Sürgündeki akademisyenler anlatıyor

Türkiye'de üniversitesiyle bağlantıları koparıldıktan sonra bilimsel çalışmalarını Almanya'da sürdürmek zorunda kalan iki akademisyen, yaşadıklarını anlattı. Üniversitelerde barış süreciyle birlikte başlayan özgürleşmenin iktidarı rahatsız ettiğini belirten akademisyenler, beyin göçünün artabileceğini belirtiyor.

Abone ol

KÖLN - Türkiye'de gündem çok hızlı değişiyor. Yaşanılan sorunların hepsi önemli, ama maalesef çok sorun olduğundan, hiçbir problem hak ettiği kadar gündemde kalamıyor. Bu yoğunluk, yaşanılan sorunları gerekli tüm detaylarıyla konuşamadan, bir sonraki meseleye geçmemize neden oluyor. Oysa son Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile üniversitelerde yaşanan ihraçların, akademisyenlere ve öğrencilere uygulanan şiddetin üzerinden daha henüz on gün geçmişken, konunun bu gündem yoğunluğunda kaybolup gitmesi an meselesi.

Bu nedenle bu hafta ihraç edildikten sonra Almanya'ya gelip, akademik hayatına burada devam etmek zorunda kalan iki akademisyenle hem Barış Süreci'nde ve sonrasında üniversiteleri, akademi dünyasını, hem de Barış Bildirisi'ne imza attıktan sonra neler yaşadıklarını konuştuk. Bu akademisyenlerden R.D. ailesiyle ilgili endişeleri nedeniyle isminin açıklanmasını istemedi. Diğer akademisyen ise Mersin Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümündeki görevine son verilen Ali Ekber Doğan.

ÖĞRETİM ÜYELİĞİNE ZORUNLU ARA

Kendinizle ilgili bilgi verir misiniz?

R.D: Ailemin güvenliğiyle ilgili kaygılarım nedeniyle kimliğimle ilgili açık bilgi vermek istemiyorum. Ancak şu kadarını söyleyebilirim: Barış Bildirisi'ni imzalayan akademisyenlerden biriyim; bildirinin kamusal alanda duyurulduğu Ocak 2016 itibarıyla üzerimizde uygulanan ağır baskıdan dolayı yaşamıma ve akademik çalışmalarıma devam etmek üzere, Alexander von Humboldt Vakfı'nın Philipp Schwartz İnsiyatifi çerçevesinde Almanya'ya konuk bilim insani olarak geldim.

Ali Ekber Doğan, akademik çalışmalarına Almanya'da devam ediyor.

Ali Ekber Doğan: Mersin Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümündeki görevine Rektörlük tarafından son verilen Ali Ekber Doğan. Gerekçe, 'Bu suça ortak olmayacağız' başlıklı bildiriye imza atmaktan dolayı hakkımda idari ve adli soruşturma olması diye açıklandı. Aralık 2016'dan beri öğretim üyeliğine zorunlu ara vermiş, geçimimi sağlamak, bilimsel araştırmalarımı sürdürebilmek için Almanya'ya göç etmek durumunda kalmış onlarca barış akademisyeninden biriyim.

İmza öncesinde yani barış sürecinde üniversitelerde durum nasıldı?

R.D: Genel olarak Türkiye'nin modern tarihinin hiçbir döneminin özgürlükler açısından parlak olduğu söylenemez. Türkiye akademisinin durumu da, toplumun genel özgürlüksüzlük halinden bağımsız kavranamaz. Ama bir fark var tabii: Toplumsal alanda özgürlük bir düzenleyici ilke olarak ele alınabilir; bir toplumda bireyler, gruplar ne kadar özgürse, o toplum o kadar uygardır denilebilir. Ama, akademik alanda özgürlük kurucu bir ilkedir; yani özgürlüğün olmadığı yerde, akademiden, akademik çalışmadan bahsedilemez! Düşünce, kavram gereği özgür düşüncedir. Türkiye'de 'akademik' kurumların bir yandan, çoğu zaman toplumun genel özgürlüksüzlük halini yansıtan ucube yapılar olduğunu, öte yandan da kimi dönemlerde parlayan gerçek bir akademi anlayışının cevherlerini (çoğunlukla, ilerici, demokrat ve sol ögeleri) içerisinde barındırdığını söylemek mümkün.

Ayrıca Barış Süreci'nin en azından belirli bir dönem itibarıyla tam da özgürlüklerin gelişmesine set çeken zihin yapılarını çözmeye dönük bir işlev kazanmış olduğunu düşünüyorum.

'BARIŞ SÜRECİ AKADEMİYE RAHATLAMA GETİRDİ'

Yani Barış Süreci özgür düşünmeye başlamanın önünü açan bir dönem mi oldu?

R.D: Evet! Belki de politik iktidarın Barış Süreci'nden bu denli keskin bir biçimde vazgeçişinde önemli bir nedeni, böyle bir zihin halinin toplumsal yaygınlık ve etkinlik kazanma eğilimini durdurmak ve geriye çevirmek olabilir. Böyle bir zihin yapısının hem Türkiye'nin birliği, hem de iktidarın dinsel-muhafazakar değerleriyle uygun olmadığını düşünmüş olabilirler. Söylemek istediğim şu ki, Barış Süreci boyunca akademide belirgin bir rahatlama ve özgürlük ortamının olduğunu söylemek mümkün. Ama bir taraftan, öncesinde konuşulamayan şeyleri konuşmaya başlamışken, diğer taraftan da aynı dönemler bakımından muhafazakar-dinci-milliyetçi kadrolaşmanın liyakat ilkesinden uzak bir biçimde dört nala koştuğunun da altını çizmek gerekir.

Aynı soruları Ali Ekber Doğan'a da soralım. Sen nasıl değerlendiriyorsun tüm bu olanı biteni?

A.Ekber Doğan: Arkadaşımın da dediği gibi öncesi de pek parlak değildi. Kürt meselesinde açılımlar yönünde adımların atıldığı, diyaloğun olduğu zamanlarda, iktidarın bazı tabuların konuşulmasının önünü açtığı söylenebilir. Ancak bu çok kesintili gelişen bir süreçti. Bir yıl çatışma ve operasyonlar yapılıyor, ertesi yıl tekrar masaya dönülüyordu. Fakat diyaloğun hareketlendiği günlerde Gezi öncesi ve sonrasında tüm Türkiye'de olduğu gibi akademide de Erdoğan'ın tek partiden tek adamlığa yönelmesinden kaynaklı baskının basının üzerinde olduğu kadar olmasa da akademi üzerinde de yoğunlaştığını gördük.

Bilgi ve düşünce üreten, yayan fikir emekçilerine dönük bu baskıların temel nedeni; basın ve aydınların sesini kısmak, Gezi direnişiyle yükselen sosyal muhalefet güçlerine gözdağı vermekti. O dönem ben de bu baskıların bir tezahürü olarak yargılandım ve beraat ettim. Aynı günlerde Mesele dergisine verdiğim mülakatta: “Akademisyenlerden, sessizce derslerine girip, sadece önlerine konulan konularda para ve erk sahiplerini rahatsız etmeyecek araştırmalar yapmaları isteniyor. Bunun dışına çıkanlarsa kendi üniversitelerinden başlayarak engellemeler ve baskılarla karşılaşıyor. Buna direndiklerinde de baskılar ağırlaşıyor. Önemli olan direnişleri kolektifleştirmek, sahiplenme ve bir arada olma pratiklerini yasak savma değil de her seferinde daha fazla insanı, çevreyi içine katacak çoğulcu, yaratıcı bir mücadeleyi neşe ve arzuyu yitirmeyen bir kararlılıkla geliştirmek” demişim. Artık yaşanan olumsuzluklar, akademisyenler üzerindeki baskılar, kitlesel atılmalar noktasına geldi maalesef… 'Bu Suça Ortak Olmayacagiz' başlıklı bildiri bu tasfiyenin yalnızca bir bahanesi oldu. Aslında konuşulup unutulacak bir imza metni, muktedirin şeytanlaştırıcı açıklamalarıyla büyük gürültü kopardı. Basın, yargı, kamu bürokrasisi susturulduktan sonra sıranın akademideki barıştan, emekten, özgürlükten yana olanlara gelmesi diye değerlendiriyorum.

'SADECE İMZACI AKADEMİSYENLER BASKI GÖRMEDİ'

Peki Barış Süreci bitirildikten sonra nasıl bir değişim yaşanmaya başlandı?

R.D: Siyasal iktidarın Barış Süreci'nden vazgeçişi ertesinde, akademide siyasal iktidarın yanında saf almamış herkese karşı açık baskı oluşturulmaya başlandığını söylemeliyim. Bu baskı tabii en çok da, başta Kürt Meselesi olmak üzere, özgürlükler, toplumsal çoğulculuk ve barış gibi meseleler konusunda duyarlı olan ve bu duyarlılığı ifade etmekten çekinmeyen akademisyenler üzerinde oldu. Bildirinin kamusal alanda duyurulmasının ardından, sadece imzacı akademisyenler açısından değil, özgürlükçü-çoğulcu yaklaşım gösteren tüm sahici akademisyenler üzerinde bu baskılar vahim bir hal aldı.

Barış Bildirisi'ni neden imzaladınız?

R.D: Bir devlet topla, tüfekle şehirlere giriyor, içinde masum insanların, çocukların olması muhtemel binalara ateş açıyorsa, suç işliyor demektir. Hiçbir amaç, tek bir masum insandan daha değerli değildir! Ses çıkarmadan olup biteni seyretmenin yalnızca acı değil, suçluluk duygusu da verdiği bir durumda, önüme gelen barış talebinin altına tereddütsüz imza attım.

A. Ekber Doğan: Post-yapısalcısından, Marksistine, liberalinden sosyal demokratına, sosyoloğundan, tıpçısına farklı alanlardan ve perspektiflerden, insanları bir araya toplamış olması metnin içeriğinin ötesinde yaşanan sürecin ağırlığından kaynaklanan bir durumdu. İnsanlar barış olasılığı belirmişken, HDP'nin barajı aşmasından sonra yapılan katliamların, sokağa çıkma yasaklarının etkisi altında böyle bir imdat freni son bir güçle çekildi.

'ULUSLARARASI KONFERANSLARA KATILIM ENGELLENDİ'

Ardından neler yaşadınız?

R.D: Metni imzaladıktan sonra, diğer imzacı akademisyenler gibi siyasal iktidar ve onun uzantısı olarak iş gören üniversite yönetiminin çok boyutlu baskısı altında kaldım. Örneğin, kendi çabalarımla finansman bulduğum uluslararası araştırma projelerini yürütmem engellendi; uluslararası akademik konferanslara katılımım engellendi; çalıştığım bölümde ben ve diğer imzacı akademisyenlerin pasifize edilmesi için liyakat ilkesinden tamamen uzak bir biçimde faşizan ve dinci aşırı sağ kadrolaşmaya gidildi; üniversitemdeki bazı imzacı akademisyenler gibi Terörle Mücadele Birimleri tarafından gözaltına alınıp saatlerce nezarathanede tutuldum. En sonunda da bir KHK ile kamu görevinden atıldım.

A. Ekber Doğan: Savaşın mimarları hedef gösterdikten sonra imzacı 1128 kişinin etrafında bir o kadar insan daha koruma çemberi oluşturdu. Ancak bu akademisyenleri türlü hakaretlerle, karalayan zatın hıncını arttırdı. Bu üniversite yönetimini işten atma, açığa alma, sözleşme yenilememe, istifaya ve emekliliğe zorlama gibi çeşitli uygulamalara yöneltti. Benim de çalıştığım Mersin Üniversitesi ise işten çıkarmada kamu üniversiteleri arasında birinci sıradaydı. Normalde akademik personelinin, fakülte kurulları talep ettiğinde sözleşmelerini yenilemesi gereken rektörlük Barış Bildirisi'ne imza attığımız için görevimize son verdi. 12 arkadaşımızı böyle işten çıkardılar. Ben onuncu işten atılandım. İmzadan sonra çok şey yaşadık. Arkadaslarımın atıldıklarını öğrendiğimde yasadığım şaşkınlığı, öfkeyi, üniversite ve kentin yanımızda olduğunu gösteren dayanışmayı, öğrencilerimizin yanımızda olduğunu görmenin gururunu, okuldaki odamı ve evimi boşaltırken yaşadığım duygu karmaşasını, unutmam mümkün değil.

'HUKUK DEVLETİ İLKESİ YERLE BİR EDİLDİ'

Almanya'ya gelmeyi niye tercih ettiniz? Burada nasılsınız, üniversite ortamı nasıl?

R.D: Türkiye bırakınız demokratik ve özgürlükçü bir ülke olmayı, bugün itibarıyla hukuk devleti (the rule of law, Rechtsstaat) ilkesinin yerle bir edildiği, tam bir keyfi iktidarın hüküm sürdüğü bir ülke. Muhalefet eden herkesin, ailesi ve yakın çevresi dahil olmak üzere, en temel haklarının tehdit altında olduğu, keyfi tek adam yönetiminin devlet organlarını (yargı organları başta olmak üzere tüm bürokratik kurumları) mafyatik bir örgütlenme gibi muhalif herkese karşı dayatma ve sindirme organı olarak kullandığı bir ülke haline geldi. Almanya, Batı demokrasilerinde sağ popülizmin tehlikeli bir biçimde yükseldiği bir dönemde, hem hukuk devleti, hem de evrensel insan hakları adına kayda değer bir tutum almış gözüküyor. Bu açıdan, Almanya'ya gelmiş olmaktan, burada konuk biliminsanı olarak çalışıyor olmaktan mutluluk duyuyorum. Alman hükümetinin, sivil toplum kuruluşlarının ve tabii ki de Alman üniversitelerinin bize yönelik destekleyici ve dayanışmacı tutumları karşısında özellikle teşekkür etmek isterim. Akademinin ve özgür düşüncenin ağır bir baskı altına alındığı, eleştirel/muhalif akademisyenlerin hem akademik hem de kamusal alandan sistematik olarak sindirilmeye, dışlanmaya maruz bırakıldıkları günümüz koşullarında bu destek ve dayanışma çok önemli gerçekten. Kişisel deneyimimden aktarmam gerekirse, bulunduğum üniversitedeki ve bölümdeki insanların tutumu oldukça kucaklayıcı. Kendimi üniversitenin ve bölümün bir üyesi olarak hissetmem için ellerinden geleni yaptıklarını düşünüyorum. Türkiye’de yaşadığımız birçok baskı ve dışlanmadan sonra, psikolojik açıdan sağaltıcı bir süreç işliyor benim açımdan burada.

A. Ekber Doğan: Almanya'da bir araştırma bursuna başvurduğumda başka bir Kuzey Avrupa ülkesinde bir bursa daha hak kazanmıştım. Almanya'nın bursunu da kazandığımı öğrenince, nüfusu daha büyük, canlı ve merkezi bir ülke olduğundan Almanya'yı tercih ettim. Burada bir üniversitede uluslararası göç hareketlerinin günümüzdeki özgünlükleri konusunda bir araştırma yapıyorum. Buraya alışmaya ve yerleşmeye çalışmak da önemli bir mesai oluyor. Almancanın baskınlığı önemli bir sorun. Önümüzdeki günlerde Almanca öğrenmeye başlayacağım. Yani tüm zoraki göçmenler gibi gündelik hayatımı bir çok bakımdan yeni baştan kurmak zorundayım. Bazen basit işleri bile yapmakta zorlanıyor, defalarca deniyorum. Can sıkıcı olsa da sabırla geçilmesi gereken yollar bunlar. Geride kalanlarla dayanışmak anlamında yeni işler tarif ederek, yaşama geçirmek gibi bir görevim olduğunu düşünüyorum. Burada burslu olmanın hakkını akademik olarak da insani olarak da vermem gerekiyor.

'İMZACILAR İYİ BİR DURUŞ SERGİLEDİ'

Akademisyenler için aydınlar için söylemek istediğiniz bir şey var mı?

A. Ekber Doğan: İmzacılar çeşitli mağduriyetler yaşıyorlar. Yurtdışı çıkış yasaklarıyla çıkabilenlerle çıkamayanlar arasında mekansal bir farklılaşma oldu. Bir kısım arkadaşım ülkeden çıkmayı zaten düşünmüyor, kalıp direnmeyi yeğliyor. Herkesin koşulları, tercihleri farklı olsa da barış imzacıları bugüne kadar hem birlikte hem de tek tek iyi bir duruş sergilediler. İkrarlarından dönmediler. Barış içinde demokratik bir ülkede yaşama arzu ve iradelerine sahip çıktılar. Bizler yani yurtdışında görece avantajlı posizyonlarda bulunanlara gelince, önümüzdeki günlerin imzacılara dönük yeni tasfiye saldırılarına gebe olduğunun bilinciyle, bunların etkilerini hafifletmeye dönük dayanışma girişim ve etkinlikleri üzerinde yoğunlaşmalıyız diye düşünüyorum.

Referandum süreci ve sonrası öngörünüz nasıl?

R.D: Referandum ve sonrasında ne olur söylemek güç, ama şunu söyleyebilirim: Her zaman umut vardır! İnsanların ve halkların kardeşçe bir arada yaşayacakları günlere dair inancımızı güçlü tutmalıyız.

A. Ekber Doğan: Ülkenin son yıllarda ekonomik olarak gerilediği ortada. İşsizlik ve güvencesizlik patlama yapmış durumda. Ayrıca ülkenin insani zenginliklerinin, sosyal ve kültürel birikimlerinin önemli bir bölümü İslami millileştirme-muhafazakarlaştırma doğrultusunda tırpanla biçiliyor. Bugün akademiye dönük bu tırpan da bu çerçevede düşünülmeli. Bize dönük bu süreç yarın çok geniş bir kesimin yüzünü yurtdışına çevirmesine yola açacak bir domino etkisi yaratıyor. İhraç edilen akademisyenler ülkede mahsur kalacak ama onlara yapılanlarla derinleşen vasıfsızlaşma, gericileşme ciddi bir beyin göçünü tetikliyor. Önce Almanya olmak üzere Fransa, Türkiye'nin insani ve maddi zenginliklerinde bu kaçış eğilimini gördüklerini dışa vuran kimi adımlar atıyor ve bu akışa dönük hazırlık yapıyorlar. Referandum sonucu bu süreci hızlandırır ya da yavaşlatır ama tersine çeviremez diye düşünüyorum. Umarım Türkiye'nin bugünkü akıldışı gidişatı demokratik yollarla durdurulur ve tersine bir dönüş olur. Referandumda ezici bir "Hayır" çıkarsa bu potansiyel açığa çıkabilir. Bu da Türkiye'nin siyasi krizlerini on yıllardır olduğu gibi anti-demokratik, gerici arayışlarla çözme iradesinde bir kırılma yaratabilir. Eski ve yeni hegemonya projelerinin krizde olduğu, devletin de bir yönetememe krizi içinde bulunduğu, iç savaş tehdidinin yakıcı biçimde hissedildiği bir kavşaktayız. Bu bakımdan, CHP'lisinden HDP'lisine ve bağımsızına kadar tek adam rejimine karşı olanlar "Hayır!" kampanyasını, Türkiye toplumunun önündeki krizleri toplumcu ve demokratik biçimlerde aşmasının kaldıracı kılmanın yollarını düşünmek durumundadırlar.

Çok teşekkür ediyorum paylaştıklarınız için. Ayrıca R.D. ben de bir sonraki konuşmamızı eşinle, çocuğunla ve diğer imzacı arkadaşlarınla birlikte, anonim kalmak zorunda kaldığın koşulların ortadan kalkmış olduğu, daha özgür bir durumda yapmayı umuyorum. Ali Ekber Doğan sana da çok teşekkür ederim zaman ayırdığın için.