Putin’le iyi ilişkiler kurmak yanlısı olduğu ileri sürülen Trump’ın Suriye’yi Rusya’ya terk edeceğini varsayanlar da var. Oysa Suudi Arabistan ve Ürdün gibi ABD’nin geleneksel Ortadoğu müttefikleri ile yaptığı ilk temaslardan ve 90 gün içinde alternatif bir güvenli bölgeler planı hazırlanması talimatı vermesinden niyetin pek de öyle olmadığı anlaşılıyor.
Ürdün Kralı Abdullah, ABD Başkanı Trump ile 3 Şubat Cuma günü Vaşington’da görüştü. Görüşmede “güvenli bölgeler” konusunun da ele alındığı medyayla paylaşıldı. 5 Şubat günü ise Ürdün Hava Kuvvetleri güney Suriye’de IŞİD hedeflerini vurdu.
“Güvenli Bölge” kurmak demek fiilen bir savaş ilanı demek. Zira yerdeki hava savunma sistemleri tümüyle tahrip edilmeden ve o bölge kendi devletinin hava kuvvetlerine yasaklanmadan (yani bu durumda Suriye) güvenli bölge tesisi mümkün değil.
Sorun şu ki, Suriye’nin hava savunması Rusya’ya ihale edilmiş durumda ve Rusya Hava Kuvvetleri de Suriye hava sahasında uçarak IŞİD ve diğer cihatçı terörist hedefleri vuruyor. Yani ABD’nin Suriye’de güvenli bölgeler kurmak için ya Rusya’yla (da) savaşması –ki bu herhalde olası değil- veya Rusya’yla (ve Putin aracılığıyla Esat’la) uzlaşması gerekiyor.
Öte yandan, Rusya-İran ve Türkiye’nin diplomatik girişimiyle başlayan Astana Süreci, 6 Şubat Pazartesi günü sözkonusu üç ülke arasında yapılacak yeni toplantıyla devam edecek. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov 24 Ocak’taki ilk Astana toplantısının ardından, Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan’ın da ilerleyen aşamalarda sürece katılacaklarını belirtmişti. Ancak buna yönelik bir emare henüz elde yok.
Ayrıca Obama’nın son dönemine rastlayan ilk toplantıda ABD, Astana’daki büyükelçisi tarafından temsil edilmişti. Trump döneminde ABD’nin Astana Süreci’ni sahiplenip, sahiplenmeyeceği henüz belirsiz. Ancak yeni ABD Savunma Bakanı Mattis’in İran’a karşı söylemine ve devreye sokulan yaptırımlara bakılırsa ABD’nin İran’la masada oturup Suriye konuşmasını öngörmek gerçekçi olmaz.
Buna karşılık, Putin’le iyi ilişkiler kurmak yanlısı olduğu ileri sürülen Trump’ın Suriye’yi Rusya’ya terk edeceğini varsayanlar da var. Oysa Suudi Arabistan ve Ürdün gibi ABD’nin geleneksel Ortadoğu müttefikleri ile yaptığı ilk temaslardan ve 90 gün içinde alternatif bir güvenli bölgeler planı hazırlanması talimatı vermesinden niyetin pek de öyle olmadığı anlaşılıyor.
Rusya ise “Arap” değil “demokratik” Suriye’nin anayasa taslağı anayasa taslağını hazırladı. Bu metni Moskova’ya davet ettiği PYD temsilcileriyle de ele aldı. Neredeyse eş zamanlı biçimde ABD de YPG’ye “MRAP” tipi yani mayına dayanıklı pusuya korunaklı zırhlanmış tekerlekli araçlar sağladı.
Bu araçlar omurgasını YPG’nin oluşturduğu SDG tarafından Rakka’nın IŞİD’den kurtarılmasında gerekli ve etkili olacak. Rakka’da sahada yaklaşılıyor. Ama diplomatik açıdan daha dikkat çekici olan PYD’nin ABD’yle “madem Astana/Cenevre’de –Ankara’nın baskısıyla- yokuz, öyleyse Rakka’yı sizin için kurtarmıyoruz” gibi bir denklem kurmamış olması.
PYD’nin bu denklemi kurmamasında, Trump döneminde YPG ile işbirliğini savunan sivil-asker üst düzey bürokratlar IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Mc Gurk ve Koalisyon Komutanı Korg. Townsend’in yerlerinde kalmaları ile Savunma Bakanı (e.) Org. Mattis ve Ulusal Güvenlik Danışmanı (e.) Korg. Flynn döneminde ABD’nin Suriye siyasetinde ağırlık merkezinin sahada IŞİD’e karşı YPG ile etkin işbirliği yanlısı Pentagon’da olacağını görmeleri herhalde başat etmenlerdir.
Ankara ise bu gidişata karşı KDP’nin eğittiği “Rojava peşmergesini” (vaktiyle Kobani’de YPG’ye destek için olduğu gibi herhalde Türkiye üzerinden) Cerablus-Azez-Bab cebine sokma düşüncesini gündeme aldırmayı denedi. Bu girişim askeri açıdan anlam ifade etmediği gibi (Rojava peşmergesi ÖSO ile birlikte nasıl hareket edecek?), siyaseten de Mesut Barzani’nin 1995 sonrası benimsediği “ne olursa olsun hiç bir zaman Kürt Kürde silah doğrultmayacak” düsturuna aykırı.
Pekiyi başkaca ne mi yapıyoruz? Ben en son baktığımda, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar ve MİT Müsteşarı Fidan, “yaşasın şeriat” çıkışı ve Atatürk’ü firavuna benzetmesiyle maruf İslamcı yazar Pakdil’i Ankara’daki evinde yemekli, uzun sohbetli bir ziyarettelerdi. Belki Suriye stratejisi hususunda da Zat-ı Muhterem’in fikri alınmıştır alınmıştır, bilemem. Bildiğim totaliter rejimler için sivil-askeri idarede vasatlık makbuldur ve en renkli olanlar değil, en iyi gri taklidi yapanlar ilerler. Suriye’de uyguladığımız siyasete de (özellikle Bab’tan) bakınca bunun yansımasını ayan beyan görüyoruz.