Türk Silahlı Kuvvetleri 25 Nisan günü sabah ikide Derik’te Karaçok Dağı’nı (Suriye) ve Şengal’de Bare yöresini hava harekâtıyla vurdu. Ankara, gerek YPG’yi gerek Ezidilerin özsavunma gücü YBŞ’yi doğrudan PKK’nin uzantısı olarak görüyor. Şengal’de HPG mevcudiyeti de var. Dolayısıyla harekâtın görünen hedefi PKK’ydi. 11 Nisan’da Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü’nün altına tünel kazılarak yapılan terör eylemine yanıt verilmiş ve olası benzer saldırı girişimlerinden uzak durma mesajı verilmiş oldu.
Diğer mesaj Irak Kürdistan Bölgesi’ne (IKB) ama özellikle KDP’ye. Kerkük’e IKB bayrağı çekilmesi konusunda Sayın Cumhurbaşkanı 4 Nisan’da Zonguldak’ta yaptığı konuşmada “bedeli ağır olur” demişti. Bağımsızlık konusunda da Ankara, IKB’ne zımni (sessiz) destek verir görünürken, içeride milliyetçilerin desteğini korumak referandum sonrasında iktidar için daha anlamlı hale geldi.
Esasen KDP de Şengal’e yönelik hava harekâtında beş peşmergenin de hayatını kaybetmesine rağmen PKK’yi sorumlu tuttu ve bölgeden ayrılmalarını yeniden talep etti. Ardından IKB Başbakanı Neçirvan Barzani de 28 Nisan günü İstanbul’a gelerek Sayın Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildi.
Üçüncü mesaj ise ABD ve başını çektiği IŞİD’le mücadele koalisyonunaydı. Harekât hakkında merkezi Katar’da bulunan koalisyona ve Ankara’daki ABD Askeri Ataşesi’ne (eş zamanlı olarak Rus mevkidaşına da) bombardımanın başlamasına bir saat kala verilmişti. Harekâtın zamanlaması da Sayın Cumhurbaşkanı’nın Vaşington’da Başkan Trump ile 16 Mayıs’taki görüşmesinin öncesine denk getirildi. Böylece, diğer etmenler ne olursa olsun, Türkiye’nin ulusal güvenlik tehdidi olarak algıladığı alanlarda tek başına adım atabileceği söylenmiş oldu.
İsrail kendi seçtiği zamanlarda ve münhasıran kendi istihbaratına dayanarak, Suriye’yi havadan hedef alıyor. İsrail’in gerekçesi İran’ın Hizbullahı’ı silahlandırmak için Suriye’yi köprü yapmasına izin vermemek. İran da öteden beri Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Tugayı, Afganistanlı Hazaralardan devşirme Fatimi Birlikleri ve hatta doğrudan silahlı kuvvetleriyle sahada.
Ankara ise bunlar bir yana, Irak silahlı kuvvetlerinin bir unsuru kabul edilen Haşdi Şabi’yi de İran uzantısı olarak gördüğünü açıkladı. Dolayısıyla, Ankara’nın kendinde de, ABD ve Rusya gibi ağır sıkletlerin yanı sıra, İsrail ve İran gibi bir bölgesel güç statüsü görüyor ve müdahale hakkını bu duruma da dayandırıyor.
İçeride de bu iki ayaklı hava harekâtının iktidara getirisi var. Kamuoyu yoklamalarına göre Fırat Kalkanı’na halk desteğinin hiçbir dönemde yüzde 75’in altına düşmediği söyleniyor. Şaibeli, hileli referandum tartışmaları, bu tür yurt dışı harekâtlarda derhal ikiletmeden iktidarın ardına hizalanan ana muhalefet sayesinde kesilmiş oluyor. 1939’da Hatay’ın ilhakı, 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı gibi Türkiye’nin en zor zamanlarında dahi “tarihsel fırsat penceresi” gördüğü anları bugün de değerlendirebileceği öyküselleştiriliyor.
Ayrıca, Trump başkanlığı ile ABD’nin İran’ı yeniden hedef tahtasına oturtacağı beklentisinin, Türkiye’ye ABD nezdinde kıymetli ortak ve bölgesel denge unsuru rolleri açtığı düşünülüyor. ABD’ye ilaveten Zarrab/Atilla davalarında Ankara’yı rahatsız edecek gelişmeler olmasının bedelinin IŞİD’le mücadelenin sekteye uğraması olacağı sopası aba altından gösteriliyor. Referandumu demokratik standartlara uygun bulmayan raporu veren AGİT, ülkemizi 2004’ten sonra tekrar denetime alan Avrupa Konseyi gibi uluslararası kuruluşlara da “vız gelir” mesajı veriyor.
Ankara’nın Şam’ın ve Bağdat’ın tepkilerini kale almayacağı açık. Rusya’yla düzeldiği söylenen ikili ilişkilerde ise Moskova’nın adım atmaması dolayısıyla bir arpa boyu yol gidilemediği meydanda. Ancak Rusya’nın daha ağır bedeli Idlip’ten ödetebileceği hesaba alındı mı bilemiyorum. Öte yandan, ABD’nin cılız Dışişleri tepkilerinin Ankara’da yankı bulmayacağı belli. Buna karşılık, daha önce örneğini Gre Spi’de ve Sacur Nehir boyunda gördüğümüz üzere ABD silahlı kuvvetleri Suriye sınırımızda bayrak göstermeye yönelik devriye görevleri icra etmeye başladı.
Sayın Cumhurbaşkanı, bu ortamda 3 Mayıs’ta Rusya’yı ziyaretle Başkan Putin’le daha sonra 16 Mayıs’ta Vaşington’da ABD Başkanı Trump’la görüşecek. Cumhurbaşkanı, 29 Nisan’da İstanbul’da yapılan TÜMSİAD Olağan Kongresi’ne hitabında söz konusu hava harekatlarından bahisle “bir gece ansızın gelebiliriz”, “hedef Telafer, hedef Mümbiç” gibi ifadeler kullandı. Suriye ve Irak sınırında da belirli noktalarda zırhlı birlik yığınağı yapıldığı bildiriliyor.
Anlaşılan Ankara’nın hesabı dış siyasette itibar yitimi demek olan “öngörülemezliği” sahada askeri bir avantaj olarak kullanmak. Bir yandan Suriye’de YPG denetimindeki kantonların Arap nüfus yoğunluklu noktalarından içeri dalarak, bunların arasındaki bağıntıyı kopartmak. Musul’da IŞİD’le mücadele tozu dağılmadan, en azından KDP desteğini alarak Telafer, Şengal ve bilinen PKK kamp alanlarına yönelik kara harekâtı yapmak veya bu tehdidi sürekli masada bulundurarak buradan diplomatik kaldıraç devşirmek.
Öteden beri vurgulaya geldiğim üzere, söylemin geri dönüşü olur, kolaydır ama eylemin sonuçlarının ne olacağı kestirilemez ve zararın telafisi hem zordur hem uzun zaman alır. Rojava ve Musul, Irak Kürdistanı ile ülkemiz sınır boyuyla karşılaştırıldığında topografik bakımdan iştah kabartıyor olabilir. Bununla birlikte, “herkesin” Suriye’de olduğu hatırda tutulmalıdır. Şimdi belki açıkça “dur” denilmeyen Türkiye’nin Fırat Kalkanı’nın önü nasıl kesildiyse, yukarıda değindiğim türden kara harekâtları vekiller üzerinden basit bazı önlemlerle (ATGM tedariki gibi) sonu gelmeyen bir “kanama” hali yaratabilir. O durumda, Suriye ve Irak, buralarda Rusya’nın Grozni’sini hayal edenlere, SSCB’nin Afganistan hüsranını yaşatabilir. SSCB’nin sonu ise malum.