Süreyyya Evren: Rahat zaten sivri bir şeydir!

Süreyyya Evren, son romanı “Yakınafrika”da Senegalli genç Boubacar’ın Avrupa’da aldığı eğitimin ardından ülkesine dönüşüyle girdiği virajlı yolu anlatıyor. Evren, kendisi için de bir yolculuk sayılan “Yakınafrika”yı anlattı.

Abone ol

DUVAR - Süreyyya Evren’in son romanı “Yakınafrika”, Doğan Kitap’tan çıktı. Kitap, Senegalli genç Boubacar’ın Fransa’da aldığı eğitimin ardından ülkesine dönüşünü, mürebbiliğini ve Dakar Canisine dönüşerek sonlanan hikâyesini Fransız bir gazetecinin yaptığı görüşme ve gözlemlerle aktarıyor. Süreyyya Evren, Boubakar’ın hikâyesiyle, yakın-uzak başta olmak üzere, Doğu-Batı, köle-efendi gibi, etkilerini pek de gündelik hayatımıza indirgemeden konuştuğumuz kavramlar üzerine kafa yoruyor.

“Yakınafrika”, ince ince çalışılmış, haritalarla takvimlerle hesaplanmış, hem kurgusal oyunlarıyla hem de düşünsel labirentleriyle okuru iştahlandıran bir eser. Süreyyya Evren, “Yakınafrika” ile çıktığı yolculuğu anlattı.

Süreyyya Evren

Hiç gidip görmediğiniz bir yeri anlatmak nasıl bir duygu? Senegal’i ve Boubacar’ı anlatmak için (Örneğin Boubacar’ın anneannesinin yemeklerini tarif edebilmek için) ne gibi kaynaklardan faydalandığınızı merak ediyorum.

Öncelikle kitaplar, Senegal romanları, Senegal hakkında kitaplar, Afrika hikâyeleri, Afrika araştırmaları, gezi kitapları, sonra filmler, derken fanteziler, önyargılar, uçuşan imgeler, akademik tezler, indirilebilir pdfler, ağır makaleler, gece yarısı Google harita programını açıp sokak sokak gezmeler, gitmiş görmüşlerle dedikodular, kulaktan dolma bilgiler, belgeseller, tuhaf tuhaf YouTube videoları, türlü bloglar ve sonra gene başka romanlar –kaynak çok. Mesele, Senegal’in gerçekliğiyle benim nasıl ilişki kuracağımdaydı. Birebir o uzaktaki gerçekliği burada yeniden yaratmak mı niyet –hani şu zamanında Avusturya’dan bitmiş olarak getirilen Balat’taki muhteşem Bulgar Kilisesi gibi hazır olarak gemiyle Senegal’in gerçekliğini getirip İstanbul’da bir romanda kurmak mı, veya bir laboratuvar ortamında uygun ısı altında Senegal’i yeniden yaratmak, tam kendisi olarak temsil etmek mi?

Pek değil. Evet, sonuçta bu bir Afrika ve Senegal romanı gerçekten. Ama benim uzak olduğu için, huyunu suyunu bilmediğim için, soluğunu gözyaşını bilemediğim için de seçtiğim bir Senegal bu. Bütün gerçek referanslar, bütün araştırmalar, didiklemeler, meraklar bana ikili bir denge alanı yarattı; kitabın düzenini kurabilmem için, okuyucuyu bu düzene davet edebilmem için zeminler, duvarlar, koridorlar verdi. Oradan geçip bir yerlere varmayı vadediyorum kuşkusuz... Ve o yer Dakar’ın dar bir balkonunda gece yarısı ülkenin geleceği hakkında fısıldaşan Dakarlı gençlerin arası olabileceği gibi İstanbul’da bir denize bakarak atalarının geçmişteki günahlarını düşünen bir grup İstanbullu arkadaşın arası da olabilir, Paris’te tek başına küçük bir odada yazamadığı kitabı kara kara düşünen bir gazetecinin yanı başı da...

'YARATTIĞIM KARAKTERLERLE ARAMDAKİ MESAFEYİ KORUYAMADIM'

Bu kitabın yer yer bir nehir söyleşiye dönüşmesi, bir noktada size kendi karakterinize de sorular sorma lüksü yaratıyor. Bir yazar için, kendi yarattığı karakteri, kendi yarattığı bir akış içinde sorgulayabilmek nasıl bir deneyim?

Psikopatça bir deneyim. La Casa de Papel’deki Berlin olmak gibi bir şey. Ama şunu da söyleyelim, o deneyime de mesafemi koruyamadım.

Tam söylersek: Yakınafrika’nın ana karakteri Boubacar 22 Şubat 2017’de bir Pazartesi günü Air France ile Paris’ten Dakar’a dönüyor. Meşhur işe alınma, mürebbiliğe çağırılma partisi 3 Haziran 2017 gecesi. 4 Haziran 2017 sabahı gym’deler. Mürebbilik öncesi bir hafta 5-11 Haziran 2017. 12 Haziran 2017 Pazartesi işe başlar, mürebbi olarak ilk gecesini geçirir yeni odasında. 6 Ocak 2018’de Dakar rallisi başlıyor, 12 Ocak 2018 Cuma Bolivya’da, La Paz’dalar. Çad diktatörüyle maceranın yaşandığı parti 19 Mayıs 2018 Cumartesi günü. Aynı gün karantinaya alınıyor, karantinada geçirdiği süre 4 ay 10 gün (kitapta 3 ay 40 gün dense de). Karantinadan çıktığı gece 28 Eylül 2018’i 29 Eylül 2018’e bağlayan gece. Aynı gece Dakar Canisi oluş ve hapse giriş. Gazeteci ile görüşmeler 2019’da. Haftada iki gün, Salı ve Perşembe günleri. Nisan-Ağustos 2019 dönemi kitapta anılan görüşmeler, gerçekte 6 ay sürüyor. Son görüşme Eylül 2019.

Gazeteci söyleşilerini yaptıktan sonra Paris’e geri dönüyor. Bir türlü kitabı tamamlayamıyor, Boubacar’la fazla yakınlaştığını, ona karşı içinde mesafesini koruyamadığını, Boubacar’ın dilinin diline kaçtığını düşünüyor. Bu sırada Boubacar Dakar’da cezaevinde 29 Şubat 2020’de intihar ediyor. Bu Gazeteci’nin işini iyice zorlaştırıyor. Arkadaşları “boşver bu kitabı, unut, unutuldu gitti Dakar Canisi olayı, kimse takmaz şimdi seni eğer böyle bir kitapla çıkış yapmayı denersen” diye tavsiyeler veriyorlar. Gereksiz bir takıntıya dönüştürdüğünü düşünüyorlar. Ve Gazeteci de sonunda elindeki malzemeyi bir gazetecilik kitabına bağlayamayacağına ama bir romana dönüştürebileceğine ikna oluyor ve elimizdeki kitabı yazıyor. Böylece Boubacar’la fazladan kurduğu yakınlığı da bir sorun olmaktan çıkarabileceğini düşünüyor.

Romanı 2022’de, Boubacar’ın ölümünden tam iki yıl sonra 1 Mart’ta tamamlıyor. Romanı yayınevine gönderirken bir gazetede 1 Nisan 2022’de yayımlanmak üzere de Boubacar’a hitaben bir mektup kaleme alıyor. O mektup bu elimizdeki romanın, Yakınafrika’nın belki eksik parçası, belki yan kitabı olacak, bilemiyorum. Çünkü sorun şu: Gazeteci Boubacar ile arasında gerekli mesafeyi koruyamadığı gibi ben de Gazeteci ile aramda gerekli mesafeyi koruyamadım, koruyamıyorum. Yazarın ben olduğumu arada unutmasaydım, ipleri ona kaptırdığım hiç olmasaydı o bölüm de o mektup da bu cildin içinde olurdu. Dolayısıyla bu sorgu deneyimi bana hem çok yakın hem de çok uzak.

ROMANIN BİR CÜMLELİK HAKKI 

Yakın Afrika, Süreyyya Evren, 312 syf., Doğan Kitap, 2018.

Yakınafrika, aslında gündelik hayatımızı ve algımızı üzerine kurduğumuz birçok kavramı sorgulayan bir roman. Elbette bu kavramlar arasında en çok öne çıkanı yakın-uzak kavramları... Haritaların bize öğrettiği mesafelerle başa çıkmak mümkün mü? Bir başka açıdan, coğrafyaların belirlediği kaderle baş edebiliyor muyuz?

Haritalara ve coğrafyalara temelde insan ilişkilerinden geldim. 2014’te başlayan kitabı yazma sürecinde çok boğulduğum, her şeyi tek bir cümleye indirmeyi önemsediğim sıkışık bir dönem var. Bir cümlelik hakkı olsa romanın o cümlesi nedir diye arıyordum. Sonunda bu çalışmada en çok dert ettiğim şeyin insanlar arası yakınlıkta, arkadaşlıkta, dostlukta, sevgililikte, akrabalıkta, yakınlığın daha da daha da fazla yakınlaşma ile tesis edilememesi, yakınlık için bir mesafeyi korumanın gerekmesi, bundan duyduğum rahatsızlık, bu rahatsızlığa karşın her yeni ilişkide mesafesiz bir yakınlık beklentisine girip hayal kırıklığına uğrama, ve sonunda durumu kabullenme, ama durumu kabullendikten sonra da rahatsızlığın tam geçmemesi öne çıktı. Rahatsızlığın form değiştirmesi ve daha girift bir hal alması. Nihayetinde bir cümlelik hakkını roman şöyle kullandı:

“yakınlığın ancak mesafe ile mümkün olmasından duyduğum ümitsiz rahatsızlık.”

Coğrafyaların belirlediği kader kendini en çok dilde göstermesiyle çarpıcı. Özellikle de yazarken bunu hissetmemek imkânsız. Sonradan başka bir dile geçebilirsiniz, ama bu hayli istisnai olacaktır. Yaşanan temelde içine doğduğunuz dilde yazmanız. Kaderinizde hangi dil varsa.

Yakınafrika’nın hangi dilde kaleme alınmış olduğu da bir soru idi elbet. Olaylar Senegal’de geçiyor, kahramanlar Senegalli ama yazar Türkçe mi konuşuyor? Yoksa yazar aslında Gazeteci olduğu için kitabın ana dili Fransızca mı? Yoksa biz Senegal dillerinden birinde yazılmış bir kitabı mı okuyoruz, mesela Wolof dilinde?

Kitapta gizemli bir kasaba var. Dakar’ın yeni havalimanına giden hızlı trene bindiğinizde programda olmayan bu kasabada inebiliyorsunuz. Kasabanın adı “Bilebilbek”. Kitap işte bu Bilebilbek dilinde yazıldı, Türkçe veya Wolof değil. Ve Senegalliler formuna bürünüyor ve Türkçe sözcüklerle konuşuyor ve araya Wolof alıyor ve kendini bir Fransız dolayımında kendine uzaklaştırıyor. Çünkü, John Berger’ın da dediği gibi, hikâye dilden doğuyor. Bilebilbek dilinden doğan bir hikâyeyi nasıl bilirsiniz diye soruyor roman.

Tüm bunlar bir romanın düzenine varmak için. Metnin oturma odasına ulaşmak için bazen bütün uğraş. Odalardan insanlar fışkırmasının da sebebi bu. Romanın düzeni ile hakikat arasında bir salınım var. Ölümden kaçmak için ve ölümü kucaklamak için konuşuyor romanın düzeni hikâyesiyle birlikte ama hakikatiyle de. Ve Pasolini’den bir alıntıyla söyleyecek olursam “biz yaşayanlar için usulca” bir ses veriyor.

Metnin kadrajını veriyor, metnin koridoruna alıyor. Metnin duvarlarına yaslanıyor okur. Yaslandığında metnin duvarlarının orada olması kritik bazen.

Boubacar’ın dönüp de mürebbi olarak çalışmaya başladığı malikânedeki lüks algısı da dikkat çekici. “Lüks” nedir? Doğulu toplumlar için “lüks”, hep Batı’dan gelen demek midir?

Senegal bir yandan da Afrika’nın en Batı ucu. Ama Doğulu bir toplum mu, ağırlıklı olarak Müslüman oldukları için mi imgeleri Doğulu yoksa kıyafetleri yüzünden mi? Boubacar’ın mürebbi olarak işi Batılılaştırmak. Türk edebiyatındaki en eski mürebbiyeler gibi tıpkı.

Yakınafrika’da Senegal’in jet sosyetesi geziniyor, yeni Afrikalı zenginleri, çoktan uluslararasılaşmış orta sınıfı, yabancıları, expat’ları, konsolosluklarla temas halindeki çevreleri, Dak’Art Bienali’ne, caz festivaline giden çakırkeyif tayfası, dünya şaraplarını satan marketleri, beyaz yakalıları dolaşıyor ve dolaşmakla da kalmıyor gördükleri turistlere yukarıdan bakıyorlar. Sonra kendileri de İsveç’te Almanya’da şurada burada turiste dönüşüyor. Şımarıklıkla ulviliği ve iyi niyeti birlikte taşıyan anları merak eden bir hava var...

Boubacar’ın daha orta sınıf çevresinden Patron’un lüks çevresine geçtiğimizde hep eksen modernlik, Batılılaşma dereceleri. Bu bazen yolda gördüğün dilenciye nasıl yaklaşacağını düşünürken de karşında bir problem olarak. Aslında Yakınafrika Senegal’indeki en Doğulu şey oraya zaman zaman salınımla çarpıp geri dönen İstanbul olabilir. (Her ne kadar bütün kitapta İstanbul ifadesi sadece bir kez geçiyorsa da.)

'RAHAT ZATEN SİVRİ BİR ŞEYDİR!' 

İnsanlar bildiğimiz anlamdaki fiziki köleliğin geride kaldığını düşünürken, bugün dünyanın farklı noktalarındaki insanların uçurum denebilecek denli farklı standartlarda yaşıyor olması bununla çelişiyor gibi görünüyor. Üstelik ülkelerarası sömürge sistemi de aslında hâlâ sürüyor. İnsanoğlunun sömürge ve köle sistemini böylesine içselleştirmiş olmasını siz nasıl yorumluyorsunuz?

Kölelerle gerçekten karşılaşmamaya yorabilir miyiz?

Beni Senegal çalışmaya götüren şey 2014 yılında ilk kez Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmem ve havada insana çarpan bir kölelik olmasıydı. Atlantik Köle Ticareti’nin hayati limanlarından Senegal’e böyle vardım.

Boubacar’ın tanıştığı, bir partide karşılaştığı yabancılara “Senegal ismi nereden gelir, biliyor musunuz?” deyip her seferinde farklı bir etimolojik köken uydurmasında görüyorum ben biraz bu boşluğu. “Sen bende ben ne dersem diyeyim gerçeği değil kendi aradığın egzotiği bulacaksın zaten,” der gibidir. Öte yandan verdiği tanımlardan biri doğru olandır. Bul karayı al anlamı, gibi. Senegal’de Senegalliler arasında geçen, Senegal’in dertleriyle kavrulmuş, Afrikalıların bütün ana karakterleri oluşturduğu bu Afrika romanındaki Senegal’in temsili bir belgeleme değil, metnin kadrajı daha çok bir yandan da. Ve hepsinden somutu yazma ve okuma edimlerinin başlangıçta ne denli uzak olursa olsun bir romanın düzenine doğru yol alıp sonra gündelik gerçekliğe geri dönmeyi içermesi. Yakınafrika’nın kısımlarını oluşturan 5 Kitap’ın bu yolculuğa göre isimlendirilmiş olması.

Beni bu kitaba götüren imgelerden biri de şu hayali sahneydi: Senegalli bir genç Dakar’da okyanus kıyısında oturuyor. İyi bir gün geçirmiş, iyi bir insan olmuş iyi şeyler yapmış, vicdanı rahat, keyfi yerinde, huzur dolu. Bir kahve söylemiş, okyanusa bakarak içiyor. O sırada aklına dedesinin dedesinin dedesinin, kısaca atalarının, tam da bu noktada, köle tacirlerine bir gemi köle sattıktan sonra kazandığı paranın keyfini çıkarmak için oturmuş olabileceği ihtimali geliyor. O genç o güne devam etmek durumunda. Nasıl edecektir? Ben burada bir kendi kendini baltalayarak devam etme ihtimalini araştırmış olabilirim Boubacar’ın devam yollarını da düşününce.

İnsanın kendi kendini sabote etmesi, kendi kendini baltalaması. Rahat battı adama sözüne şöyle yanıt verircesine: Rahat zaten sivri birşeydir! Rahatın içinde geçmişin binbir şiddeti yatıyor olabilir pekâlâ. Anadolu bunu iyi biliyor. Ama bir de neşe ile hınç arasındaki salınım var, yaşamı benimseme ile yaşamsevmezlik arasında salınmak var. Dengede gitmek mümkün mü? Bir tarafa nasıl düşülür? Bu teoriler hayat olasılıklarıyla sınanabilir mi? Ve Batı terbiyesi görmüş Boubacar da Fransız Gazeteci de Dakar’a bir Air France seferi ile varıyorlar. Air France ile gittiğimiz Dakar’dan “bir Afrika Easyjet’i” ile dönebilir miyiz?