Sur, öfkeli ve kederli
Bir ay sonra gittiğim Sur’da değişen tek şey, bariyer perdesinin arkasında yükselen yeni binalar. Mahallesinin, evinin yıkımına tanıklık eden insanların öfkesinde, kederinde ise değişen bir şey yok.
DİYARBAKIR - Kadın, “Hangi kanaldansın?” diye sordu. Endişe içindeydi sesi ve yüzü. “Ne oldu?” demeye kalmadan anlatmaya başladı: “’Evlerinizi boşaltın, yıkacağız’ diyorlar. Kime gidelim, yetkili kimdir, derdimizi kime anlatalım bilmiyoruz. Siz kameraya çekin, belki sesimizi duyan olur. Biz evimizden çıkmak istemiyoruz. Biz başka yerde nasıl yaşarız, bilmiyoruz. Bankaya para yatırmışlar, dokunmadık o paraya. Biz onların verdiği parayı istemiyoruz, biz evimizde, mahallemizde yaşamak istiyoruz. Bana diyorlar, ‘24 saat mühlet, sonra yıkacağız evini.’ Ama ben nereye gideyim bu kış günü, bilmiyorum.”
Daha anlatıyor kadın. Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki Alipaşa mahallesi acele kamulaştırma yasası ile kamulaştırıldı. Mayıs ayından bu yana sadece Alipaşa mahallesinde değil, bütün Sur ilçesi yıkım ekiplerinin, polis baskısının gerilimini yaşıyor. Alipaşa mahallesindeki neredeyse bütün evler yıkıldı. Geriye birkaç ev kaldı. Bu evlerde oturan insanlara yönelik baskılar son günlerde arttı. Kadın, “Her gün geliyorlar, evi boşalt, diyorlar. Ne vicdan var bunlarda ne de insaf, demiyorlar ki bu kadın nereye gidecek.”
PERDELENMİŞ YENİ EVLER
Evlerini boşaltmak istemeyen mahalleli ile polis arasında gerginlik olduğu yönünde bilgiyi aldıktan sonra gelmiştim Alipaşa’ya. Yaklaşık bir aydır uğramamıştım mahalleye. Kadının anlattıkları beni şaşırtmadı, Mayıs ayından bu yana neredeyse bütün mahalle sakinlerinden duymuştum bunları. Ne sivil toplum örgütleri ne de AK Parti dışındaki partilerin olaya karşı gösterdiği duyarlılık kâr etti. Mahalle yıkıldı. Hem yıkım haberlerini hem de mahallelinin neler hissettiğini ve düşündüğünü, birçok gazeteci gibi ben de defalarca yazdım.
Alipaşa’ya girerken beni asıl şaşırtan yeni evlerin yükseliyor oluşu oldu. Etrafı yüksek bariyerlerle çevrilmiş alanda birçok evin kaba inşaatı görülebiliyordu. Devlet ya da acele kamulaştırma ile mahalleyi boşaltan, evleri yıkan projenin sahipleri her kim ise hafızayı silmek için hiç vakit geçirmemiş anlaşılan. Bir yandan geriye kalan evlerin yıkımı devam ederken öte yandan yeni evlerin yapımına başlanmış. İnşaat alanının etrafını ise bir ayıbı gizler gibi bariyerlerle perdelemişler.
Henüz yıkılmamış evlerinin önünde sohbet eden kadınlar, fotoğraf çektiğimi görünce, “Polis izin vermiyor fotoğraf çekilmesine” diyerek uyarıyorlar beni. Neden? Kadınlar “Biz ne bilelim” diyorlar. Nereden bilsinler ya da bildiklerini, dillerinin ucuna gelenleri neden tanımadıkları birine anlatsınlar?
‘ONLARI MUTLU ETMEYECEĞİM’
Mehmet Dağ, Pazar yerlerinde çalışıyor. Dağ’a, “Pazarcılar kötü kazanmıyor” diyorum. “Yok abi” diyor ve gülerek ekliyor: “Benim tezgahım yok, ben geri hizmet çalışıyorum. Kasaları alıyorum, başka şeyler alıyorum. Öyle geçiniyorum.” Nasıl bir iş olduğunu tam anlamasam da Mehmet Dağ’ın zar zor geçindiğini anlaşılıyor.
Polisten tokat yemiş, morali bozuk. Evinin etrafında çalışan kepçeyi göstererek, “Hem evimizi yıkıyorlar hem de tokat atıyorlar” diyor. Polis, Dağ’a da 24 saat mühlet vermiş evini boşaltması için. Yoksa içindeki eşyalara bakmadan yıkacaklarmış. “Ne yapacaksın?” sorusunu, “Onların gözleri önünde boşaltmayacağım evi, onları mutlu etmeyeceğim” diyor.
Eşinin ve çocuklarının gözü önünde tokatlanmış, hakarete uğramış, gözaltına alınmak istenmiş bir adam Mehmet Dağ. Ve 24 saat sonra, yıllardır içinde yaşadığı evi yıkılacak. Bir başka eve ya da acıya kiracı olacak.
BAYDEMİR’E SORUN
Kadınlardan biri, polisle aralarında geçen bir diyaloğu aktarıyor. “Evimizden çıkmak istemiyoruz” diyen kadına bir polis, “Gidin Osman Baydemir’e derdinizi anlatın” şeklinde karşılık vermiş. Kadın, polisin Baydemir’e küfür ettiğini de söylüyor.
Mahalle sakinlerinin tepkisini bloke etmenin kolay yolunu polisler de bulmuş. Bunu da Baydemir’in Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı yaptığı dönem TOKİ ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında imzalanan kentsel dönüşüm projesine atıfta bulunarak yapıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da Sur’un yıkımına karşı yükselen tepkilerin önüne geçmek ve hükümete yönelen eleştirilerin yönünü değiştirmek için, söz konusu yıkımın bu proje çerçevesinde devam ettiğini açıklıyor. Ama aslında o proje çoktan gündemden düşmüştü. Kimse bu projeyi hatırlamıyordu bile. Ancak Olağanüstü Hal’in ilanından hemen sonra Sur’un tamamı kamulaştırıldı ve evler yıkılmaya başladı.
Hükümet, çatışmaların yaşandığı ve hâlâ yasaklı olan 6 mahalleden sonra Alipaşa’dan başlayarak Sur’un tamamını yıkma projesini hayata geçirdi. Polisin ya da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Baydemir göndermesi, insanlara reva görülen eziyeti başkasına mal etme gayretinden başka bir şey değil.
Polis, şimdi milletvekili olan Osman Baydemir’e küfür etme cüretini nereden alıyor? Bu soru manasız ama işte, takılıyor insanın aklına.
TUANA SUR’DAN AYRILMIYOR
Yüz metre kadar ileride, moloz yığınının içinde tek başına bir ev görünüyor. Evin önündeki kamyonete eşyalar taşınıyor.
Kocasından ayrı yaşayan ev sahibi kadının dört çocuğu var. bir yandan eşyaların kamyonete taşınmasını yönetiyor öte yandan beddualar ediyor. Bir ara evin süslerinden bir tablonun arkasındaki hortumu gösteriyor, “Bu hortumu çek” diyor öfkeyle, “Suyumuzu kestiler, aylardır evin su ihtiyacını bu hortumla karşılıyorum. Bu mudur insanlık, bu mudur Müslümanlık?” Hortum, Alipaşa camisine kadar uzanıyordu. Alipaşa Camisi neredeyse 200 metre uzaktaydı. Hortum, tek parça olmadığı için değişik renklerdeydi.
Kadının kızı Tuana ilkokul 3. sınıfa gidiyordu. Kamyonetin kasasında, eşyaların arasında oturuyor. Alipaşa İlköğretim Okulu mahalledeki yıkım nedeniyle kapanınca, Yenişehir’de bir okula yazılmış. “Nasıl gidip geliyorsun?” diye soruyorum Tuana’ya. Kuzeni araya girip, “Servisle” diyor. Servis parasını devlet mi ödüyor? Soru boşuna değil, mahallede dağıtılan bildirilerde, ailelere servis konusunda ekonomik destekte bulunulacağı belirtilmişti. Kuzen, alaycı gülerek cevap veriyor: “Neden servis parasını devlet ödesin? Devlet çok düşünüyorsa çocukları, evlerini yıkmazdı.”
Tuana ve ailesi evlerini boşaltıyor, başka bir mahalleye göç edecekler. Tuana durmadan dert anlatan ve beddua eden annesine, etrafta olup bitenlere şaşkın gözlerle bakıyor. Mahalleleri yıkılmış, sıra kendi evlerine gelmiş. Evlerinden çıkmak zorunda bırakılmışlar. Ama Sur’dan ayrılmıyorlar, henüz yıkım kararı çıkmamış Sur’daki bir başka mahalleye taşınıyorlar. Kuzen, “Dicle Kent’e taşınacak halimiz yok ya” diyor.
Bir aydır gitmediğim Sur’da değişen tek şey, bariyer perdesinin arkasında yükselen yeni binalar. Öfkede, kederde değişen bir şey yok.