Suriye’de Erdoğan’ın uykusunu kaçıracak hamleler

Özerk yönetim bir bakıma hem Arapların huzursuzluğunu gösterdiği sahada hem de olası pazarlık masasında elini güçlendirmeye çalışıyor. Fakat bu adımların Şam’daki karşılığı farklı olabilir. Bunu “ABD’nin desteğiyle Suriye’yi bölme projesinde ısrar” olarak okuyabilirler.

Fehim Taştekin ftastekin@gazeteduvar.com.tr

Suriye’nin kuzeydoğusunda fiili özerk yapı üzerinde artan baskılar ve bölgenin geleceğine dair seçeneklerin daralması Kürtleri yeniden hesap-kitap yapmaya itiyor. Esasen durumu gözden geçirme zorunluluğu, 2012’de kantonların ilan edildiği andan itibaren yeni faktörler devreye girdikçe tekrarlanıyor. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) dahil inşa edilen özerk yapıların geleceğini garanti edecek koşullar olgunlaşmıyor. Son olarak Gazze’deki soykırım savaşının Suriye denklemine yansımalarını da gözlemledik. Türkiye’nin kuzeyden, İran ve Suriye’nin Fırat’ın batısından kurduğu baskı karşısında özerk yönetim son aylarda üç yönde arayışa girdi: İdari yapıyı yeniden şekillendirmek, Arap ülkeleriyle iletişim kanalları açmak ve Şam’la diyalog kapısını zorlamak.
Geçen yaz Deyr el Zor’da patlak veren aşiret isyanının etkilerini izale etmeye çalışan özerk yönetim, 25 Mayıs 2024’te etkileşim içinde olduğu aşiret liderleriyle bir toplantı yaptı. Oturduğu zemini sağlamlaştırmaya çalışırken Suriye’nin ulusal birliğinin altını çizen, Suriyeliler arasında kan dökülmesini reddeden ve siyasi çözüm vurgusu yapan bir bildiri yayımlandı. Türkiye ‘işgalci’ olarak nitelendirilirken bu işgalin pek çok soruna kaynaklık ettiği belirtildi. Suriye Demokratik Meclisi Eş Başkanı Mahmud el Meslet de ‘ademi merkeziyetçi bir çerçevede barışçıl ve demokratik geçiş’ çağrısı yaptı.
Çağrıların birinci dereceden muhatabı Suriye lideri Beşşar el Esad ama beri tarafta Arap ülkelerinden de çözüm sürecine el atmaları istendi. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi Kobani, Şam’la siyasi çözümün altını çizerken Türkiye ile gerilimi bitirmek istedikleri mesajını verdi. Burada çok şaşırtıcı bir gelişme yok aslında. Defalarca söylenmiş sözler tekrar ediliyor.
Asıl kritik mesaj Şam’dan geldi. 4 Mayıs’ta Baas Partisi’nin genişletilmiş kongresinde devlet içinde değerlendirmelerin değişebileceğinin işareti verildi. Independent Arabia’ya konuşan Suriyeli bir kaynağa göre Esad iki kritik çizgi çizdi: Birincisi, Suriye’nin kuzeydoğusunda askeri operasyon seçeneğini reddetti. İkincisi siyasi çözüme yıllar değil birkaç ay içinde ulaşacaklarını söyledi.
Çok iddialı bir çıkış. Özerk yönetimin önde gelen isimlerinden İlham Ahmed de Şam’la aralarında bir mesajlaşma olduğunu ama müzakere zemininin henüz oluşmadığını not ediyor. Şam’ın diyalog ya da temasları ciddi bir müzakere sürecine dönüştürmediği yıllardır yapılan bir tespit.

***

Bu mesajlaşmadan ivedilikle çözüm süreci beklemek aşırı iyimserlik olur. Fakat ilk birkaç yıl özerk yönetime karşı Şam’da hakim olan ihtiyatlı yaklaşımın yerini zamanla “işbirlikçi”, “bölücü” ve “terörist” tanımlamalarına bıraktığı; Kürtlerin de devletten söz ederken Suriye’yi silip “Şam hükümeti”, “Şam’ın askerleri”, “Esad’ın ordusu” ve “Şam’ın çeteleri” gibi tanımlamalar kullandığı dikkate alınırsa diyalogdan yana yeni mesajlar herkesin kendi çıkmazını gördüğüne işaret ediyor. Bu yeni durumu anlamlandırmak için Suriye’deki sorunu çevreleyen olaylar, aktörler ve devletlerin değişken tutumlarına bakmak gerekiyor.
Türkiye faktörü her zaman etkili. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 2023’teki seçimlerden önce handiyse Esad’la el sıkışıyordu. Esad’ın Kürtlerin diyalog çağrısına kulak asmamasının belki en önemli nedeni Ankara ile normalleşme kapısını açık tutma ihtiyacıydı. Rusya’nın bastırmasına rağmen Şam, Türk ordusunun çekilmesi ve silahlı gruplara desteğin kesilmesi koşullarından şaşmadı. Erdoğan, Moskova’daki dörtlü masadan istediğini alamayacağını anlayıp yeniden tampon planlarına asılırken Esad da Ankara için Suriye’nin bir parçasında kendi halkıyla savaşma seçeneğinden uzaklaştı.

Malum Türkiye, PKK’nin 1 Ekim’de Ankara’da İçişleri Bakanlığı’na yönelik saldırısının ardından fırsat bu fırsat deyip Suriye’nin kuzeyine yeniden yüklenmişti. Sivil altyapıyı çökerten hava harekâtına 7 Ekim’den itibaren İsrail’in soykırım savaşı fren yaptırdı. Ancak Erdoğan, NATO zeminindeki pazarlıkların etkisiyle ABD ile ilişkileri ‘çevrilebilir’ bir noktaya getirdikten sonra Irak ve Suriye’de yekpare tampon bölge kurma hedefini güncelledi. Gündemin ruhuna uygun olarak Suriye dosyasında öne çıkmış isimlerden Sedat Önal’ı Washington Büyükelçiliği’ne, Ahmet Yıldız’ı da BM Daimi Temsilciliği’ne atadı. Erdoğan’ın yaza doğru vadettiği büyük operasyon hala belirsizliğini koruyor. Ama bunun ürettiği baskı Kürtlere bir an önce Şam’la anlaşmalarını vaaz ediyor. Türkiye’nin SİHA’larla düzenlediği saldırılarda kayıplar artarken Kürtler uluslararası koalisyonun biçareliğinden yakınır hale geldi.

***

Beri tarafta Fırat’ın doğusundaki Arap aşiretlerini SDG’ye karşı harekete geçirme ve Amerikan askerleri için bölgeyi güvensiz kılma yönünde bazı denemeler oldu. Eş zamanlı olarak Türkiye de Menbic tarafında milisleri harekete geçirdi. SDG açısından zeminin ne kadar kırılgan olduğu görüldü. Amerikalıların çekilmesi halinde Rakka, Deyr el Zor ve Haseke üçgenindeki Arap aşiretlerinin SDG’ye yüz çevirebileceği anlaşıldı.
Şam açısından da Amerikalılar bölgedeyken sınırlı aşiret isyanıyla sonuç almanın kolay olmadığı netleşti. Para, silah ve motivasyon eksikliği nedeniyle Şam hedeflediği aşiret denklemini kuramadı. İki taraf için de çetrefilli bir durum var; bu da onları “Hadi meseleyi konuşarak halledelim” noktasına zorluyor olabilir.

***

Şii milis güçleriyle Fırat hattında etkili olan İran da ABD ile pek çok konunun ele alındığı bir müzakere sürecine girdi. Milislerin Amerikan üslerine saldırılarının önlenmesi de konuşulan konular arasında. Bu arada Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ölümü üzerine hem Mazlum Abdi hem de PKK’nin İran’a başsağlığı dilemesi Tahran’dan emin olma ihtiyacını yansıtıyordu. Fırat hattında çatışma potansiyeli korku ve baskıyı canlı tutarken göreceli olarak yakalanan sükûnet Kürtler açısından Şam’la diyalog için fırsat penceresi açıyor. İran da Kürtlerin Şam’la köprüleri kurması halinde Amerikalılardan uzaklaşacağı öngörüsüyle meseleye farklı yaklaşabilir.

***

İsrail’in Gazze’deki operasyonlarına misilleme olarak Irak ve Suriye’deki Amerikan üslerine saldırılar arttı. Buna paralel olarak geçen ocakta Amerikan yönetiminde Suriye’den çekilme dahil ihtimal senaryoları üzerinde çalışmaların başladığına dair haberler sızdırıldı. Kürtlere verilen mesaj şuydu: “ABD sonsuza kadar burada kalmayacak, Amerikalılar henüz bölgedeyken siz de Esad yönetimiyle konuşup kendi çözümünüzü bulun.” Mazlum Abdi, Esad’ın diyalogu reddettiğini savunarak “(Çekilme planı) Kesinlikle uygulanamaz. Çürümüş planın arkasındaki mantığı kavrayamıyorum" diyerek hayretini açığa vurmuştu. Gerçi 10 Şubat’ta Şark’ul Avsat’a demecinde bu kez yakın gelecekte Suriye'den çekilme olmayacağına dair ABD’den güvence aldıklarını söyledi. Hatta iddiasını daha da ileri taşıyarak “ABD'nin, Türkiye’ye satılacak F-16’ların SDG’ye karşı kullanılmayacağına dair garanti verdiğini” öne sürdü. Yine de ABD’nin politikaları Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrine göre Kürtleri ayazda bırakabilir. Ayrıca Amerikan askeri varlığının Türkiye’ye karşı koruma sağlama, İran destekli milis güçlerini caydırma ve Arap aşiretleri bir arada tutma konusundaki yetersizliği de görüldü.

Kürtleri düşündüren diğer olasılık Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönmesi. Trump’ı Suriye’den çekilme kararından dönmeye ikna eden şey petrol yataklarıydı. Fakat Amerikan karar mekanizmalarına yön verecek ölçekte bir petrol yok. Sadece Suriye’nin belini kırmak için petrol ve doğalgaz havzalarını gasp etmek Beyaz Saray’da daha ikna edici bir gerekçe olabilir. Yine de Trump’ın sağı solu belli olmaz. Daha büyük balık için küçükleri yem yapabilir.

***

Öte yandan Esad yönetimi, Gazze’deki savaşın bölgeselleşme riski karşısında oldukça soğukkanlı bir seyir izledi. İsrail’in Şam’da İran Devrim Muhafızları ve konsolosluğunu hedef alan saldırıları karşısında mesafeli durdu. Bu tutum hem Arap bloku hem de Amerikan tarafında not edilmiş olmalı. Ki Suudi Arabistan böylesine kritik bir dönemde Şam’a 12 yıl sonra büyükelçi atadı. Beklenen tavizleri koparmadan Suriye ile normalleşmeye karşı duran Amerikan tutumu ortadayken Suudilerin bu adımı atmaları Suud-Amerikan ekseninde de farklı değerlendirmelerin yapıldığına işaret ediyor. Malum Riyad-Washington hattında İsrail’i tanıma koşulunu da içeren stratejik çerçeve anlaşmasının pazarlıkları sürüyor. Suudi-Amerikan bakış açısıyla çerçeveyi koyarsak; “İran’a mesafe koymaya başlayan bir Suriye yönetimi ödüllendirilebilir.”

Elbette ABD’nin Suriye’yi teslim alıncaya kadar felç etme hedefi kolay kolay değişmez. ABD’nin Şam’ın tepesine binme siyaseti, muhaliflerin silahlandırıldığı 2012’den çok önce, tam olarak 11 Mayıs 2004’te, 10 bin km ötedeki Suriye’yi “ABD'nin ulusal güvenliği, dış politikası ve ekonomisine yönelik olağandışı ve olağanüstü bir tehdit” olarak sınıflandıran 13338 sayılı icra emriyle temellendirildi. Süresi doldukça yenileniyor. Biden 1 yıllık son yenilemeyi 8 Mayıs 2024’te yaptı.
Ürdün’ün geliştirdiği “adıma karşı adım” yaklaşımıyla Şam’la diplomatik angajman Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşünde bir yol haritası işlevi gördü. Esad yıllar sonra 2023’te Cidde’de Arap Birliği zirvesine katılıp bazılarının sinir uçlarına dokunsa da Amman’ın çok önemsediği yol haritasına uygun bir açılım olmadı. Gerçi Esad yönetimi özellikle mültecilerin geri dönüşü için öngörülen ekonomik yatırım ve teşviklerin önünün açılmamasından dolayı karşı tarafı suçluyor. Ürdünlüler hassaten Captagon trafiğinin kesilmemesi nedeniyle kızgın. Amman 8 Mayıs’ta Suriye ile bakanlar düzeyinde planlanan Bağdat toplantısını iptal ettirdi. Yine de Suriye’yi İran’dan uzaklaştırmanın yegâne yolunun “Arap kalbi” olduğu, bunun da Arap Birliği’nin kapısını açık tutup insani-siyasi-mali teşvikler sunmayı gerektirdiği yönündeki değerlendirme geçerliliğini koruyor. Bu arada Biden yönetimi, Suriye’nin Arap Birliği’ne döndüğü sırada Temsilciler Meclisi’nden geçirilen ve Esad yönetimiyle normalleşmeyi yasaklayan yasa tasarısını kadük bıraktı. Yani Amerikalılar da havuç sopa siyasetinin havuç kısmından ne çıkacak diye Araplara biraz şans tanıyor. Fransa, Almanya ve İngiltere’nin başını çektiği kategorik ret cephesi görüntüyü domine etse de bazı Avrupa ülkeleri de Şam’la saman altından su yürütüyor.
Esad, Dışişleri Bakan Yardımcısı Eymen Susan’ı Riyad’a büyükelçi atayarak Araplarla açılan bu sayfayı önemsediğini gösterdi. Yani iyi gitmese de Araplarla normalleştirme sürecinin rayından çıkmasına izin vermedi. Daha ilginci, Esad 16 Mayıs’ta Manama’da Arap Birliği zirvesine ikinci kez katılırken konuşma yapmadı. Halbuki Cidde’deki zirvede zülfü yâre dokunmuştu. Toprakları İsrail işgali altında olan Suriye’nin vereceği mesajların sertliği Amerikan-İsrail eksenindeki ilişkileri kurtarma telaşını sürdüren ülkeleri incitebilir! Ev sahibi Bahreyn, Abraham Anlaşmalarına imza atanların başında geliyor. Esad bu yüzden konuşma hakkından feragat ettiyse bundan Araplarla kucaklaşmayı çok önemsediği sonucu çıkar.
Bu arada Esad bir kenara Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad’ın da Reisi’nin cenazesindeki yokluğundan büyük anlamlar çıkartılıyor. Esad’ın lösemi teşhisi konulan eşi nedeniyle Tahran’a gidemediği, Mikdad’ın da göz ameliyatı nedeniyle Moskova’da olduğu belirtilse de Arap medyası Tahran’a gidilmemesini Araplarla kurulan dengeyi gözetme çabasına bağlıyor.

***

Peki bunların özerk yönetimin geleceğiyle ne ilgisi var? Kürtler ABD’nin yönlendirmesiyle Körfez’in radarına girmişti. SDG’nin Arap unsurlarla kurulmasında onların da katkısı vardı. Bu eğilim Türkiye’nin Araplarla ilişkilerinin tepetaklak gittiği bir süreçte gelişse de Türk-Arap normalleşmesi özerk yapıya karşı bir Arap yabancılaşmasına neden olmadı. Bunda, ABD’nin SDG’deki Arap-Kürt ortaklığının korunması yönündeki teşvikleri ve özerk yönetimin çökmesi halinde İran’ın elinin buralarda da güçleneceğine dair değerlendirmeler etkili olabilir. Ayrıca özerk yönetime destek, Şam’a karşı havuç ve sopa siyasetinin sopa tarafına denk geliyor. Elbette Türkiye ile açtıkları yeni sayfaya gölge düşmesin diye bu politika resmileşmiyor. Erdoğan da aynı yolu tersinden yürüyor; ilişkileri normalleştirdiği Mısır, BAE ve Suudi Arabistan’dan Esad’ı Türkiye’nin istediği koşullarda normalleşmeye ikna etmelerini bekliyor. Arapların kulağına, “Şam eğer terör yapılanmasının üzerinden silindirle geçme planına ortak olursa Türk askeri de aşamalı olarak çekilir” diye fısıldıyorlar.

Kürtler de madem Araplar Esad yönetimiyle normalleşiyor biz de Arap ülkeleri üzerinden Şam’a gidelim mantığı güdüyor. Burada sihirli cümle; ‘Suriye’nin birliği ancak Şam’ın özerk yönetimi kabullenmesiyle sağlanır”.

Bu minvalde Arap ülkelerine ziyaretler planlanıyor. Hedef bazı yerlerde temsilcilikler açmak. İlk etapta Irak, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’la temasa geçildi.
Bir taraftan da Kürtler el yükseltiyor. Yeni düzenlemelerle ‘yüksek seçim komisyonu’ ve ‘anayasa mahkemesi’ gibi merkezden bağımsız paralel kurumlar oluşturuluyor. Anayasa yerine geçen “toplumsal sözleşme” yenilenirken mülki idare “Kuzeydoğu Suriye Bölgesi” adıyla birleştiriliyor. Ve bölge 11 Haziran’da yerel seçimlere hazırlanıyor. Bütün bunlarla daha bütünlüklü ve kurumsal bir yapı hedeflendiği söyleniyor. Özerk yönetim bir bakıma hem Arapların huzursuzluğunu gösterdiği sahada hem de olası pazarlık masasında elini güçlendirmeye çalışıyor. Fakat bu adımların Şam’daki karşılığı farklı olabilir. Bunu “ABD’nin desteğiyle Suriye’yi bölme projesinde ısrar” olarak okuyabilirler. Esad’ın birkaç ay içinde meseleyi çözmekten neyi kast ettiğini bilmiyoruz ama şimdiye kadar sözünü ettiği açılım özerklik ya da federalizm değil yetkileri genişletilmiş yerel yönetim. Pozisyonlar arasında büyük uçurum var. Pek çok çıkarım ve değerlendirme konjonktürel. Yarın yeni girdilerle başka bir denklemi konuşuyor olabiliriz.

Tüm yazılarını göster