Suriçi’nde hayat buruk devam ediyor

Suriçi’nde aylarca sürdü sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar. Yasak kısmen kalktı, esnaf kepenk açtı, Gazi Caddesi hareketlendi. Ama, yarın ne olacak endişesi nedeniyle esnafın ve mahallelinin yüzü gülmüyor.

Abone ol

DİYARBAKIR - Sur’da 2 Aralık 2015’te başlayan başlayan sokağa çıkma yasağı boyunca, Suriçi’ne çıkan bütün kapılarda polis barikatları kurulmuştu. Onlarca polisin kum torbaları ve zırhlı araçlarla kapattığı kapılardan deyim yerindeyse 'kuş uçurtulmuyordu'. Bazı mahallelerde 13 Mart 2016’da yasak kalktı, ancak polis barikatları yerli yerinde duruyor. Siviller daha rahat geçebiliyor Suriçi’ne, ancak arabalar hâlâ kontrol edildikten sonra içeri alınıyor.

Çift Kapı’daki polis barikatını geçip Melik Ahmet Caddesi’ne çıkınca, polislerin bir çeşit 'seyyar karakol' kurduklarını ve daha uzun süre bu karakolların mevcudiyetini koruyacağını düşünüyorum. Diyarbakırlılar da bu durumu kanıksamış ya da aylarca devam eden yasaklı günlerden sonra bu duruma rıza göstermiş görünüyor.

ADI AZAD OLSA DA…

Melik Ahmet Caddesi’nde allı pullu yöresel kıyafetler satan dükkan, bir süre önce polisin, Sûka Şewitî (Yanık Çarşı) esnafını “Bu kıyafetleri satmayın” diye uyardığını duymamış sanki. Bunu hatırlatınca, dükkanı işleten genç adam, “İsterlerse gelip yaksınlar hepsini” diyerek tepki gösteriyor. “Benim müşterim düğünde, Newroz’da gelip bu kıyafetleri alıyor benden. Sosyete elbisesi satsam kimse gelmez ki dükkana.”

Adının Azad (Özgür) olduğunu söyleyen genç esnaf fotoğrafını çekmemi istemiyor, “O kadar da özgür değiliz memlekette. Bak, her tarafta polis var” diyerek.

SAHİDEN HER TARAFTA POLİS VAR!

Doğru söylüyor Azad, sahiden de her tarafta polis var. Bu aylardır böyle. Diyarbakırlılar işlerine, komşularına, gezmeye giderken polislerin arasından geçmek zorunda kalıyor. Bu durumdan sıkılsa da hayatın ya da dönemin öğrettiği bir sabırla, mümkün olduğunca aldırmaz görünmeye çalışıyor.

Mardin kapı civarındaki birçok dükkanın kepenkleri kapalı. Diyarbakır’ın en popüler mekanlarından biri olan Keçi Burcu ise yasak. Yasaktan önce her gün yüzlerce kişi gelirdi Keçi Burcu’na. Buradan Hevsel Bahçeleri’ne, Kırklar Dağı’na, On gözlü Köprü’ye bakar, fotoğraflar çeker, çay içerek muhabbet ederdi Diyarbakırlılar. Keçi Burç, aylardır sadece polislere açık.

SAATÇİ CELAL’İN ISRARI

Saatçi Celal Yanık çarşının en eski esnaflarından biri. Küçücük dükkanda, saatlere ait binlerce nesne var. Yasak nedeniyle aylarca açamamış dükkanı. Yasağın kısmen kalktığı günlerde her gün Melik Ahmet tarafından gelip açmış ekmek teknesini. O günleri şöyle anlatıyor: “Gazi Caddesi yasak olduğu için Melik Ahmet Caddesi tarafından, ara sokaklardan geçerek her gün geldim dükkanı açtım. Birkaç esnaf daha geliyordu. İş yapmadan akşama kadar bekliyorduk. Ne müşteri var ne başka bir şey. Silah seslerini, top seslerini dinliyorduk. Akşam karanlık olmadan dükkanı kapatıp gidiyorduk.”

Dediğine göre polis, çarşının bütün kapılarını kum torbalarıyla kapatmıştı. Müşteri yoksa o kadar riski neden göze alıyorlardı? Saatçi Celal’in dediğine göre polis de şaşırıyormuş. Ama dükkanı burada ve bütün hayatı burada geçmiş. Evde duramıyormuş, buraya gelmeden soluk alamıyormuş. “Ama tehlikeli” diyecek oluyorum, elini sallıyor, “O kadar genç öldü, ben onlardan daha mı iyiyim” diyor. Söyleyecek söz bırakmıyor. Saatçi Celal’in ısrarını anlamak, en azından benim için, pek mümkün görünmüyor.

‘ŞEYH SAİT ZAMANINDAN DAHA BÜYÜK ZULÜM GÖRDÜK’

Ömer Demir, oğlu Ahmet ve birkaç çırakla ayakkabı tamirciliği yapıyor Sûka Şewitî’de. Ömer Demir 75 yaşında ve çocukluğundan beri burada ayakkabı tamir ediyor. Aylarca süren sokağa çıkma yasağının bütün çarşının işlerini etkilediğini söylüyor. Yasaklı mahalleleri göstererek, “Bu taraftaki müşterilerin hepsi gitti” diyor. “Bak çarşıya, kimse yok. Eskiden burada yürüyemezdin.”

Doğru söylüyor Ömer Demir. Ayakkabıcıların, manifaturacıların, terzilerin, tütün satanların başı hep kalabalıktı sokağa çıkma yasağından önce. Diyarbakır’a dışarıdan gelenlerin mutlaka uğradığı, hiç değilse bir fular aldığı çarşı, artık çok tenha. Kepenkleri kapalı dükkanı göstererek, “Bunun gibi daha kaç tane dükkan kapandı? Eskiden kimse dükkan bulamıyordu burada, şimdi dükkanlar kapanıyor. Böyle devam ederse, daha çok dükkan kapanır.”

Yasağı, çatışmaları konuşuyoruz. Ömer Demir, “Şeyh Sait zamanından daha büyük zulüm gördük” diyor. Oğlu Ahmet, onun bıraktığı yerden devam ediyor: “12 Eylül’de ilkokula gidiyordum. Kürt olduğumuzu söyleyemiyorduk, ama Türkçe de bilmiyorduk. Sonra 90’lı yılları gördük, köyler yakıldı, sokakta insanlar öldürüldü. Daha büyük zulüm olmaz diyorduk, ama daha büyüğünü 2016’da yaşadık.”

75 yaşındaki Ömer Demir, çocukluğundan beri ayakkabı tamirciliği yapıyor.

‘DÜMDÜZ ETMİŞLER’

Biz konuşurken yaşlı bir kadın giriyor içeri. “Çırak lazım mı” diye soruyor. Ahmet, şaka yapıyor, “Sen mi çalışacaksın” diyor. Kadın da gülüyor, sonra 16 yaşlarındaki bir çırağı işaret ederek, “Bunun yaşında torunum var, onun için sordum” diyor.

Ahmet, kadının yanına çıraklardan birini verip terziye gönderiyor. Ben de peşlerinden gidiyorum. Terzinin de çırağa ihtiyacı yokmuş.

Fotoğrafını çekmemi istemeyen kadın, yasaktan önce Sur’da, kendi evlerinde oturduklarını söylüyor. Yasaktan sonra Bağlar’a, kiralık bir eve taşınmışlar. Sur’daki evinin şimdiki durumunu soruyorum, “Dümdüz etmişler” diyor.

Sonra, yasaktan dolayı bir şekilde mağdur olan insanların temennisini dile getiriyor. “Ev yıkılmış, bir şey olmaz, yine yaparız. Keşke o çocuklar öldürülmeseydi.”

SAMO’NUN YERİ ARTIK YOK

Hasanpaşa Hanı Diyarbakır’ın rağbet gören tarihi yapılarından biri. Hanın içinde kafeler, kahvaltı salonları, yöresel kıyafetler satan mekanlar mevcut. Sokağa çıkma yasağı sırasında bu mekanların tümü kapalıydı ve polis, bu süre boyunca hanı karargah olarak kullandı. Yasaktan sonra eski canlılığını kazanmış gibi görünse de esnafın pek keyfi yok yine de.

Çay içip soluklanmak isterken Adar Ölmez ile tanıştım. Ölmez, Suriçi’nde doğmuş. Annesinin hastalığı nedeniyle 90’lı yıllarda taşınmışlar buradan, ama hiç kopamamışlar.

Sokağa çıkma yasağından önce Samo’nun Yeri adını verdikleri bir mekan açmışlar, Surp Giragos Kilisesi’nin yakınlarında. Samo dikkat çekici bir isim, “Çünkü” diyor Adar Ölmez, restore ettiğimiz ve kafe yaptığımız ev, Sami Hazinses’indi.” Diyarbakır’da Samo diye çağrılan Sami Hazinses Ermeniydi ve gerçek adı, Samuel Uluçyan’dı.

‘BURASI BİZİM’

“Daha yeni açmıştık kafeyi” diyor Adar Ölmez, “Sonra bir gün polis geldi, çıkardı bizi oradan. Kapıya kilidi vurmak zorunda kaldık.” Her gün Dağkapı’ya gelmiş yasağın kalkması için, kuşatmayı protesto etmek için. Defalarca su sıkmış polis, gaz bombası atmış. “Hiç kimse hiçbir şey yapamadı” diyor, siyasetçilerden başlayarak sivil toplum örgütlerini, gazetecileri, aydınları eleştirerek. “Hepimizin gözleri önünde insanlar öldü, Sur yıkıldı. Doğduğum ev, oyun oynadığım sokaklar, gittiğim okul yıkılmış, şimdi ben daha ne anlatayım.”

Suriçi’nden kopamamış yine de Adar Ölmez. Hasanpaşa Hanı içinde küçük bir dükkanda turizm işiyle uğraşıyor. Geçenlerde bilinçaltına yerleşsin diye yeğenine söylediklerini bana da söylüyor: “Burası bizim, bu taş duvarlar, bu avlulu evler, surlar, köşkler, camiler, kiliseler… hepsi bizim.”

Sokağa çıkma yasağının kaldırıldığı ilk günlerde, Suriçi’nde yine bir esnafla sohbet etmiştim. “Polis Suriçi’nden çıksın, Suriçi üç ayda toparlar kendini” demişti. Polis hâlâ çekilmedi Suriçi’nden. Bazı mahallelerde yasak ve evlerin yıkımı devam ediyor. Suriçi’nde yarın ne olacak endişesi yerini koruyor. Bu nedenle ne esnafın ne de yasağın kalktığı mahalle sakinlerinin yüzü gülmüyor.

Öyle görünüyor ki bu koşullarda Suriçi’nin toparlanması, eski günlerine kavuşması oldukça zor… (DUVAR)