‘Süreç’ soruları ve devletin ‘fikir birliği’

İktidar sahipleri adına bu kadarı bile ‘ileri’ ve şaşırtıcı görünebilir. Ama ‘şaşırtıcı’ çağrılar sürecin ilerlemesine yetecek mi? Yoksa şimdiye kadar kaçırılan trenlerden alınan doğru düzgün bir ‘ders’ var da buna göre bir adım at/adım atayım rotası mı izlenecek? Yanıtları çok beklemeden, 102. yılın hemen başında alacağız gibi görünüyor!

Barış Avşar bavsar@gazeteduvar.com.tr

Cumhuriyetin 100. yılı kutlanırken iktidarın söylemi “Türkiye yüzyılı başlıyor” olmuştu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu çerçeveyi çizdiği 29 Ekim 2023 günü saat 19.23’te yaptığı konuşmada,

Türkiye Cumhuriyeti'nin mesut, muvaffak ve muzaffer olmasının önüne hiçbir emperyalist güç geçemeyecektir” diyerek 2013’ten bu yana tekrarlanan retorikle “yeter ki tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet diyerek ifade ettiğimiz duruşumuzdan taviz vermeyelim" diye bitirmişti sözlerini.

O gün, Hamas’ın Aksa Tufanı saldırısı sonrasında Gazze’ye yönelik İsrail’in soykırıma varacak saldırıları henüz birinci ayını doldurmamıştı. Şimdi tamamen yıkılmış bir Gazze ve benzer şekilde vurulmakta olan bir Beyrut ile ‘yeni hedef’ olarak İran var İsrail saldırganlığı ile yaratılan... “ABD seçimine kadar sürer sonra da seçimin kazananına göre bitebilir de bitmeyebilir de” diye tarif edilen bir bilinmezde ilerliyor Ortadoğu...

‘İçerde’ ise 101. yıla kısa süre kala Bahçeli’den ‘kardeşlik hareketi’ mesajları, ana muhalefet partisi ve aynı zamanda ‘kurucu parti’ CHP’nin lideri Özel’den ‘el yükseltiyoruz’ denilerek ‘eşit yurttaşlar olarak devlete sahip olma’ daveti geldi. Tam, ‘Erdoğan’ın Bahçeli’nin Öcalan sözlerini söyleyeceğinden haberi yoktu’ iddiası öne sürülmüşken de TUSAŞ’a yönelik saldırı yaşandı. Üstlenenlerin ‘güncel gündemden ziyade’ diyerek herhalde ‘uzun vadeli gündemleri ve hazırlıkları’ işaret ettiği açıklamaları ise dün geldi.

Normal mi?

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana geçen 101 yılda çözümü sağlanamayan/sağlanmayan iki önemli konusu/sorunu şimdi birer ‘uluslararası mesele’ haline gelmiş durumda: Siyasal İslam ve Kürt sorunu. Bu iki konunun Ortadoğu’da gelinen mevcut tabloda artık bir ‘iç mesele’ olarak konuşulması mümkün görünmüyor.

Birinci konunun ‘dış’ tarafının, yani Sovyetlere karşı ‘yeşil kuşak’ olarak başlatılan projenin bugün İsrail yıkıcılığına ses edemeyen, ses etmeyi bırakın ‘umurumuzda bile değil’ diyen yeni bölgesel rejimler inşasına/tahkimine uzandığını izliyoruz.

İkinci ‘yüz yıllık mesele’de ise içerde ısrarla sürdürülen ret siyaseti ile daha fazla devam edilemeyeceğini gösteren ‘dış’ koşullar hızla gelişiyor. 'Duyumları' epeydir geliyor olsa da, 15-20 günde ortaya çıkıveren ‘Bahçeli adımları’ da buna işaret ediyor.

Peki adına ‘çözüm’ denemeyen, hatta ‘süreç’ bile denemeyen, ‘hareket’le bu durum değiştirilebilir mi? Elbette meseleyi konuşurken -zaten iktidar sözcüleri bile ekranlarda şimdi yeniden öyle yapar oldu- ‘barış için bir kapı aralanıyorsa ne iyi, ne mutlu’ demeden söze girilmemeli. Fakat mesele böyle ortaya konup iktidarıyla, muhalefetiyle, bütün ‘iç’ aktörlerin desteğiyle ‘iç cephe’ güçlendirilmiş olsa bile bu yeterli olacak mı? ‘Mozaik değil mermer’ denilerek boşa geçirilen uzun yıllardan sonra yeni bir düzene geçmeyi sağlayacak bir ‘güven’ en mümkün şeffaflık işletilerek yaratılabilir mi?

Daha baştan ‘İmralı ve DEM olsun da, Kandil’le Edirne olmasın’ diye yeni kırmızı çizgiler çekilerek?

‘Bu eli uzattık tutan tutar, tutmayan için yumruğa dönüşür’ diyerek?

***

TUSAŞ saldırısından sonra da ‘kardeşlik hareketinde kararlılık’ mesajları geliyor ama asıl konuşması beklenen isim olan Erdoğan’dan, ‘Öcalan gelsin DEM grubunda konuşsun’ çağrısı için net bir açıklama yok. Sadece Öcalan'a 43 ay sonra görüş izni var. Erdoğan, Bahçeli’nin açıklamasının ertesi günü partisinin İl Başkanları Toplantısı'nda sadece "Cumhur İttifakı olarak açtığımız tarihi fırsat penceresi hırsa kurban edilmemeli" demiş, ayrıntıya girmemişti. Sonra BRICS zirvesine gitti, oradayken TUSAŞ saldırısı oldu, dönüşte uçakta Bahçeli’nin sözlerine dair ne diyeceği -niyeyse- gazeteciler tarafından sorulmadı, kendisi de bir şey demedi. Söyledikleriyse ortada bir ‘süreç’ lafı olmasa da her zaman duyabileceğimiz açıklamalar...

TUSAŞ saldırısı henüz çok taze diye mi fazla konuşmuyor?

Yoksa ‘kim ne yapacak’ diye izliyor ve konuşmayı mı erteliyor?

Bir ihtimal daha: Zaten ‘yeni süreç’ bu mu? Yani Bahçeli’nin çizdiği eksende, ‘Demirtaş’ı muhatap almayan’ (o da Edirne Cezaevi’nden saldırı sonrasında ‘tüm gücümüzle arkasında olacağız’ vurgusuyla ama Öcalan’ın inisiyatif almasını önceleyen bir açıklama yaptı), Kandil’e vuran/vurmaya da devam edecek olan ama Öcalan’ın ve DEM’in ‘güçlü iç cephe’ için muhatap alınacağı bir süreç...

Belli ki bu konuda ‘fikir birliği’ var ama onun dışında bir tek ‘ekstra adım’ yok mu? Yani barış konuşuluyorsa barış adımı; saldırı/çatışma söz konusuysa bilinen kodlarla devam diye giden bir süreç mi?

Böyle bir süreçle nereye kadar gidilebilir, ne yapılabilir?

İktidar sahipleri adına bu kadarı bile ‘ileri’ ve şaşırtıcı görünebilir. Ama ‘şaşırtıcı’ çağrılar yol almaya yetecek mi?

Yoksa şimdiye kadar kaçırılan trenlerden alınan doğru düzgün bir ‘ders’ var da buna göre bir adım at/adım atayım rotası mı izlenecek?

Yanıtları çok beklemeden, 102. yılın hemen başında alacağız gibi görünüyor!

Putin’e ve zamana bırakılan Suriye...

Rusya’nın Suriye yönetimi üzerindeki etkisi herkesin malumu. Sayın Putin ile tüm bu konuları, bizim durduğumuz noktayı, beklentimizi konuştuk. Sayın Putin'e, Beşar Esad'ın bizim çağrımıza vereceği cevabın temini noktasında bir adım atması çağrımız oldu. Sayın Putin, Esad'a bu adımı atması için herhangi bir çağrıda bulunur mu? Onu da zamana bırakıyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sözleri BRICS zirvesi dönüşünde uçakta söyledi. “Esad’la yeni dönem” denilerek çıkılan yolda mesele Rusya’nın Suriye üzerindeki etkisine ve zamana bırakılmış yani. Komşu ülke lideriyle görüşebilmek için başka bir ülkenin devlet başkanına çağrı yapılan bir ‘süreç’ de görmüş olduk böylece...

Kasımpaşa’dan Rize’ye taşınıp yine de geçinemeyen AK Partili!

Fatih Saygın’ın, ekonomideki duruma dair Rizelilerle yaptığı görüşmelerde oldukça ilginç değerlendirmeler yapıldı. Ancak herhalde en ilginci, pandemiden sonra geçinemeyip Kasımpaşa’dan Rize’ye taşınan ama şimdi orada da geçim sıkıntısı yaşayan “AK Partili”ydi. “AK Parti’liyim ama son seçimde AK Parti’ye oy vermedim” diyor, halen yaşadığı sıkıntıları sıralıyordu... Ekonomi yönetimi üst üste ‘toparlıyoruz’ mesajları veriyor ancak kendi seçmeni dahil emeklinin, çalışanın güzel mesajlarla ikna edilmesi giderek daha zor hale geliyor...

Tüm yazılarını göster