Suriye siyasetimizde çıkan kısmın özeti kabaca sanki şöyle: “Güvenli Bölge” ısrarıyla Ankara, öncelikle sınırlarından uzaklaştırmak, nihayetinde yakın çevresinden göndermek istediği ABD’yi, EUCOM’u ve CENTCOM’uyla sınırboyunda en azından kalıcı kıldı. Hatta ortak devriye görevi icra etmek meselesi ABD’yi kuvvet artırımına gitme zorunluluğunda da bıraktı. Yetmedi, kendi topraklarında Müşterek Harekât Merkezi üzerinden Akçakale’ye (Şanlıurfa) de ABD’yi konuşlandırdı.
Ayrıca, dolaylı olarak da olsa, Rusya Idlip’te oyunun sonunda devirmeyi hedeflediği Beşar Esat’ı ve ABD Fırat’ın Doğusu’nda imha etmeyi hedeflediği SDG çatısı altındaki PKK uzantısı YPG/YPJ’yi Ankara’ya muhatap kabul ettiriyor, yani diğer deyişle Ankara’yı bu iki aktörün diplomatik meşruluklarını tanımaya zorluyor.
Üstelik, her iki yanda da, o gizemli yahut sihirli “5 km.” derinlik, arada Adana Mutabakatı’na da atıflarla, Ankara’nın önüne konuyor. Anımsayalım, Adana’yı da Rusların sallandırdığı kaşık oltayla tozlu arşiv rafından indiren, yine bizatihi Ankara’nın kendiydi. Özetle Idlip’te Rusya’nın zoruyla 5 km. derinliğe çekilme ve Fırat’ın Doğusu’nda ABD’nin engellemesiyle 5 km. derinlikten öteye inememe keyfiyetleri Ankara’nın önünde duran.
Çelişki var mı? Kuşkusuz. Çelişki, Ankara diplomasisinde tutarlılık, bütüncüllük, öngörülebilirlik gibi ulusal itibarın yani sözün dinlenilir, sözüne değer verilir olmanın epeydir yerini aldı. Cumhuriyetin akılcılığı derseniz, o da yerini orta şarkın ergen kurnazlığına verdi sandalyesini ve Küçükyalı’da bir huzurevine çekildi epeydir.
Erdoğan’ın, MAKS silah fuarında “uçuyor mu?” diye sorduğu beşinci nesil savaş uçağı SU-57’yi ben de işin erbabı Arda Mevlütoğlu’na sordum. 2028 yılında teslimi tamamlanmak üzere 78 adet sipariş verildiğini öğrendim. Havadaki toplam on adet SU-57’nin henüz özgün motorları yokmuş, idareten SU-35 motoruyla uçuyorlarmış. Yerdeki on birinci uçamayan prototip ise işte Erdoğan’ın MAKS’ta incelediği. Yani hariciye ağzıyla meğer “sual varit” imiş azizim.
Bu arada, hele gelişmiş ülkelerin üst düzey yöneticileri artık ülke dışına seyahatlerini günlerle değil saatlerle programlandırırken ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross güzel ülkemize beş koca gününü ayırıyor ve ancak beşinci gün Sayın Cumhurbaşkanı tarafından huzura kabul ediliyor. Acaba Bay Ross’u ceketinin eteklerini dalgalandırarak buraya getiren neydi? Enerji konusunda ABD’den LNG alımı veya ABD’den bölgenin Rusya’ya bağımlı ülkelerine LNG tedarikinde transit ülke olma pazarlığı mı? Patriot alımı mı? Her hal ve kârda Fırat’ın Doğusu değildi sanırım.
Öyle ya Suriye’de oyunun son perdesi açılıyor. Deneyimli Rus Dışişleri Bakanı Lavrov dahi “savaş bitti” diyebiliyor. Kendi bitmez tükenmez savaşını sürdürmek isteyen tek komşu ve bölgesel güç ülke Türkiye kalıyor. Suriye’de artık siyasal çözüm yani demografik ve tarihsel açılardan mükemmel değil orta yolcu, zoraki çözüm dönemi: Anayasa taslağı yazımı ve yeniden imar çabaları, savaşın değil kırılgan istikrarın korunması çabaları öne çıkıyor.
ABD’de seçim dönemine girilmesi de, Taliban’la uzlaşı ve New York’da BM Genel Kurulu marjında eylülün son çeyreğinde İran’la müzakereye kapı aralama gibi örneklerde de görüldüğü üzere belki bu arayışa olumlu bağlam sunuyor. Idlip’te, Suriye, Rusya’nın havadan bombardıman desteğiyle, yerdekilere iki seçenek bırakıyor: Gidebilirsiniz yahut kalıp ölebilirsiniz. Idlip cebindeki üç milyon sivilin Türkiye sınırı duvar olduğu müddetçe avlaktan çıkış kapısı yok. TSK’ya da çevre güvenliği Rus askeri inzibatlarınca alınmış gözlem noktalarından, mukadder katliamı gözlemek gibi tatsız bir vazife terettüp ediyor.
Erdoğan, durumun hassasiyetinin farkında mı? ABD’nin “güvenli bölge” anlayışının, Afrin ve Bab ceplerinde olduğu gibi hukuk tekniği bakımından “işgal” değil, kendi eğitip donattığı ve üzerine havadan koruma şemsiyesi açtığı SDG’yi, TSK ile cephede baş başa bırakmayacak bir “tampon bölge” demek olduğunu gayet iyi kavradığını öfkeli çıkışları dışa vuruyor. Bu anlayışın, Idlip veya Kuzey Irak benzeri bir noktasal konuşlanmaya cevaz vermeyeceğini de bize sahanın gerçekleri söylüyor.
Fırat’ın Doğusu ABD için neden yahut ne denli önemli? ABD ölçeğinde cüzi bir askeri varlık ve mali kaynak kalemi ihdasıyla ABD, Cenevre masası öncesinde Suriye’nin tahıl ambarını ve petrol kuyularını elinde tutmuş oluyor. Alanı İran’a kapatıyor. Rusya’ya “tam” zafer ilan etme olanağı bırakmıyor. Mülteci korkusu iktidar koltuklarını sallayan muhasebecilerin Avrupa Birliği’nin aksine yeniden imara da Şam’da bastırdığı dönüşüm gerçekleşmedikçe hiçbir katkıda bulunmayacağını açıklıyor. Geriye TSK’yi alana sokmamak kalıyor.
Rusya ise Idlip defterini Türkiye’nin arzusu hilafına kapattığında, yani TSK varlığını sona erdirmeden hepten enterne ettiğinde işini tamamlamış oluyor. Beşar Esat’ın devletin güvelik aygıtını ve silahlı kuvvetlerini Rus modeli uyarınca yeniden yapılandırmasını yönetiyor. Muhaberat örgütlerinin görece sadeleştirilip, başlarına Moskova’ya yakın ya da en azından Moskova onaylı isimler gelmesini sağlıyor. İsrail’le dirsek temasını sürdürüp, İran’a birlikte yapılan yolculuk için teşekkür ve uğurlama aşamasına gelindiğini hissettiriyor.
Bu bağlamda CHP, Ankara’nın güncel dış siyasette “yalnız süvari” yaklaşımı yerine, başta nükleer dosyasında ve ulusal güvenlik konularında mevcut ittifaklara ve anlaşmalara saygıyı öncelemeyi önerebilecek mi? Türkiye’nin dış politikada sunacağı potansiyel katma değerin, organik, bölgesel ilişkilerden geçtiğini, diplomasinin maliyetinin çatışmadan düşük ve etkisinin çatışmadan yüksek olduğunu ısrarla savunabilecek mi? Suriye’de hem Şam, hem PYD ve Irak’ta hem Bağdat hem Erbil’le temas gereğini vurgulayabilecek mi? Sisi, Netanyahu, MbS, MbZ, Hafter gibi farklı oyuncularla görüşme fikrine açık mı?
Elimizde belki yanıttan çok soru var. Bu hafta 16 Eylül günü Ankara’da Astana formatında Türkiye, Rusya ve İran devlet başkanları Suriye’yi konuşacak. Ardından 23 Eylül haftasında New York’ta BM Genel Kurulu marjında yapılacak ikili liderler görüşmeleri ve o arada Erdoğan ile Trump’ın da bir araya gelmesi beklentisi bulunuyor. O zaman dek Idlip ve Fırat’ın Doğusu sahalarında ne yönde kımıldanmalar olacak bunları da göreceğiz. Ankara’nın dış siyasetine egemen olan “yalnız süvari” büyüklenmesi, içeride Erdoğan’ın iktidarda kalma savaşımının da herhalde dayanaklarından biri.