Sürgün ve yasakla filizlenen Kürt edebiyatı, yeni nesil edebiyatçıların omuzlarında yükseliyor

Yazar Ferhade Mihemed ile Kürt dili ve edebiyatını ve Mehmed Uzun'u konuştuk. Mihemed, "Bir insanın kendi diliyle konuşmasından daha tabii, daha insani ve daha medeni başka ne olabilir ki? Benim düşüncem, herkesin, her kesimin, her bireyin kendi anadilinde konuşup-yazması, onunla yaşamasıdır. Türkiye ancak bu şekilde kültürel anlamda zenginleşip gelişecektir" dedi.

Abone ol

Burcu Özkaya Günaydın

DUVAR - Sürgün ve yasaklarda umudu diri tutmanın ve kendini kendinden doğurmanın serüveni; Kürt dili ve edebiyatı… Celadet Bedirxan’lar ile filizlenen dil çalışmaları, Mehmed Uzun’lar ile gelişen modern Kürt dili ve edebiyatı günümüzde de varlığını yeni kanların katılımıyla sürdürüyor. Ferhade Mihemed, Kürt dili ve edebiyatının yeni nesil yazarlarından. Anton Çehov, O. Henry, Maupassant ve Rilke üzerine uzunca çalışmalar yapan Mihemed, Kürt dilinde yazım tekniği olarak sürekli yeniyi arama gayesinde. Mehmed Uzun’la hem kişilik hem de edebi olarak derin bir bağı olan Ferhade Mihemed, önümüzdeki süreçte Sel Yayıncılık'tan çıkacak Mehmed Uzun kitaplarının editöryal-redaksiyon çalışmalarını yapacak. Mihemed ile Kürt dili ve edebiyatı, Mehmed Uzun ve projelerine dair keyifli bir sohbet yaptık.

Ferhade Mihemed

Öncelikle şunu sormak isterim. Yanılmıyorsam üniversitede iktisat eğitimi aldınız. Alanınızdan çok farklı bir nokta olan Kürtçe dil çalışmalarına yönelme, Kürtçe üzerine derinleşip çalışma yapma fikri nasıl oluştu?

Eğitimimi iktisat bilimi üzerine gerçekleştirdim, doğru. Nasıl anlatsam bilemiyorum, ancak bu yadsınamaz bir gerçektir ki, edebiyatla alakam ─Kürt dili ve edebiyatı değil, maalesef─ daha ortaokul zamanlarımda bilincimde ve ruhumda belirmeye başlamıştı. Türkçe derslerimize giren bir öğretmenimiz vardı. Çiçek olmamız koşuluyla dersin sonunda bize hikâyeler okuyacağı sözünü verirdi. Kendimi çoğu zaman, o okunan öykülerin içinde olan birilerine benzetirdim. Bu yönelim okuldaki eğitsel kollar ile de sürdü. Basın ve Yayın Kolu'nu ben yürütüyordum. Canım sıkıldıkça, sınıftaki köhne dolabın içini didik didik eder; kitapları, kâğıtları, dosyaları, tebeşir ve silgileri yeniden dizer ve tasnif ederdim. Türkçe dersi sınavlarında, kompozisyon sorularında hep, hemen hemen tam not alırdım. Maalesef ki çok iyi bir okul eğitimi alamadım. Yıllar sonra üniversiteye başladım. Üniversiteye başladığım zamanlarda, kendime ait bir iç dünya yaratacağıma dair çeşitli planlar yapmıştım. Edebiyat, bu planların içinde en büyük paya sahipti. Henüz yirmi yaşıma girmiştim  ve üniversitede iken okuduğum ilk kitap, edebiyat bilincim oluştuktan sonra tekrar elime alıp incelediğimde, üçüncü sınıf bile sayılmayacak, undergroundvari, dili son derece kötü olan bir romandı: Deniz Goran, 'Türk Diplomatın Kızı'. Sonraları edebi arayışım daha da derinleşti.

Anadilimle edebi anlamda tanışmam, sürgünde hayatını sürdüren, 1980’li yılların başında ülkesini terk etmek zorunda kalmış olan Türkiyeli bir Kürt yazar sayesinde oldu. Onu sosyal medya aracılığı ile bulmuştum. 2013 yılı idi. Kendi kendime, “Ben sıradan bir okuyucuyum, oysa o Kürt edebiyatının sayılı öykü yazarlarından biri. Benim gibi binlerce okuyucu varken benimle birebir neden iletişim kursun ki?” diye düşünüyordum. Ancak tamamen yanıldığımı fark edecektim. Gözle gördüğüm fakat hangi harfin, nerede ve nasıl kullanılacağını bilemediğim bir şekilde yazmaya başladım. Silav diyeceğime Slaw demiştim örneğin. Gözümle seçtiğim farklı harfler bende bilmişlik duygusuna sebep oluyordu. Tabii ki, karşımdaki yazarın babacan davranışı benim dünyamı değiştirdi. Konuşmamızın henüz üçüncü cümlesini yazmaya çalışacaktım ki Kürtçe yazı dilim, kava çakılan bir kibritin çöpü gibi, bitti, tükendi. Hiç unutmuyorum ─dedim ya dünyamı değiştiren o davranışı─ bana ‘‘Ferhadê min tu bi Kurdî binivîse, kurdiya te besî min e jî besî hemû gundên Sêwregê ye jî’’ yani ‘‘Sen Kürtçe ile yaz, senin Kürtçen hem bana hem de Siverek’in bütün köylerine yeter” dedi. İşte o günden sonra anadilimle koparılamaz bir bağ oluşturdum. Anadilim adeta annemin sıcacık ve şefkat dolu bağrı oldu. Buradan o büyük edebiyat insanına, Hesenê Metê’ye kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum. Bu anı ve tatlı olay benim için bir dönüm noktası haline geldi. Sonrasında sürekli ama sürekli bir arayış içinde oldum. Durmadan öğrenmeye çalıştım. Bazı zamanlar oldu ki bölgenin muhtelif şehirlerinden gelen dostlarımı yanıma toplayıp, onları konuşturarak onlardan yeni kelimeler, cümle yapıları, deyimler vs. öğrenerek hemen sıcağı sıcağına defterime not ederek yazmaya çalıştım.

'KÜRTÇE İSİMLERLE KÜRT DİLİNİN YAŞATILABİLECEĞİ DÜŞÜNÜLÜYOR AMA...'

Artık Jiyan'lar, Ronî'ler, Ronahî'ler var. Doğum tarihleri 1 Ocak'tan farklı bir kuşak da söz konusu. Şartlar değişti diyebilir miyiz yoksa anadil ve kimliğe dair sorunlar boyut mu değiştirdi?

Bu durumu birçok farklı açıdan ele almak mümkün. Kürt dili ve edebiyatı müthiş bir gelişim içinde, gözlemlediğim kadarıyla bu kanıdayım. Son zamanlarda albenisi fazlalaşmış ve popüler bir dil haline gelmiş. Bir yandan da ne yazık ki, bazı kesimler çocuklarının isimleriyle Kürt dilini yaşatabileceklerinin fikrinde. Ancak ne yazık ki isimlerin etimolojik köküne inerek bir mukayesede bulunacak olursak var olan durumda şöyle bir zıddiyet var! İsmi başka bir dilin sözlüğüne mensup olan kişilerin, anadillerine daha fazla hâkim olması ve ona sahip çıkması söz konusu. Bana göre bu kuşak ve küreselleşen dünyanın getirdikleriyle ilgili bir durum. Ama ben umutluyum, Kürtçe edebiyatın, yazarlarının ve işçilerinin ortaya çıkaracağı güçlü eserler, bu sorunları da ortadan kaldıracaktır.

Türkiye'de yaşayan Kürtlerin kamusal alanda anadille alakalı çok ciddi sorunlar yaşadığını görüyoruz, biliyoruz. Bu noktada çeşitli modeller üzerinden çözüm önerileri de geliştirilmeye çalışılıyor. Sizin güncel duruma dair değerlendirmeniz nedir?

Türkiye’nin halen bu konuya bir çözüm bulmamasının nedenini pek merak ediyorum açıkçası. Bunu sadece Kürtçe için söylemiyorum, Kürtlerden başka, Türkiye’de yaşayan diğer tüm milletler ve etnik unsurlar için de söylüyorum. Örneğin, neden Lazca, Çerkezce, Rumca, Boşnakça, Adigece, Ermenice, Kıptice ya da daha başka şimdi anımsayamadığım dillerle de konuşulup, eğitim verilip, yazılıp, bu dillerin yaşatılması için gerekenler yapılmıyor? Bir insanın kendi diliyle konuşmasından daha tabii, daha insani ve daha medeni başka ne olabilir ki? Bu bir sosyal ve kültürel zenginlik değil mi? Elbette, en büyük kültürel zenginlik. Benim düşüncem, herkesin, her kesimin, her bireyin kendi anadilinde konuşup-yazması, onunla yaşamasıdır. Türkiye ancak bu şekilde kültürel anlamda zenginleşip gelişecektir.

'KÜRT DİLİ, 1970’LERDEN İTİBAREN İSVEÇ MERKEZLİ YENİ BİR GELİŞİM SÜRECİNE GİRDİ'

Tarihsel arka plana baktığımızda Kürtçe ile alakalı çalışmaların 20. yüzyıldan itibaren genç Kürt aydınlarınca geliştirilip yürütüldüğünü görüyoruz. Peki günümüz açısından da bunu söylemek mümkün mü, genç bir dil emekçisi olarak gençlerin anadilleri ile ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

20. yy. başlarında İstanbul’da Kürt öğrencileri tarafından, bir dernek kuruldu; Hêvî, 1912. Hemen arkasından bir sene sonra, Rojî Kurd adında bir gazete çıkarmışlar. Buradaki edebiyat ve yazma sevdalısı gençler, Kürt dili ve edebiyatı için, çok daha yeni sayılabilecek yeni yeni edebi türlerle yazmaya başlamışlar, ilk öykü Fuadê Temo tarafından Çîrok (Öykü, 1913.) başlığı altında yazılarak, bu gazetede yayımlanmış. Yanı sıra ilk Kürtçe roman, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde (SSCB) yaşayan, Erebê Şemo tarafından Şivanê Kurmanc (Kürt Çoban, 1935.) adıyla yazılmış. Bu durumu komşu milletlerin dillerinden biri ile mukayese ettiğimizde aslında çok da geri sayılmaz Kürt dili ve edebiyatı. Örneğin, Türk edebiyatı 1860’lı yıllardan sonra, Tanzimat I. dönem ve II. dönem edebiyatı ile roman, piyes, öykü ile ilk kez tanışmış olmaları ki, bu dönemler pek acemice sayılacak ve özellikle Servet-i Funûn ve Fecri Ati topluluklarıyla birlikte yeni bir dinamizm elde edilmiştir. Aslına baktığımızda Kürt edebiyatının gelişim gösterdiği yıllar da neredeyse bu bahsettiğim edebi toplulukların yaşadığı gelişimlerle birbirine tekabül eder. Fakat sonraları bilindiği gibi mutlak rejimlerin baskıcı, yok edici politikaları Kürt dili ve edebiyatının gelişmesini sekteye uğratmıştır uzunca bir süre boyunca. Özellikle 1970’li yılların sonlarında İsveç merkezli olmak üzere Kürt dili ve edebiyatı yeni ve modern bir gelişimle arayış sürecine girdi. Kürt dili ve edebiyatı, 2000’li yıllara kadar maalesef kendi coğrafyasında sürgündeki kadar somut bir gelişim süreci yaşayamamıştır. İçinde olduğumuz dönemde, yeni yeni yazarlar ortaya çıkıyor, bu neredeyse her gün yaşanıyor. Ben, genç bir dil emekçisi olarak bu duruma umut ve beklenti dolu bir kalple bakıyorum.

'DİLİN MATEMETİĞİNİ ÇÖZMEK İÇİN ÇOK UĞRAŞ VERDİM'

Redaksiyon ve editasyon çalışması gerekli başvuru ve karşılaştırma kaynakları ile dilsel hâkimiyet kadar duygusal bir arka plan da gerektiriyor. Uzun süre yasaklanmış ve baskılanmış bir dil üzerine çalışıyorsunuz. Çalışmalarınızı yürütürken kendinize esas aldığınız bir tarz ve yöntem var mı? Karşılaştığınız zorluklar nelerdir?

Elbette. Bunun birçok duygusal nedeni var. Her şeyden önce bilinçli ve edebiyat sevdalısı bir birey olarak bunu yapmak mecburiyetinde hissediyorum kendimi. Dilini kendi evinin dışında konuşamayan ya da konuşmaktan çekinen annem için mesela. Kendime esas aldığım yordam ve yöntemlere gelince, evvela günümüzden 90 yıl evvel son Kürt prenslerinden olan Celadet Ali Bedir-Han Bey’in kurduğu Hawar ve Ronahî dergilerinde, aynı zamanda yazdığı Rêzimana Kurmancî'de (Kürtçe Dilbilgisi) kullandığı ve gösterdiği dilbilgisi kurallarına göre yazıyorum. Ben dilin matematiğini çözmek için bu doğrultuda uzun zaman uğraştım ve en nihayetinde bunu başardım. Örneğin; matematikteki cebirsel bir soruyu çözmek istediğimizde ufak çaplı oyunlar oynayabiliriz. Misal, eşitlikle ilgili bir işlem yapmak istediğimizde, eşitliğin her iki tarafına sayılar ekleyip çıkarabiliriz, çarpıp bölebiliriz ya da taraf tarafa toplayıp çıkarabiliriz, doğru sonucu bulmak için bu yöntemleri kullanabiliriz. Aslında fonetiğe dayalı dillerin doğru yazımı da buna benzer. İşte dilin matematiği bu şekilde işliyor ve ben buna alıştım.

.

Çalışmalarınızın, motivasyonunuzun içerisinde çok özel bir yeri olduğunu biliyorum. Mehmed Uzun sizin için neyi ifade ediyor?

Mehmed Uzun... Neredeyse her gün, andığım yegâne isim. Mehmed Uzun’un roman metinleri, roman dili bir önceki soruda şerh ettiğim durumun pratiğini en çok yaptığım alanlardan biri haline geldi. Onun metinleri ve özel kişiliği bana birçok şey katmıştır. Onun ismi ve varlığı benim için çok büyük bir önem taşıyor. "Sürgün Edebiyatı" çerçevesinde şekillenen özgün bir edebi kişilik, eserleri beni çepeçevre sardı. Sürekli atıfta bulunduğu W. Benjamin, O. Mandelstam, Nina Berberova, Anna Ahmatov, T. Mann, W. Gombrowicz, Sadık Hidayet, Hermann Broch, M. Asturias, Par Lagerkvist, Gunnar Ekelöf, Kerstin Ekman,Boris Pasternak gibi yazarların yarattığı edebiyatların ekseninde dönüp dolaşıp edebiyatın yeni olanaklarını keşfetmeye çalıştım.

'ZOZAN UZUN’UN ÜZERİMDE EMEĞİ ÇOKTUR'

Kıymetli eşi ve yol arkadaşı Zozan Uzun, Mehmed Uzun'un yol, acılarının, mutluluğunun, tükenmez enerjisinin ve tüm üretim süreçlerinin birinci elden şahidi olduğu kadar, kendini "Mehmed Uzun'un eşi" olma sıfatı dışında entelektüel donanımı ile var edebilmiş dikkat çeken, güçlü bir kadın. Onunla iletişiminizi merak ediyorum. 

Zozan Uzun’la iletişimim Kürt dili ve edebiyatı ile tanışmamdan kısa bir süre sonra oluştu. 2013 yılında Zozan Uzun’a bir arkadaşı aracılığı ile sosyal medyadan ulaştım. O dönem acemi olan Kürtçem ile bir mektup yazdım. Kısa bir süre sonra Zozan Uzun’dan cevap geldi; bana kararlı olmam gerektiğini yazdı. Aramızdaki bağ böyle oluştu ve bir anne-oğul ilişkisi güzelliğinde ilerledi. Sanırım Mehmed Uzun ile Rewşen Bedirhan (Celadet Ali Bedirhan Bey’in merhum eşi) ilişkisini bile geçti bizim ilişkimiz ve yakınlığımız, zaten uzaktan akrabayız, anneannem tarafından aynı aşiret kolundan gelirler. Akademik eğitimimi bitirince, bana mezuniyet hediyesi olarak şahsi kütüphanesinden, Hawar Dergisi’nin tüm sayılarını gönderdi. Paha biçilemez bir anlamı var benim için.

Mehmed Uzun'un kitaplarının yeniden ve Sel Yayıncılık tarafından basılması söz konusu. Mehmed Uzun çalışmalarını anadili Kürtçe ile yürüten bir yazar. Romanları diğer diller için olduğu gibi Türkçe'ye de çeviri yoluyla kazandırılıyor. Yeni basımlar hem Türkçe hem Kürtçe mi olacak, siz bu çalışmanın neresindesiniz?

2020’nin Ağustos ayı Urfa’nın sarı sıcağındaydım. Telefonum çaldı. Arayan Zozan annemdi, Mehmed Uzun’un kitaplarının yeniden yayımlanması için Sel Yayıncılık ile anlaştıklarını bana söyledi. Kitapların özgün dilde olanlarıyla benim ilgilenmemi istedi. O sıcak, serin bir bahardaki kır gününe dönüştü. Mehmed Uzun’un elinden çıkmış olan metinlere, hayallere, acılara, sevinçlere direkt temas etmek o kadar tarifsiz bir duygu ki… Kılı-kırk okuyup, inceleyip, eğer varsa bazı harf, söz ya da söz öbekleri hatalarını tespit edip, onları gereken dilbilgisi ve yazım kurallarına göre düzeltip, kitapların muhtevasına en yakın derece olacak şekilde ve muhtevasını öz bir şekilde anlatacak tanıtım yazılarını yazıp, yayına hazırlayacağım.

Bu yeni basımlarda Mehmed Uzun'un daha önce görmediğimiz, gün yüzüne çıkmayan çalışmaları olacak mı?

Evet. Tabii ki olacak; 'Ziman û Roman' (Dil ve Roman, Röportajlar), 'Hêz û Bedewiya Pênûsê' (Kalemin Gücü ve Görkemi, Denemeler.), 'Defter-î Amalim' (Mehmed Salih Bedirhan Bey’in anıları) ve uzun süre Türkiye’de yayımı yapılmayan 'Antolojiya Edebiyata Kurdî' özgün dilinde yeniden okuyucularla buluşacak. Önümüzdeki günlerde bu bahsini ettiğim kitapları yayıma hazırlayacağız.

.

'HER ANIM EDEBİYATLA, SÜREKLİ YENİNİN PEŞİNDEYİM'

Sizin dilbilim, editasyon ve redaktasyon alanları haricinde yazar kimliğiniz de var. Hatta iki de ödülünüz.

Evet öykü yazarıyım. ilk öykümü 2015 yılında yazdım. İlk kitabım 'Hesabgêr F' ismi ile İsveç─Stockholm’de, Apec Yayınları tarafından yayımlandı. Daha sonra Diyarbakır’da Lis Yayınları tarafından yayımlandı. O sıralarda birkaç arkadaşla çıkardığımız edebiyat dergisinde yazarlık, editörlük yaptım. Batı edebiyatının içinde var olan, ortaya çıkmış öykü yazarlarını takip ediyorum, onları okuyorum. 2014 yılında, Anton Çehov, O. Henry, Maupassant ve Rilke üzerine uzunca çalıştım. Sonra, yaşanmış birtakım olayları yaşayan kişilerce dinleyerek onları muhtelif edebi kuramların süzgecinden geçirerek yeni ve yeniye uygun formlarla yazmaya çalıştım, halen bu mentalite ile yazmaya çalışıyorum. Sürekli yeninin peşindeyim. Edebiyatla ilgili yeni projelerim var elbette. Okumalar yapıp, notlar çıkarıp gözlem yapıyorum.  Ödüllere gelecek olursam; Şerzan Kurt Öykü Yarışması (2016) birincilik, Uluslararası Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali kapsamında, Kürtçe Öykü dalında Seçici Kurul Jüri Özel Ödülüm var. Büyük bir çaba sonucunda aldığım ödül bunlar. Benim edebiyat üzerine daha motive çalışmamda çok etkili oldu. Zaten Yılmaz Güney’in bendeki yeri çok özel; haliyle onun adına bir ödül almak çok  kıymetli. Yine Şerzan Kurt ödülü de çok anlamlı. Şerzan Kurt’u ve Yılmaz Güney’i saygı ve minnetle anıyorum.

Selim Temo ile görüşmeniz oldu mu? Merak ediyorum. Onunla nasıl bir ilişkiniz var,  çalışmalarınızı destekliyor mu?

Selim hoca ile 2013 yılının baharında İzmir Kitap Fuarı’nda karşılaştık. Kürt aydını ve romanı üzerine bir konuşması olduğunu öğrenince soluğu fuarda aldım. Tıka basa dolu olan söyleşi salonuna daldım. Anlattıkları son derece kıymetli ve ilgi çekiciydi. Konuşması bittikten sonra hemen yanına gittim. Edebiyat üzerine kısa bir sohbetimiz oldu. Yaklaşık 2 sene sonra yazdığım ilk öyküyü onunla paylaştım. Bana yazdığı mailde, edebiyattan kopmamamı ve yoğunlaşmamı tavsiye etti. Çağdaş yazar arkadaşlarımla sürekli bir edebi temas ve ilişki içindeyim. Bunu bilinçli bir şekilde, kendi öz edebi gelişimim için yapıyorum. Hepsinden muhakkak bir şeyler öğreniyorum.