ABD’de Joe Biden göreve başlayalı neredeyse iki hafta oldu.
Suriye’ye dair doğru düzgün bir şey söylenmedi. Yeni rotanın neye
benzeyeceğine dair elde var fil tarifleri.
Belirgin şeyler hepten yok değil; IŞİD’e karşı savaş ve Suriye
Demokratik Güçleri’ne (SDG) destek devam edecek. Geri kalan pek çok
şey münhal.
Biden’ın köşe başlarına oturttuğu kişilerin ayak izlerine bakarak
sonuçlar çıkarıyoruz. Obama döneminde Suriye siyasetinin bir
yerlerinde bulunmuş ekip farklı bir zaman diliminde işe koyuluyor.
Elbette geçmişten dersler çıkarmış halde. Fakat herkes aynı dersi
çıkarmıyor: Biri Obama’nın muhalif güçleri yeterince
silahlandırmaması yüzünden bugünkü durumun oluştuğunu; bir başkası
Esad yönetimini devirme fikrinin yanlış çıktığını düşünüyor. Her
iki yönelim de Esad yönetimi üzerinde baskının artırılması niyetini
dışlamıyor.
Silahlı sürecin parçası olan muhaliflerden gelen tepkilere
bakılırsa Biden’dan umutsuzlar. Bir taraftan da Washington’da Türk
ordusunun sahadaki varlığını Esad yönetimini baskılama
stratejisinin bir parçası olarak gören bir bakış da var. M-5
güzergâhından çekildikten sonra M-4’e ağırlık veren TSK İdlib’in
güneyi ve doğusunda, Hama’nın kuzeybatısındaki Cebel Zaviye’de,
Lazkiye’nin kuzeydoğusundaki Cebel Akrad’da ve Halep’in batı
kırsalında silahla gruplarla Suriye güçleri arasında bariyer kurdu.
Muhaliflere göre 70'den fazla askeri noktada, 6 bin Türk askerinin
yanı sıra tank, zırhlı araç, top, roketatar ve radarlar dahil
yaklaşık 7 bin 500 araçla bir “Çelik Kalkan” oluşturuldu. Asker ve
araç sayısını bunun iki katı veren kaynaklar da var. Silahlı
grupları koruyan ‘Çelik Kalkan’ olası Amerikan stratejisi için de
kıymete binebilir. Her şey siyasetin alacağı yöne bağlı. O vakte
kadar şu soruları sormaya devam edeceğiz: TSK’nin tuttuğu
tamponlarda barınan silahlı gruplara yönelik yaklaşım ne olacak?
Yine “teröristler” ve “ılımlılar” diye ayrıma mı gidecekler? Rusya,
İran ve Türkiye’nin ortaklığındaki Astana sürecinden rahatsız olup
Batı’nın yeniden ağırlığını koyması gerektiğini savunan, hatta
oyalamaca olarak gördükleri Cenevre sürecini öldürmek isteyen
Avrupalı bazı aktörler Biden’da bekledikleri liderliği
görebilecekler mi?
Biden renk vermekte acele etmiyor. Ya iyi düşünülmüş bir haritayla
yola çıkmak istiyor ya da Suriye dosyasını altlarda tutuyor. Sanki
ikincisi daha ağır basıyor.
Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturtulan Antony Blinken’in profiline
bakanlar Esad yönetimi üzerindeki baskının artırılması yönünde bir
beklentiye yatıyor. Blinken Suriye’de Amerikan askeri varlığının
sürmesinden yana tavrıyla biliniyordu.
Muhaliflerin umutlanacağı isim Ulusal Güvenlik Danışmanı yapılan
Jake Sullivan. Obama döneminde muhaliflerin silahlandırılması
gerektiğini savunuyordu. Ama aynı pozisyonda durması artık çok
zor.
Herkesin mimlediği isim Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Orta Doğu
Koordinatörü olan Brett McGurk. Ona bakanların zihninde ise SDG’yi
merkeze alan, Türkiye ile ters düşen ve diğer muhalif cepheyi göz
ardı eden bir siyaset canlanıyor.
Biden’ın İran Özel Temsilciliği için Robert Malley’i seçmesi de
Obama’nın Suriye politikasındaki hataları düzeltme beklentisine
yatan Esad düşmanlarını üzmüşe benziyor. Bu kesimler Malley’in
dönüşünün Suriye siyasetine yansımaları olacağını düşünüyorlar.
Senatör Tom Cotton gibi isimler Malley’i İran sempatizanı ve İsrail
düşmanı olarak görüyor. Muhaliflere bolca mikrofon uzatan
Washington Post yazarı Josh Rogin’e göre Malley, Obama döneminde
İran’la müzakereleri tehlikeye atmamak için muhaliflere destek
verilmesine ve Esad’a yaptırım uygunlamasına karşı çıkıyordu.
Malley’e fazla anlam yükleyenler, Tahran’la nükleer anlaşmaya
dönmeye çalışırken Biden’ın İran’ın Suriye’deki varlığını çok fazla
mesele yapmayabileceği kaygısını paylaşıyor.
Blinken’in Dışişleri’ne atanmasını daha önemli bir gösterge
sayarsak Obama döneminin tekrarından kaçınsalar dahi Suriye
siyasetinin farklı bir kurguyla daha baskıcı olacağı
öngörülebilir.
Blinken, Obama yönetiminin Suriye’de başarısız olduğunu söylüyor
ama öldürme, işkence ve insanlığa karşı suç dosyalarına el atıp
Suriye’nin canına okuyan Sezar Yasası çerçevesinde daha güçlü
yaptırımların dayatılması gerektiğinden bahsediyor. Blinken,
2019'da Washington Post’taki görüş yazısında "Suriye'de çok fazla
bir şey yapmayarak başka bir Irak'tan kaçınmaya çalıştık ancak çok
az şey yaparak da tam tersi bir hataya düştük” diyordu. Bu
yaptırımlarda ısrarın Suriye’yi nereye götüreceğini kestirmek zor
değil: Çöküş ve felaket. Bir daha toparlayamayacakları atomize bir
ülke! Halihazırda durum ziyadesiyle kötü: BM İnsani Yardım
Koordinasyon Ofisi’ne göre her 10 kişiden 8’i yoksulluktan
mustarip. Dünya Gıda Programı’na göre Suriye’de 9.3 milyon insanın
gıda güvencesi yok.
Hâlâ rejim değiştirmeyi temel mesele olarak masada tutmak
isteyenler McGurk’in çağrıştırdığı siyasetin aksine muhalefete
desteği artıran, Şam, Tahran, Moskova hattına tazyiki tırmandıran
ve Türkiye’nin Esad karşıtı müdahale kapasitesine önem atfeden bir
yolu salık veriyor. Tabii böyle düşünenler için Türkiye’nin Astana
zemininden çıkması ve Kürtlere düşmanlığı bırakıp Suriye güçlerine
odaklanması gerekiyor.
Aslında McGurk’un çizdiği fotoğraf, onu hedef alanların gördüğünden
daha boyutlu ve gerçekçi. 2019’da Foreign Affairs’de kaleme aldığı
detaylı bir yazıda, mevcut koşullarda Washington’ın Esad’ı
koltuğundan edemeyeceğini; ABD’nin İran’ı Donald Trump’ın dediği
gibi son askerine kadar Suriye’den çıkartamayacağını; Ankara ile
ilişkilerin bozulmasının Kürtlere Amerikan desteğine
indirgenemeyeceğini, Türkiye’nin önceden de sorunlu bir müttefik
olduğunu, Erdoğan hükümetinin sınırları IŞİD’e kapatmayıp
uluslararası koalisyona zorluklar çıkarttığını ve El Kaide’nin
Suriye’nin kuzeybatısını ele geçirmesine göz yumduğunu
savunuyor.
Sahada Amerikan varlığına atfedilen önemi de “ABD'nin Suriye'deki
konuşlanması, ABD'nin Rusya ile karşı karşıya gelmemesini, İran'ın
kontrol edilmesini, Türkiye'nin dizginlemesini, Arap devletlerinin
aynı hizada tutulmasını ve IŞİD'in canlanmamasını mümkün kıldı”
sözleriyle vurguluyor.
McGurk’a göre olmayacak hedeflerle ABD’nin etkisini ve
caydırıcılığını zayıflatmak yerine Esad yönetimi ve İran’ı bir
şeylere zorlamak için Rusya ile işbirliğine gidilmeli, SDG de
Şam’la anlaşmaya teşvik edilmeli. McGurk 2018’de ABD’nin iki
seçenekli bir hedef için Rusya ile müzakereye hazır olduğunu
belirtiyor: “İlk yolda Washington, Rusları Suriye rejimini
Cenevre’de BM destekli barış görüşmelerinde işbirliğine zorlamaya
teşvik etmeye çalışacaktı. Cenevre süreci bir ilerleme sağlamadıysa
Amerikalı diplomatlar, SDG ile Suriye rejimi arasında bir anlaşmaya
aracılık etmek için doğrudan Ruslarla müzakere etmek üzere ikinci
bir yol hazırlamıştı.”
McGurk’e göre İran’ı 1980’den beri müttefik olduğu Suriye’den
tamamen çıkarmak gerçekçi değil; o yüzden Tahran ve Şam’la
ilişkisini kesmiş ABD için en mantıklı yol, bu iki başkentle Rusya
üzerinden konuşmayı denemektir.
McGurk Arap ülkelerinin İran ve Türkiye’nin yayılması karşısında
Şam’la ilişkilerini normalleştirmek istediğini ama ABD’nin buna
karşı çıktığını, sonra durumun biraz değiştiğini belirtip
normalleşmenin güven artırıcı önlemler, mültecilerin geri dönüşü ve
genel af gibi erişilebilir bazı koşullar eşliğinde olması
gerektiğini düşünüyor.
McGurk, Esad’ın devrilmesi gibi sonuç vermeyecek hedefler yerine
sınırlı hedeflere bağlı yaptırımları savunuyor. McGurk dışında bu
kadar somut ve detaya inen de yok.
“Biden’ın siyaseti ne olabilir” diye papatya falı bakarken araya
bir de eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffrey D. Feltman girdi.
Feltman, Hrair Balian ile birlikte Responsible Statecraft’da kaleme
aldığı yazıda, Obama ve Trump’ın izlediği siyasetin IŞİD’in
mağlubiyeti dışında sonuç vermediğini, yaptırımların da hedeflenen
tutum değişikliğini sağlamadığını, o yüzden Esad’la müzakereye
girip bazı somut adımlar karşılığında yaptırımların kaldırılmasını
öneriyor. Yaptırımların reform ve istikrar için önemli olan orta
sınıfı da çökerttiğini not eden Feltman’a göre test etme mantığıyla
adım adım giden yeni yaklaşımla tutukluların bırakılması,
mültecilerin dönüşünün sağlanması, Cenevre sürecinin ilerletilmesi,
adem-i merkeziyetçiliğin benimsenmesi gibi sonuçlar hedeflenebilir.
Feltman’ın adı yeni Suriye temsilciliği için geçtiği için önerisi
antenleri kaldırdı. Eski Şam Büyükelçisi Robert Ford da Foreign
Policy’deki yazısında Suriye’de Rusya ve Türkiye ile iş birliğine
gidilmesini öneriyor. Özetle son 10 yılın siyasetinin sonuçsuz
olduğu ve yeni bir yönelimin gerektiğine dair çok laf dönüyor.
Öyle sanıyorum ki McGurk’un yaklaşımıyla ötekilerini dengeleyen bir
harman çıkacaktır. Karşımıza iddiasız bir siyaset de gelebilir.
Birçok kişinin öngörüsü Suriye’nin öncelik olmadığı yönünde. Öyle
olabilir ama Biden’ın NATO müttefikleriyle ilişkileri hal yoluna
koyma önceliğinde Türkiye konuşulması gereken ülkelerin başında
geliyor. Bu da Kürtler-SDG dolayısıyla öncelik sırasına
bakılmaksızın Suriye siyasetini masaya getiriyor.