Erdoğan’ın defalarca söylediği gibi Irak’ta Sincar’a, Metina’dan Kandil’e dek biteviye askeri harekatlarını sürdürür mü? Olur mu bütün bunlar? Olan olmuş zaten, Metin Akpınar 77 yaşında gözaltına alınıp, ifade verip, yurt dışı yasağı ve her hafta karakola imza vermeli adli denetim koşuluyla “serbest” bırakılıyorsa, bunların hepsi olur, olmaya devam edecek ve olacaktır.
Derler ya, Anglosaksonlar bizdeki gibi “fıkra” tarzı makale yazmaz, ne diyecekse yazının başında der, sonra altını “neden öyle” diye doldurur, ben de öyle yapayım bu defa: Cümle Suriye mülkünü Metin Akpınar’ın sakalının tek kılına değişmem. Sayın Akpınar, size sahip çıkamadığımız, sizi 77 yaşında savcılığa getirttiğimiz, size yurttan çıkış yasağı ve adli kontrol şartı koydurttuğumuz, sizi üzdüğümüz, yorduğumuz, değerinizi bilemediğimiz için Türkiye Cumhuriyeti’nin sıradan bir yurttaşı olarak ben kendi adıma sizden özür diliyorum, sizin başınıza gelenlerden ve ülkemizin bu duruma sürüklenmiş olmasından da utanç duyuyorum.
Suriye’ye gelince, Trump Erdoğan’a yalnızca Tel Abyad ve Ras El Ayn bir iki köprü başı verip, PYD’nin elindeki toprakları ikiye üçe dilmek olanağı sunmuyor. Şimdi, Fırat’ın doğusu denilen üçgen bölgenin tamamını buyur ediyor. “IŞİD’le mücadele de, İran’ı buralara sokmayıp, çevrelemek de senin işin bundan böyle kanka” diyor. Bu durumun özeti, Astana Üçlüsü’nden çekilmeye karşılık, Fırat’ın doğusunu vermek olmuyor mu? İş oraya varmadan, huzur içinde çözülür mü diyorsunuz? Batıdan doğuya Idlip’ten kuzeye Afrin’e, oradan doğuya Azez-Bab-Cerablus cebine, derken durmak yok yola devam, “temizleye temizleye” Kobane, Tel Abyad/GreSpi, RasElAyn/Serekani, yetmez Kamışlı, Haseke, Derik/Malikiye, Amude, gidip Fişhabur’daki yüzer köprüye sobe.
Ama o da yetmiyor artık, bunun Fırat’ın batısında Münbiç’i var, Tel Abyad’dan güneye inip Rakka’ya varması, durmayıp Aşağı Fırat Vadisi boyunca ilerleyip, 1915’te soykırımdan kurtulabilen Ermenilerin sürüldüğü Deyrezor’a yüz küsur sene sonra “yine biz geldik” müjdesiyle ulaşılması da. Beklenti o ki, Putin Esat’a dönüp “sen de fazla şey etme” diyecek, Türkiye Suriye topraklarının tahıl ambarını ve hidrokarbon rezervlerini de içeren üçte birlik bölümünü işgal edecek. Bu da “Kürtleri PYD zulmünden kurtarıyoruz”, “IŞİD melanetiyle biz mücadele ediyoruz” diye dünyaya izah edilecek. “Ne zaman çekiliriz” kısmını, kendi kendilerine “hiçbir zaman” diye kahkahalar atarak anlatırlarken, dışarısı için de şanlı hariciyeye dönülüp “yaw, siz uydurun işte bir şeyler, BM şartının bilmem kaçıncı maddesi, 1998 Adana Mutabakatı filan işte” denilecek.
Zaten Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, TSK’nin Idlip’teki varlığının Soçi Mutabakatı ve mutabakata Rusya ile İran’ın da garantörlüğü bağlamında Suriye devleti tarafından meşru addedildiğini belirtmedi mi? Acaba diplomasi kurdu Lavrov Bey, Idlip dışındaki Afrin, Bab Cebi ve olası yeni müdahalelerle girilecek alanlardaki TSK mevcudiyetinin ise gayrimeşru ve kalıcı değil de geçici sayılacağını mı ima etti? Yahut, “Esat’ın Idlip’te TSK varlığının uluslararası hukuka uygunluğunu ikrarı, tersten Erdoğan’ın da Esat’ı iktidardan göndermek hedefinden vazgeçtiğinin ikrarıdır” mı demek istedi? Atış serbest, dileyen dilediği yorumu yapar.
O arada arka planda neler oldu? Irak Başbakanı Abdelmehdi, ABD’den bu yönde bir talep gelmediğini anımsatarak, Suriye’ye asker gönderebileceklerini durduk yerde açıklayıverdi. Öküzün altında buzağı arasak, Abdelmehdi’nin Fransa vatandaşlığı bulunduğunu, ABD çekilince, Fırat’ın doğusunda Fransa’nın “koalisyon” adına 1.200 civarında özel kuvvet mensubunun kalacağını not düşebiliriz. Nitekim, CHP Genel Başkan Yardımcısı (e.) Büyükelçi Ünal Çeviköz de anamuhalefet adına yaptığı yazılı açıklamada “ABD çekilse de koalisyonun (hükmi şahsiyetinin?) sürdüğüne” bilerek vurgu yapıyor. Ayrıca KDP-KYB destekli Kuzey Suriye Kürt siyasi oluşumlar topluluğu ENKS de, Türkiye’nin askeri müdahalesine karşı olduğunu açıkladı.
Daha neler oldu? Suriye’nin istihbarat “çarı” Ali Memluk Kahire’ye gitti. Hem Mısır’ın, hem Suriye’nin resmi haber ajansları söz konusu ziyareti haber olarak duyurdu. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri Şam Büyükelçiliklerini yeniden açma işlemlerini hızlandırdı. Irak Dışişleri Bakanı Caferi zaten Şam’ı ziyaret etmişti, üzerine Cumhurbaşkanı Dr. Barham Salih’in de kısa süre içinde Şam’a gideceği balonu uçuruldu ama hemen cumhurbaşkanlığı sözcüsü Lokman Feyli tarafından yalanlandı. Ürdün’ün de gönülsüzce de olsa SA ve BAE’nin peşine düştüğü görüldü. Bölgede arabuluculuk siyasetinde boyundan büyük işler başaran Oman’ın da Şam’la arası zaten hiç bozulmadı. Gelecek mart ayında Tunus’ta toplanacak Arap Ligi Zirvesi’nde Suriye’nin muhalefet temsilcilerine verilen koltuğunu, Esat’ın geri alacağı konuşulmaya başlandı.
Trump, müttefikini, perakende işbirliği ortağına tercih etti. EUCOM kazandı, CENTCOM kaybetti. Eski CENTCOM Savunma Bakanı da gitti, yerini eski BOEING üst düzey yöneticisi aldı: Bundan öte simgesellik olamaz sanırım. Üstelik PYD/YPG’nin PKK/HPG’nin uzantısı olduğu somut veri. PKK hem ABD, hem AB terör örgütleri listesinde. Eğer ABD ve/veya AB ya da bizatihi Fransa, sahada yaptığını hukuka uyumlu hale getirecektiyse PKK’yi de terör örgütü listesinden çıkarmak zorundaydı. Yok PKK terör örgütü kalacaktıysa, ki öyle kalıyor, kıvırmanın alemi yok, Kuzey Suriye’den çarşafı toplar, geldikleri yerlere dönerler, ki öyle de oluyor. Pekiyi yeni durumda, Esat ve Putin, gücü zayıflamış, Şam’a bağımlı hale gelmiş, sadece Kobani ile Kamışlı’da iki cebi denetleyen bir milis gücüne indirgenecek YPG’yi Türkiye’ye karşı daimi bir rahatsızlık unsuru olarak elde tutmak istemezler mi? Herhalde öyle bir algı var ki, Ankara’dan müdahale konusunda eli çabuk tutma, demiri tavında dövme işaretleri artarak geliyor.
Eski Türkiye’de Kavaklıdere’de oturan genç bir hariciyeci vardı. Bu genç hariciyeci cumartesi günleri öğleden sonra oturduğu apartmanın altındaki bakkal dükkanına inerdi. İlkokul mezunu “Çiko” lakaplı Sivas köylüsü Alevi bakkal Hüseyin, bu tıfıl hariciyecinin evinden çıkma en küçük boy külüstür tüplü televizyonu dükkanın köşesine tavana sabitlemişti, tüm gün Türk Sineması kanalı açık olurdu. Aylak gezen toy hariciyeci de tezgahın arkasına Hüseyin’in yanına geçer, ağızları yarı açık, konuşmadan Zeki-Metin’li, Kemal Sunal’lı filmleri kim bilir ömürlerinde kaçıncı kere yeni baştan sessizce izlerlerdi. Derken Hüseyin, “oğlum gene kaşıntın tuttu senin” der, önü camlı buzdolabına ayırdığı ufağı boynundan tutup “çıtırt” diye açardı. Çay bardaklarına koydukları içkilerini yudumlarlar, meze kabilinden de yine Hüseyin’in ikram ettiği naylon torbada satılan Çubuk acı biber turşusundan gevelerlerdi. İşte bu ikisini Ankara’nın iç bayıcı cumartesi akşam üstlerinde birlikte güldürüp, ağlatan çınarlardan o 77 yaşındaki Metin Akpınar, dün savcılıkta ifade verdi ve hukuken rehin alındı. Ve yeni Türkiye’de çıt çıkmadı. Zaten Bakkal Hüseyin de dükkanı devredeli on yılı geçti.
Türkiye, Suriye’ye girer de, ne Arap ülkelerinin altın dişli vızıldanmalarını, ne Esat’ın feryadını, ne Putin’in kaşlarını kaldırmasını, ne vizyonsuz, çapsız, ikiyüzlü AB liderlerinin protestolarını iplemeden, komşu ülke topraklarının üçte birine adını öyle koymasa da kalıcı biçimde yerleşir mi? Orada durmaz, geçen yazımda belirttiğim üzere “sözlerinin ciddiye alınması gerektiğini” vurguladığım Erdoğan’ın defalarca söylediği gibi Irak’ta Sincar’a, Metina’dan Kandil’e dek biteviye askeri harekatlarını sürdürür mü? Olur mu bütün bunlar? Olan olmuş zaten, Metin Akpınar 77 yaşında gözaltına alınıp, ifade verip, yurt dışı yasağı ve her hafta karakola imza vermeli adli denetim koşuluyla “serbest” bırakılıyorsa, bunların hepsi olur, olmaya devam edecek ve olacaktır.