Geçtiğimiz hafta yapılan APEC zirvesinde bir araya gelen Trump ile Putin Suriye’de çözüm konusunda anlaştıklarını ilan ettiler. Aslında her iki ülke dışişleri bürokrasisinin uzun süredir üzerinde çalıştığı ve bu yüzden Trump’ın çok çabuk hallettik dediği uzlaşı şu hususları içeriyordu: Suriye’de askeri bir çözüm olmayacak, IŞİD’le savaşılacak, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü korunacak, bir kaza olmaması için Suriye’de askeri kanallar açık olacak, çözüm için Cenevre süreci işletilecek, çatışmalar bitince BM gözetimi altında seçim yapılacak.
Ortak bildiri, ABD ile Rusya’nın nihayet savaşın altıncı yılında bir anlaşmaya vardıkları gibi bir izlenim verse de, aslında Suriye krizinin en etkili iki dış aktörü, en azından 2013’ten itibaren yazılı olmayan ve ilan edilmemiş bir uzlaşıyla hareket ettiler. Bu yazıda Suriye’deki savaşın bu iki ülke tarafından nasıl araçsallaştırıldığını, her ikisinin de çatışır görünen hedeflere ulaşmaya çalışırken, nasıl ana hatları üzerinde anlaşma sağlanmış bir siyaseti kriz boyunca uyguladıklarını göstermeye çalışacağım.
PAZARLIĞA GİDEN SÜREÇ
ABD, Arap Baharı’nın Suriye’ye ulaşması için epey çaba gösterdi ve ilk başlarda bunun için Türkiye ile birlikte çalıştı. Bu süreçte Suriye konusunda, ABD için iki seçenek vardı ve bu iki seçenek de Washington’un işine yarıyordu. İlk seçenekte ayaklanmalar başarılı olup Esad rejimi yıkılacak, yerine muhalif ve içinde Müslüman Kardeşler'in Suriye kolu dahil olmak üzere Suriye Ulusal Konseyi gelecek ve hem Rusya, hem İran’ın bu ülke üzerindeki etkisi azalacaktı. Fakat ılımlı İslam deneyiminin başta Türkiye olmak üzere ama özellikle Mısır’da çok kısa bir süre içinde yolundan çıkması bu projeyi anlamsız kıldı. Dolayısıyla, ABD açısından hala elzem olan ikinci seçenek ülkenin kontrollü bir çatışmaya sürüklenmesi, Rusya ve İran’ın müttefiği bir ülkenin harabeye dönmesi ve buradan ABD’nin bölge stratejisine uygun kazanımların elde edilmesiydi ve 2013 sonrasında bu politika işledi.
BİR KIRILMA NOKTASI
Zaman geçtikçe tarihsel olarak yerine oturacak olan Ortadoğu’da 2013 kırılma noktasının Suriye ayağındaki en önemli yönü ABD’nin Esad’ın devrilmesi politikasından vazgeçmesiydi. Öyle görünüyor ki, burada ABD, Rusya ile üstü örtülü bir uzlaşıya gitti. Artık Esad’ın devrilmesinin stratejik bir kazanç sağlamayacağı bir ortamda, onun üzerinden pazarlık yaparak kendisini Suriye krizinin en kritik aktörlerinden biri haline getirebilirdi.
Bu pazarlığın üç önemli ayağı olduğu anlaşılıyor. Bunlardan birincisi Esad’ın kısa vadede başta kalması. İkincisi, ülkenin kuzeyinde önce fiili, sonradan hukuki statüye kavuşmuş bir Kürt özerk bölgesinin kurulması ve buraya ABD’nin askeri olarak yerleşmesi. Üçüncüsü ise Suriye’nin elinde bulunan kimyasal silah depolarının imhası.
ESAD REJİMİ KALICI
Bu uzlaşının en önemli parçası Esad’ın, yani seküler ve Rusya’ya yakın bir rejimin iktidarda kalmaya devam etmesiydi. Orta vadede Esad’ın kendisi gitse bile, Rusya en azından kendisine yakın bir rejimin başta kalmasını garantiledi. ABD’nin Esad’ı devirmekten vazgeçtiğini gösteren en önemli gösterge, Şam yakınlarında Guta’da kimyasal silah kullanmasına rağmen, sembolik bile olsa, kuvvet kullanmaması ve daha önemlisi muhalif gruplara yeterince destek olmamasıydı. Daha çok ılımlı İslamcı olarak görülen bu gruplara CIA aracılığıyla kontrollü bir şekilde silah sağlanmakla birlikte, bunun düzeyi ülkedeki istikrarsızlığı sürdürecek ama Esad’ı devirmeye yetmeyecek şekilde belirlendi.
Yoksa, o dönemde ABD, Türkiye ile çalışmayı sürdürüp, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ya da PYD’ye sağladığı gibi, Özgür Suriye Ordusu ya da diğer muhaliflere yüzlerce tır dolusu silah gönderebilirdi ama muhaliflerin bütün şikayetlerine rağmen bu yola gitmedi. Oysa, 1979’daki Afganistan işgaline karşı cihatçıları desteklemiş olmak gibi operasyonel hafızası zaten vardı. ABD’nin politika değiştirmesi üzerine Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar her biri farklı nedenlerle ama bütün güçleriyle, rejimi devirmek amacıyla her türlü radikal gruba silah sağlamaya ve destek olmaya başladılar. Esad rejiminin savaşma gücü tükenmeye başladığında ise Eylül 2015’te Ruslar doğrudan devreye girdiler. Ruslar bu krizin kazananı olmak adına doğrudan askeri olarak savaşa dahil oldular ve karşılığında daha büyük bir askeri üs elde ettiler. Bu da pazarlığın Rusya lehine işleyen kısmı oldu.
SURİYE’NİN KUZEYİNDE ABD ASKERİ VARLIĞI KALICI
ABD’nin bu süreçteki en önemli kazancı giderek angaje olduğu Suriye’deki Kürtler sayesinde ülkenin kuzeyine (ve kısmen güneyinde Tanaf civarına) askeri olarak yerleşmesi oldu. Böylece, Soğuk Savaş döneminden beri Sovyetlere, sonrasında Rusya’ya yakın bir ülkede, içinde havaalanları da bulunan yaklaşık on kadar askeri tesis kurulabildi. Önceleri, varlığı IŞİD ile mücadeleyle sınırlı gösterilen ve Fırat’ın batısındaki 400 kmlik alan içinde yer alan bu askeri tesis ve üslerin savaş sonrasında da kalacağı artık belli oldu. Buradaki ABD askeri varlığını garanti eden ise sınırları ve kapsamı savaş sonrası pazarlıkla belirlenecek bir özerklik olacak. ABD bu konuda o kadar hassas ki, ağırlığını PYD’nin oluşturduğu SDG’ne yönelik bir saldırıda Suriye uçağını düşürerek gerektiğinde mesajını çok açık verdi.
ABD’nin bu hamlesinin ikinci boyutu Türkiye ile Suriye arasına askeri olarak yerleşmesi oldu. Geçmişte AKP iktidarının denediği gibi, Suriye’yi Türkiye’nin bir hinterlandı haline getirme projesi, hem olası bir Kürt özerk yönetimi, hem de ABD askeri varlığıyla, Esad gitse bile artık mümkün olamayacak.
Üçüncü olarak, Irak’taki Kürt bölgesinin de ABD etkisi altında olduğu düşünülürse, Irak ve Suriye’yi kesen bir hatta, aralarında tam bir uzlaşma sağlayamamış olsa da, iki Kürt bölgesi arasında bir coğrafi bağlantı kurabildi.
KİMYASAL SİLAHLARIN BİR KISMI İMHA EDİLDİ
Bu pazarlık doğrultusunda BM Güvenlik Konseyi Eylül 2013’te Suriye’deki kimyasal silahların imha edilmesi yönündeki bir kararı kabul etti, yani Ruslar bunu veto etmediler. Zaten Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, kimyasal silah kullanılmasını “kırmızı çizgi” ilan eden Obama yönetimini caydırmak için, bu silah depolarının BM tarafından imha edilmesine razı olduklarını açıkça söyledi. Bundan sonraki süreçte Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü, rejimin gösterdiği kimyasal silahları ama özellikle füze ve uçaklarla atılabilecek olanları imha etme çalışmalarına başladı. Bunların tümünün imha edilmiş olduğu gerçekçi gözükmese de, önceliğin füze ve uçaktan atılan silahlara verilmesi bu önlemin hem buraya yerleşecek olan ABD’yi hem de İsrail’i rahatlatan bir yönü olduğu anlaşılıyor.
İRAN’IN ETKİSİNİ SURİYE’DE KIRMAK
Suriye’deki savaşın en önemli sonuçlarından biri İran’ın da bu ülkede giderek artan askeri varlığı oldu. ABD son dönemde bunu engellemek için hem kuzeydeki SDG’ni hem de ülkenin güneyindeki muhalifleri kullanmaya başladı. Bu konudaki en önemli gelişme Temmuz 2017’de, Trump’ın Berlin’de Putin ile görüşmesinde yaşandı. Buna göre ABD, Rusya ve Ürdün ülkenin güney batısında, yani İsrail işgali altındaki Golan Tepelerine ve Ürdün sınırına yakın bölgelerde ateşkes uygulayacaklar ve Suriyeli olmayan, İran, Hizbullah ya da cihatçıların İsrail sınırına yaklaşmalarına izin vermeyeceklerdi. Bu uzlaşı Kasım ayı başında anlaşmaya dönüşürken İsrail’in ısrarla yabancı olarak tanımladığı Hizbullah ve İran’ın Devrim Muhafızlarının sınıra 10 ila 15 km’den fazla yaklaşmaması hükmünü koydurdu. ABD bu anlaşmanyla, ki İsrail yine de tam olarak memnun kalmadı, İsrail’in güvenliğini sağlamaya çalışırken, İran’ın Lübnan’a ana ulaşım hattını da kesmeye çalıştı.
Ülkenin kuzeyinde ise ABD bir süredir SDG’nin önce Rakka’yı, sonra da neredeyse Suriye rejimiyle zamana karşı bir yarış içinde Deyr el Zor’u alması için destekledi. Böylece SDG Suriye’nin kuzeyinde kontrol ettiğinin çok ötesine, Irak sınırına yakın ve daha da önemlisi petrol kaynaklarının bulunduğu ve Kürtlerin yaşamadığı alanları ele geçirmeye başladı. İlk aşamada Irak-Suriye sınırının geçişini kontrol ama ilerideki olası bir özerklik görüşmesi sırasında pazarlığı yukarıdan tutma amacına dönük bu hamleler, ABD açısından Kürt unsuruna dayanmanın önemini gösterdi.
Sonuçta Suriye’deki çatışma ve dolayısıyla çözüm süreci ağırlıklı olarak ABD ile Rusya’nın izledikleri siyasete ve aralarındaki uzlaşıya bağlı gelişti. Bölgede yüzyıl önce İngiltere ve Fransa arasındaki yürütülen pazarlığın bir benzeri bugün en azından üstü örtülü olarak ABD ve Rusya arasında gelişti ve kaybedeni yine büyük çoğunlukla Suriye halkı oldu.
Suriye’deki Kürtler açısından ise, Irak’taki senaryonun burada tekrarı, yani ABD’nin onları bırakması şu anki koşullar altında mümkün görünmüyor. ABD’nin Suriye’deki varlığı, Kürtlerin özerklik elde etmesine bağlı ki ABD’nin bu stratejik kazanımdan vazgeçmesi Ortadoğu’daki en önemli kayıplarından biri olur. ABD böyle bir durumda Rusya ve İran’a karşı mutlak bir yenilgi almış olur ki bu da yalnızca bölge siyasetinde değil küresel siyasetteki yerini de derinden sarsar.