Esad yönetimi giderek ülkesinde kontrolü sağlarken sıra kaçınılmaz olarak bir cihatçı sığınağına dönüşen ve Türkiye’nin Astana süreciyle korumasını üstlendiği İdlib’e geldi. Tahran’da yapılan ve canlı yayınlanan toplantıda Rusya ve İran, Türkiye’nin ateşkes talebini reddederek orta çaplı bir diplomatik skandal yaratırken, tam bu sırada ABD’nin de İdlib’te bir ateşkes istediği ortaya çıkınca, bu kez Suriye krizinde Türkiye ile ABD’nin aynı çizgide bulunduğu izlenimi doğdu. Oysa, daha en başından beri Türkiye ile ABD Suriye konusunda hep birlikte hareket ettiler. Suriye gibi çok sayıda aktör, gelişme ve konunun iç içe geçtiği uzun sürmüş bir iç savaşta tarafların zaman zaman farklı pozisyonları savunmalarından daha doğal bir şey yoktu ve AKP yönetimi de ABD’yle anlaşmazlık içindeymiş görüntüsünü vermeyi tercih etti.
Bu yazıda Suriye’ye dair ilk önemli ve çatı uzlaşının ABD ile 2013’te Rusya arasında yapıldığını, ABD’nin Suriye’de en önemli ortağının Türkiye olduğunu ve onunla da yaptığı pazarlığın, diğerleri gibi bu çatı uzlaşı çerçevesinde yürütüldüğünü ve savaşın sonuna doğru Türkiye ile ABD’nin bu işbirliğinin daha da belirginleşeceğini savunacağım.
ABD RUSYA ÇATI UZLAŞISINI HATIRLAMAK
Sık sık iddia edilenin aksine ABD’nin bir Suriye politikası olduğunu, bunun öncelikle Suriye’yi maliyetini üstlenmeden harap ederek Ortadoğu denkleminden düşürmeye dayandığını savunuyorum. Bu çerçevede ABD’nin kimyasal silah kullanıldığında müdahale ederim açıklamasına rağmen, 2013’te Suriye’ye karşı kuvvet kullanmayıp Rusya ile bir uzlaşıya gittiğini daha önce yazmıştım.
Buna göre ABD Esad’ın gitmesi konusunda ısrarcı olmayacak, Rusya deniz üssünün yanında bir hava üssü daha kuracak, ABD ise Fırat doğusunda kontrol sahibi olacaktı. Pazarlığın alt unsurları olarak da Suriye’nin elindeki kimyasal depoların BM gözetiminde imha edilmesi (büyük ölçüde gerçekleşti ve İsrail rahatlatıldı) ve İran ile ona yakın Şii güçlerin mümkün olduğunca İsrail sınırından uzak tutulması yer alıyordu (Rusya bu konuda İsrail’e destek oldu).
TÜRKİYE ABD PAZARLIĞI
Esad rejiminin ayakta ve sağlam kaldığı bir pazarlıktan ABD’nin stratejik açıdan karlı çıkması mümkün değildi. O yüzden Esad kalacaksa Suriye zayıf olmalıydı. İşte ABD’nin Türkiye ile üstü örtülü pazarlığının en önemli yönü buydu. ABD daha en başından itibaren Suriye’ye silah aktarmaya başlamış, birçoğunun maliyetini, farklı gruplara gitmek koşuluyla, Suudi Arabistan ve Katar’a yüklemişti. Bunun için Libya’daki çatışma sırasında yığılan ve elde kalan silahların bir kısmı, o yeterli olmayınca Hırvat silah tüccarları aracılığıyla Balkanlardan ve tabii 2013’ten itibaren de Kongre’nin izin vermesiyle birlikte ABD’nin doğrudan silah sağlamasıyla ülkedeki çatışmanın şiddeti yükselmeye başladı. Bütün bu silah trafiğinde, yabancı savaşçıların geçişi gibi, Türkiye’nin kritik bir rol oynadığı artık yabancı medya ve araştırma kuruluşu raporlarında kaynak göstermeye gerek duyulmadan bahsi geçen bir konu oldu. Hatta, CIA ajanlarının Türkiye sınırından geçen silahları hangi silah hangi gruba gidiyor diye kontrol ederek verdikleri de gazetelerde yer aldı. Bu arada ABD’nin Suriye’yi vurması için davette bulunan tek lider Erdoğan’dı ve Trump Suriye’yi vurduğunda en çok destek veren ülke de Türkiye oldu.
Bunun bir diğer aşaması Eğit ve Donat programını ABD’nin Türkiye ile birlikte üstlenmesiydi. Daha önce Bosna için geliştirilen ve son derece masum görünen bir isimle yürütülen uygulamayla cihatçılara silah eğitimi ve silah verilerek Suriye’de rejime karşı savaşmaya gönderilecekti. Bu program milyonlarca dolar masrafa rağmen başarıya ulaşmadı. Çünkü amaç Esad rejimini devirmek değil, istikrarsızlığın kontrollü bir şekilde devam etmesine katkı sağlamasıydı ki bunda da başarılı olundu.
ABD ile Türkiye, cihatçıları “ılımlı” diyerek desteklerken, aslında farklı siyasi hedeflere sahiptiler. Türkiye samimi olarak Esad rejimini yıkmak isterken, ABD Türkiye’nin bu aşırı hevesli politikasını görüyor ama silah yardımını hiçbir zaman rejimi yıkacak boyuta getirmediği için göz yumuyordu. 2015’ten sonra Rusya devreye girince rejim değişikliğinin mümkün olmayacağı anlaşılmıştı.
PYD PÜRÜZÜ VE YENİ BİR PAZARLIK
Suriye gibi bir sahada ABD’nin dahil olduğu bir çatışmanın sorunsuz işlemesi beklenemezdi ve ABD’nin, IŞİD’i bahane ederek PYD ile yakınlaşmaya başlaması, iki ülke arasında gerçekten bir ayrışma yaratsa da, işbirliği ve pazarlık devam etti. PYD güçlenince ve batıda kalan Menbiç dahil Fırat’ın doğusuna ABD askeri varlığını yerleştirmeye başlayınca yeni bir pazarlığa geçilmesi gerekli oldu. İlk olarak, ABD Türkiye’nin içeride ve kuzey Irak’ta PKK’ya karşı yürüttüğü sert mücadeleye tamamen sessiz kalarak örtülü destek verdi. Türkiye ise ABD’nin açık bir şekilde PYD’ye silah sağlamasına sözlü olarak tepki gösterirken, bu amaçla zaman zaman İncirlik Üssü'nün kullanımına dair hiçbir önlem almadı, muhalefetten gelen önerileri duymamayı tercih etti. İkinci olarak, ABD Afrin operasyonuna tepki göstermedi. Böylece, Afrin’de Türkiye, Menbiç’te ortak gözetim, Fırat’ın doğusunda ise ABD kontrolüne dayalı uzlaşı işlemeye başladı.
Afrin operasyonu ABD açısından da bazı yararlar sundu. Suriye krizinin, kontrolden çıkmamak koşuluyla (mesela Ürdün’e ve İsrail’e ya da Lübnan’a sıçramaması) karmaşıklaşması, çatışmanın uzaması her durumda ABD’nin tercih ettiği bir durum oldu. Operasyona ses çıkarmayarak Türkiye kamuoyunu da bir ölçüde rahatlatmış oldu. İleride Suriye ordusu buraya doğru ilerlediğinde Türkiye’nin Rusya ile de arası açılabilir ve ABD’nin desteğine daha çok ihtiyaç duyabilirdi. Sonuçta 1970’lerden beri önce Sovyetler, sonra Rusya müttefiki olan Suriye’nin bütün kuzey hattı iki NATO ülkesinin denetimi altına girmişti.
ABD, sanıldığının aksine, Türkiye’nin Astana süreci içinde olmasından da rahatsız değildi. Hele Türkiye’nin çatışmasızlık bölgelerinden biri olan İdlib’te gözetim noktaları kurması, yine Suriye’de Şii güçlere karşı Sünni cihatçılarla iş yapabilen ABD açısından rahatsız edici bir gelişme değildi. CIA, kendi desteklediği grupların İdlib’i ele geçirmeleri için elinden gelen yardımı sağlarken, Türkiye koruyucusu olacaktı.
ABD ile Türkiye arasındaki üstü örtülü bir başka uzlaşı İran’ın bölgede güçlenmesinin aslında her ikisi açısından da istenen bir durum olmadığıydı. İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Gazze’de etkinliğinin artması, ABD kadar açık dile getirilmese de Türkiye açısından da bir Şii kuşatması anlamına geliyordu. Örneğin, Türkiye ABD’nin Suriye’de Hizbullah militanlarını vurmasına hep sessiz kaldı.
SURİYE’NİN GELECEĞİ
Sonuçta Esad yönetimi ülkede aşamalı olarak hakimiyeti sağlayacak. İdlib’te bir ara formül bulunsa da, Türkiye en sonunda buradan çekilmek zorunda kalacak. Daha önemlisi, anayasa görüşmeleri sonucunda Fırat’ın doğusunda biçim ve içeriği müzakere ve sahadaki duruma bağlı bir özerklik gerçekleşecek. YPG’liler geçmişte birçok bölgede görülen uygulamada olduğu gibi yerel güvenlik gücüne dönüştürülecek, sınırda Suriye devletinin kontrolü olacak ve buradan Türkiye’ye yönelik bir saldırı yapılmayacağı konusunda Ankara’ya bir güvence verilecek. Türkiye tabii ki bunu tanımadığını söyleyecek ama eğer Suriye, PYD, Rusya ve ABD bunda anlaşırsa yapabileceği bir şey de olmayacak.