsel altyapısını oluşturuyor. Hep bir ada polisiyesi yazmak isterdim, bugünlere denk geldi. Günlerim, kitap başında araştırarak ve romanın geçeceği mekânları dolaşmakla geçiyor. Defterime notlar alıyorum, bir kısmını hikâye özetleriyle ve karakter taslaklarıyla bilgisayara geçiriyorum. Başka ne yapıyorum? Polisiye roman koleksiyonum var. Eksik olanları tamamlayabilmek için sahaflara kapılanıyorum. Bir kitap, aklımda olmayan bir başka kitabın kapısını açıyor, çantam dolu olarak eve dönüyorum. Aldığım eski kitaplar çok yıpranmışsa onları onarmakla da uğraşıyorum. Okumaya, incelemeye, yazmaya, gezmeye ayrılmış günler işte…