Sabahın erken saatlerinde haberi geldi. Yeni KHK’lar çıkmış. Türkiye’nin en çok okunan gazetesi Resmi Gazete’de yayınlanmış. Yeni ihraçlar var; aralarında yine barış akademisyenleri, bir de barış akademisyenlerini ihraç eden Ege Üniversitesi’nin eski rektörü; etme bulma dünyası, darısı hiçbir terör örgütüyle ilişkisinin olmadığını ve olamayacağını çok iyi bildiği meslektaşlarının ismini gözünü kırpmadan ihraç listelerine yazan diğerlerinin başına… Sadece ihraç KHK’sı değil tabii. Hukukçuların ve muhalefetin “meclisin lağvedilmesi” olarak yorumladığı düzenlemeler var. Üzerine çokça konuşulur. Bir başka düzenleme de OHAL komisyonu olur da çalışırsa ve hakkaniyetli kararlar almaya başlarsa haksız yere işinden gücünden ettikleri akademisyenler eski kurumlarına dönüp muktedirlere ve onların işbirlikçilerine hesap soramasın diye getirilmiş.
Diyor ki, evet vahim bir hatayla, bir kumpas sonucu ya da kimi müfterilerin birilerine şirin görünme, pozisyonlarını koruyabilme hırsı nedeniyle ihraç edilmiş olabilirsiniz; onca yıl emek vererek, her yeni dönem üzerine yeni şeyler ekleyerek geliştirdiğiniz dersleriniz hocasız; yürüttüğünüz tezler danışmansız; araştırma projeleriniz sahipsiz kalmış olabilir. Bir sebeple başka seçenekler arasından o şehirde yaşamayı ve o üniversitede çalışmayı seçmiş; kariyerinizi buna göre planlamış olabilirsiniz. Bir şehirde yerleşmiş, bir hayat kurmuş, henüz kredi borcunu ödeyemediğiniz bir ev satın almış; evlenmiş; çocuklarınızı bir okula yazdırmış olabilirsiniz. Bunların hiçbiri önemli değil. Pardon, bir hata yapmışız; sizin bir suçunuz, günahınız yokmuş aslında; bir nevi kader kurbanı olmuşsunuz. Ne var bunda? İnsanların boş yere yıllarca hapis yattığı bir ülkede bu sefer piyango size çıktı! Tamam, bir hatamız varsa düzelteceğiz; milletvekili kızı filan olmadığınıza ya da geri adım atıp sözünüzden dönmediğinize göre, sizinkisi o kadar kolay olmayacak. Yani bizden isminizi bir iade KHK’sına yazmamızı beklemeyin. O kontenjanları biat edenler ya da etme ihtimali olanlar için ayırdık. Siz sözünün arkasında duranlar, şartlar ne olursa olsun doğru bildiğinden şaşmayanlar için ise şunu uygun gördük: İşinizi geri mi istiyorsunuz? Hay hay! İşse iş. Kadroysa kadro. Yani endişelenmeyin, belki sizi bir bölüm başkanı, bir dekan olarak atayamayacağız tekrardan, ama kadronuz ne ise vereceğiz. Yalnız, parlamenter sistemi lağveden bir KHK’nın bir sürü maddesinin arasına eklediğimiz küçük bir maddecikle şöyle bir düzenleme yaptık; bunu da bize çok görmeyin: Biz sizin için Ankara, İstanbul ya da İzmir dışındaki üniversiteleri uygun gördük. Bir de, gideceğiniz üniversitenin 2006’dan sonra kurulmuş olması gerekiyor. Yani araştırma altyapısı, kadrosu, örgütlenmesi henüz tamamlanamamış; belki henüz öğrenci almaya, yüksek lisans, doktora programı açmaya başlamamış…
Kimse ‘Oralar da memleketin bir köşesi, sırça köşkünüzde oturup memleket meseleleri hakkında söz söylemeye cüret edeceğinize gidin de memlekete hizmet edin’ edebiyatı yapmaya kalkmasın. Bunun adı sürgündür. Yıllarca, hiçbir akademik kriter gözetmeksizin yaptıkları atamalarla kendi çiftlikleri haline getirdikleri birçok taşra üniversitesini şimdi bizler için birer sürgün yeri olarak yeniden tasarlamaya çalışıyorlar. Niyetleri muhtemelen barış akademisyenlerine yaptıklarını komisyon yoluyla iade olmazsa eninde sonunda yüklü tazminatlara mahkûm edilecekleri AİHM önünde akladıktan sonra, bizleri atayacakları üniversitelerde çalışamaz hale getirerek istifaya zorlamak. Kuşkusuz, muhalif akademisyenlerin üniversitelerden tasfiyesinin Türkiye’nin darbeler tarihindeki değişmez yeri üniversitenin bir kez daha eleştirel bilgiden ve bu birikimden ayıklanmasını gerektiriyor. Öyle ki, bu türden tasfiyeler babadan oğula, hocadan asistana ve daha sonra da onun asistanına aktarılan bir geleneğe dönüşmüş halde. Eğer henüz okumadıysanız, bu konuda Korkut Boratav’ın Birgün Pazar’da yayınlanan yazısını okumanızı öneririm.
Bu tasfiyeler belli ki inovasyon, motivasyon, teknoversite, projecilik vb. kavramlarla cilaladıkları yeni üniversite anlayışının bir gerekliliği olarak görülüyor. Süleyman Doğan’ın 2006 yılından sonra kurulan (hani bizi sürmek istedikleri) üniversitelerin rektörleri ile yaptığı görüşmeleri aktardığı araştırmasında (i), rektörlerin öğretim üyeliğinin memur zihniyetinden kurtarılmak için sözleşmeli hale getirilmesinin önemini vurgulayıp durduklarını görüyoruz. Hükümetin de sıkça dillendirdiği bu ısrarı, ‘işime yaramayan, beğenmediğim, uygunsuz bulduğum bilgiyi üreteni kapıya koyarım’ restinin bir devamı olarak görmek elbette mümkün.
Korkut hocanın ihraçlarımızın ardından kaleme aldığı yazıyı bir kez daha okuyunca, ‘demek ihraç da, sürgün de sevmeye dahilmiş’ diye düşünmeden edemedim. Hangi kuşaktan olursa olsun, Türkiye’de bilime gönül veren insanların başına gelen benim ve arkadaşlarımın başına da gelmişti. Neyse, demek ki doğru yoldayız.
(i) Süleyman Doğan, "2006'dan Sonra Kurulan Üniversitelerde Rektörlerin 2023 Hedefleri"; Yüksek Öğretim ve Bilim Dergisi, 2017