Cumartesi sabahı Suriye yönetiminin Duma’da kimyasal gaz kullandığı ve sivilleri katlettiği iddiasıyla ABD, Fransa ve İngiltere Suriye’ye sınırlı bir hava harekatı düzenledi. Saldırı öncesinde uzun süre BM Güvenlik Konseyi söz konusu iddiaları görüştü. Güvenlik Konseyi’nin daimi iki üyesi Rusya ve ABD karşılıklı olarak birbirlerinin önerilerini veto etti. Adeta pinpon maçına dönen oturumdan bir karar çıkması sürpriz olurdu. Bir tarafta “Esad bu, kanıt yok, ama kesin kimyasal gaz kullanmıştır” özgüvenini inancına dayandıran koalisyon, diğer tarafta “kanıt yok, ortalığı velveleye vermeyin” diyen Rusya.
Nihayetinde BM kararı olmadan değinilen üçlü, 100’un üzerinde füzeyi önceden belirlenen hedeflere yolladı. Suriye’nin savunma sistemi bu füzelerin büyük bir kısmını geri püskürttü. Nitekim medyada da saldırıdan ziyade sayılar, sistemler, Trump’ın tabiriyle 'akıllı ve güzel füzeler' konuşuldu. Hemen hemen tüm medyanın kullandığı görüntü havalanmış bir füzeydi. Medya savaşında elinden geleni ardına koymayan Esad ve Rusya’ysa düşürülen füzeleri gösterdi. Sanki yaşananlar bir oyundu, sanki bir futbol maçında bir taraf kaleye şut çekiyor, diğeri kalecinin kurtarışını gösteriyordu. Oysa karşımızda dehşete düşmemiz gereken bir gerçeklik var, yaşanan bir oyun değil, füzeler gerçek, savunma sistemi de. Alanın uzmanları olası senaryoları, bölgesel ve küresel etkileri, kimin kazançlı çıktığını, kimin dostlar alışverişte görsün derdinde olduğunu aktarıyor. Ancak atlanan bir 'hep kazananlar' var, onlara değinmek gerekiyor biraz. Ayaklar altına alınmış olan uluslararası hukuk sisteminin yarattığı etkiler ve bundan beslenenler. Bu hafta mikro dehşet dengelerine, hukuk dışı kararların buna etkisine ve her savaşın kazananlarına bakacağız.
MİKRO DEHŞET DENGELERİ
BM Sözleşmesi uyarınca 51'inci maddede düzenlenen meşru müdafaa hakkı dışında uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için kuvvet kullanma yetkisi Güvenlik Konseyi’ndedir. Konsey oturum sonucunda karar alarak kuvvet kullanma yetkisine başvurabilir. Peki bu mekanizma bizzat Konsey’in daimi üyelerince hiçe sayılırsa ne olur? Sistemsel pek çok etki ve tıkanma. Bunun yanında güçlü olanın müdahale hakkını gücünden ve pervasızlığından almasının devletler üzerinde büyük bir etkisi var: başının çaresine bakma, yani silahlanma.
Silahlanma kavramını ve sonuçlarını en net şekilde gösteren dönem Soğuk Savaş’tı. İki süper gücün birbirini ve dünyayı yok edecek kapasiteye erişmesi, literatüre dehşet dengesi olarak girdi. Dehşet dengesi aynı zamanda çok silahın hiç silah olduğunu da gösteriyordu. Aktörler öyle silahlanmıştı ki birbirini yok etmede eşit düzeye ulaşmıştı. Soğuk Savaş’taki bu silahlanma çılgınlığını ve dünyanın kaderinin an meselesine bakmasını Stanley Kubrick 1964 yapımı “Dr. Strangelove: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb” filmiyle anlatmıştı. Peter George'un “Kırmızı Alarm” romanından uyarlanan film, savaşın koşullarında akli dengesini yitirmiş bir komutanın SSCB’ye nükleer bomba atma girişimini kara mizahla anlatıyor. Soğuk Savaş bitti, “yeni bir Soğuk Savaş'a doğru mu?” manşetlerini bir kenara bırakırsak, yeni savaşlarımız ve mikro dehşet dengelerimiz var. Artık her an birilerinin hedefinde olmaktan korkan ülkeler başlarının çaresine bakmak için silahlanıyor. Savunma bütçeleri, silahlanmaya ayrılan paylar dudak uçuklatıyor. Hangi bölgeler, kimler en çok silahlanıyor? Küresel silahlanmada durum ne?
DÜNYANIN CEPHANELİĞİ: ORTADOĞU VE ASYA PASİFİK
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) 2013-2017 Raporu’na göre özellikle Ortadoğu ve Asya Pasifik’in 2000’lerin başından itibaren silah alımında artış var. 2013-2017 arasındaysa bir önceki beş yıla göre yüzde 10’luk bir yükseliş dikkat çekiyor.
Ortadoğu’ya mercek tutulduğundaysa rakamlar daha vahim bir duruma işaret ediyor. Rapora göre bölgedeki devletlerin büyük bir kısmı doğrudan çatışmaların tarafı. Çarpıcı olan ve felakete işaret eden noktaysa 2008-2012’ye göre 2013-2017 arasında Ortadoğu’ya silah alımının yüzde 103 artması! Bu oranın küresel karşılığı şu: Dünyada üretilen silahların yüzde 32’si Ortadoğu’ya ihraç ediliyor.
Ülke bazlı ilk üçe bakacak olursak, şaşırtıcı olmayacak şekilde, bir eli ABD, diğer eli Avrupa, bir ayağı Rusya, diğer ayağı Çin’de olan veliaht prens Muhammet bin Salman’ın Suudi Arabistan’ı Ortadoğu'da lider. Üstelik dünyada Hindistan'dan sonra, Arabistan ikinci sırada. Riyad'ın son beş yıldaki silah ticareti bir önceki döneme göre yüzde 225 arttı. Yanlış duymadınız, Suudi Arabistan sadece modernleşmemiş var olan silah stokuna iki katından fazla silah eklemiş. Mısır, Suudi Arabistan’ın ardından dünyadaki silah yarışında üçüncü, bölgedeki silah yarışında ikinci sırada. Kahire’nin silah alımı beş yılda, bir öncekine göre yüzde 215 arttı. Suudi Arabistan’dan çok farklı değil. Üçüncü sırada Suudi Arabistan’ın yakın müttefiki Birleşik Arap Emirlikleri var. Onu yakın dönemde Körfez’de krize neden olan Katar takip ediyor.
Ortadoğu dışında en fazla silahlanmanın görüldüğü bölge Asya Pasifik, özelde Güney Asya. Hindistan son beş yılda küresel silahlanmada birinci sırada. Küresel silahlanmadaki payı yüzde 12. Yeni Delhi’nin silah alımı son beş yılda yüzde 24 arttı. Hindistan’ın silahlanmasının en büyük nedeni Pakistan ve Çin ile yaşadığı gerilimler. Çin’in silahlanmasında son beş yılda yüzde 20’ye yakın bir düşüş varsa da silah ithalatında dünyada beşinci sırada. Silah alımında lider ülkeler bunlar. İyi ama bu silahları kim üretiyor? Satış pastasına ne büyük paylara kimler sahip?
VARSA DA BİRAZ FARKIMIZ BİZ HEP KAZANANLARIZ
Suriye denkleminde karşı karşıya gelen iki aktör ABD ve Rusya dünyadaki en büyük silah ihracatçısı. Zaten 105 füze atan da bunun 71’ini tutan sistem de bu iki ülkenin ürettiği silahların gösterisiydi. Öyle ki “her eve bir füze rampası yanında da füze savar cabası” dense bu kadar reklam yapılamazdı. Silah tanıtımı, fuarların klima serinliğinde değil, ölüm, gözyaşı ve alevlerin hakim olduğu savaşlarda yapılıyor.
Diplomaside tutarlılıkta çığır açan(!) Trump’ın ABD’si, 2013-2017'de küresel silah ihracatının yüzde 32’sini tek başına karşıladı. Geçen döneme göre de payı yüzde 25 arttı. 98 ülkeye silah satan ABD menşeili silahların yüzde 49’u yani yarısı Ortadoğu’dan gitti. Başka bir anlatımla ABD’nin ürettiği iki silahtan birisi Ortadoğu’ya satılıyor. Özellikle Obama döneminde satışın 1990’ları geçtiğini ve en yüksek düzeye ulaştığını söylemek gerekiyor.
Silah ihracatında ABD’nin en büyük rakibi ve ikinci sıradaki ülke Rusya. Küresel silah ihracının yüzde 20’sini Moskova yapıyor. Rusya’nın silah ihracının yüzde 85’ini gerçekleştiren devlet şirketi Rosoboronexport’un 2017’deki kârı 42 milyar dolardan 45 milyar dolara çıktı. Sadece 2016 yılında şirket, 47 ülkeye 13 milyar dolar değerinde silah satışı gerçekleştirdi.
Listenin üçüncü sırasında Suriye’ye sınırlı harekatı gerçekleştiren ülkelerden ve Trump’tan da istekli görünen Macron’un Fransa’sı var. Paris’in küresel payı yüzde 6.7. Onu Almanya ve Çin takip ediyor. Çin konusunda şunu söylemek lazım, kendi silahlanmasında kayda değer bir düşüş yaşansa da Pekin’in silah satışı son beş yılda neredeyse yüzde 40 artış gösterdi. En büyük alıcısı da Hindistan’a karşı beraber hareket ettiği Pakistan.
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsüne göre 2017’de dünyadaki çatışma sayısı 33. Afrika, Asya-Pasifik, Ortadoğu, iç savaşlar, devam eden çatışma bölgelerinde ölen insan sayısı milyonlarla ölçülüyor. Savaşların neden olduğu göç dalgasıysa ayrı dramlara neden oluyor. Söz konusu savaşların coğrafyası, sebepleri, müdahil olanları değişmekle beraber küresel silah ihracatçıları, ki dördü BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi, hep kazanıyor. Yani sistemi bloke edip güvensizliğe neden olup bundan kazançlı çıkanlar. Kubrick’in filmi Vera Lynn'in "We'll Meet Again” şarkısıyla bitiyordu. Şarkı "Tekrar karşılaşacağız, ne zaman, nerede bilmiyorum, ama tekrar karşılaşacağız" diyor. Üçüncü Dünya Savaşı için topyekun olanı beklemeyin, dehşet dengesi için de. Kubrick haklı değil mi, her gün karşılaşmıyor muyuz ve Suriye dahil her çatışmada onlar kazanmıyor mu?