Suriyeli müzisyenler İstanbul sokaklarında!
İstanbul’a gelince, burada sokakta müzik yapan arkadaşlarım onlara katılmamı önerdiler. Başta, hem yaşımdan dolayı hem de emekli bir müzisyen olarak, imkansız olduğunu düşündüm; çünkü Suriye’de bu mesele hoş görülmez ve hiç kimse sokağa çıkıp müzik yapmazdı.
Türkiye’deki Suriyeli topluluğuna yönelik hakim bakış ne yazık ki ortak bir yaşamın imkanlarını kurabilmekten oldukça uzak. Geçtiğimiz haftalarda, adeta Türkiye’nin Suriye’de kara operasyonlarına katılmasının ve kaybedilen askerlerin müsebbibi olarak Suriyeli mültecileri gösteren çirkin bir imza kampanyası dahi başlatıldı. Yine birkaç gün önce internette dolaşan bir video, Türkiye’de bir kafede oturup şarkı söyleyen genç Suriyeli kadın ve erkekleri suç işliyorlarmışçasına, “keyifleri yerinde” olmakla “itham ediyordu”.
Her birimizin gündelik hayatımızın bir parçası olan sıradan bir eğlenceyi mültecilere hak görmeyen bu düşmanca göz, sürekli olarak Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin “bizlerden” iyi koşullarda yaşadığı yalanını pompalıyor. Oysa gerçek, Türk ve uluslararası tekstil firmalarında yok pahasına uzun saatler çalıştırılmakta olan ya da kimliği olmadığı için hastanede tedavi edilemediğinden hayatlarını kaybeden çocukların hikayesinde yatıyor.
Türkiye’deki Suriyeli topluluğun çeşitliliğine, beraberlerinde getirdikleri kültürel zenginliğe ve müzik aracılığıyla iki ülke toplumu arasında kurulması olası bağlara dikkat çekmeye çalışan röportaj dizimizin bu ayki konuğu Suriyeli kemancı Munzer Sheikh Alkar. 2011’in sonundan beri Türkiye’de bulunan ve sokak müzisyenliğiyle geçinen Munzer “elhamdülillah” halinden memnun ama elbette İstanbul’da mesleğini yaparak ailesini geçindirmek için ödediği bedeller ve beklentileri var. Munzer’le göç ve müzik deneyimi üzerine konuştuk.
Türkiye’ye ne zaman geldiniz?
Türkiye’ye 2011’in sonunda, büyük oğlum Wasim’le geldik. Turizm otelcilik mezunuydu, burada iş imkanlarının ve geleceğinin daha iyi olacağını düşündük. Çünkü olaylardan dolayı Suriye’de yaşamak zorlaşmıştı. Olaylar yeni başlamıştı.
Doğrudan İstanbul’a mı geldiniz?
İlk geldiğimizde Bursa’da kaldık. Daha Bursa’dayken, Suriye’den haber aldıkça, durumun daha da zorlaştığını fark etmeye başladık. Eşim ve oğlum Basel’le bağlantıdaydım. Eşim “en iyisi biz de çıkıp size katılalım” dedi. Daha sonra eşim ve küçük oğlum Basel’i getirmek için tekrar Suriye’ye dönmem gerekti. Basel üniversite öğrencisiydi, kaydını dondurduk. Fen fakültesinde matematiksel istatistik okuyordu.
Dedik ki, bize ve kültürümüze en yakın ülke Türkiye’dir. Sanatsal olarak da yakınız, ben Türk müziğini çok seviyorum. Nasıl söyleyeyim, onlardan bazı şeyler almışız, onlar da bazı şeyleri bizden almışlar. Yani hem müzik, hem çocukların geleceği, hem de bizim hayatımız daha iyi olur diye düşünerek Türkiye’ye geldik, tabii ki Suriye’nin durumundan dolayı da.
Ama Bursa’da benim işim için bir alan yoktu. Müzik alanında çalışma imkanı yoktu. Ayrıca arkadaşlarımın çoğu İstanbul’da kalıyorlardı, tavsiyede bulundular ve bana dediler ki, “İstanbul’a gel, burada müzik yapma imkanları daha iyi.” Öylece İstanbul’a geldik.
Suriye’deyken profesyonel müzisyenmişsiniz, tam olarak ne yapıyordunuz, müziğe nasıl başlamıştınız?
Müzik eğitimime 12 yaşındayken Al-Arabi Müzik Enstitüsü’nde başladım. Enstitüden mezun olduktan sonra, kulağım Doğu müziğini klasik müziğe [klasik Batı müziği] tercih ettiği için, Nadi Şebab El-Urube’nin (El-Urube Gençlik Kulübü) orkestrasına katıldım ve müzik çalışmalarıma kulüpte devam ettim.
El-Urbe Gençlik Kulübü de Halep’te bir sanat ve kültür kulübüdür. Dünyaca çok ünlü bir kulüptür sanırım. Sanatın birçok dalında, oyunculukta, müzikte insanlar yetiştirdi. Ağabeyim -Allah ona uzun ömürler versin- oranın yönetim kurulu başkanıydı. Beni oradaki orkestraya kattı. En genç müzisyendim orada, diğerleri daha sonra müzikte yıldız oldular. Birçoğu üstat Sabah Fahri -Alllah ona sağlık ve uzun ömür versin- orkestrasına katıldılar.
Ahmet abim kontratlı geçici bir müzik öğretmenliği işi için Cezayir’e gitti. O zamanda ben de biraz büyümüş, delikanlı olmuştum, kulüpteki orkestranın şefliğini ondan teslim aldım.
1970’lerin sonunda askerlik görevim için Şam’a gittim. Askerdeki görevim subay kulübündeki orkestranın şefliğiydi. Orada sanatın ve müziğin yıldızları ile tanışma imkanım daha da arttı. Başta üstat Subhi Carur ile -Allah rahmet eylesin... Onun çok desteğini gördüm çünkü Şam’a gittiğimde hiç kimseyi tanımıyordum.
1984’te Halep’e döndüm, kendi şehrime.
Somer Gazinosu’nu açtık, İsam Raci kendi ekibiyle beraberdi. Ben de orkestra üyesi ve şefiydim. 1985’te kısmet oldu, teyzemin kızıyla evlendim ve Halep’te müzisyen olarak çalışmaya devam ettim. 1990’da, Halep’teki Sanatçılar Birliği Şubesi’nin ilk sekreteri oldum. 1990 ile 1994 arasında sekreterlikte bulundum.
2011’e kadar müzik kariyerime devam ettim. Tabii, 2010’da Sanatçılar Birliği’nden emekli olmuştum. Müzik kariyerimin en önemli olayı müzikal bir geceydi, ilk ve son konserimdi, maalesef. Keşke öyle olmasaydı ve çalışmalarım devam etseydi.
Youtube kanalınızda o gecenin videolarını izlemiştim. O konserin özelliği neydi?
O konserin adı El-Keman Yuganni’ydi (Keman Söylüyor), 2011’deydi. Konserde şarkıları kemanla solo olarak çalmak istedim. İnsanlar, şarkıcıları -tabii ki bütün şarkıcılara saygım var- ve onların arkasında bir orkestrayı görmeye alışmışlar. Benim de insanlara göstermek istediğim, bir müzik enstrüman şarkıcının yerinde şarkı söylemesiydi. Halep’te ilk ben yaptım ama tabii Mısır’da çok yapmışlar bizden önce.
Bir nevi sentez yaptım, Abdülhalim Hafız ve Şark Yıldızı Ümmü Gülsüm’ün parçalarından. Konserin süresi yaklaşık bir buçuk saatti ve Allaha şükür de çok başarılıydı. Bütün dünyada paylaşıldı, ben de CD’sini çok dağıttım.
Klasik Batı müziği eğitimi almış, daha sonra Arap müziği çalışmışsınız. Osmanlı/Türk makam müziğiyle ilişkiniz nasıl?
Türk müziğini seviyorum ve hayranlık duyuyorum. Fakat icra etme imkanım olmadı çünkü Türk makamları Arap makamlarından farklı. Rahmetli arkadaşımız Zuher Tabbah sayesinde Türk müziği sevdim, o en iyi icracılardan biriydi ve Türk makamları çalıyordu. Ondan dolayı sevdim ama ben çalamadım. Dileğim, daha fazla Türk müziği dinlemek ve icra etmeye çalışmak. Bir de, İbrahim Tatlıses’i çok seviyorum.
İstanbul’a gelişinize dönersek, sokakta müzik yapmaya nasıl başladınız?
İstanbul’a gelince, burada sokakta müzik yapan arkadaşlarım onlara katılmamı önerdiler. Başta, hem yaşımdan dolayı hem de emekli bir müzisyen olarak, imkansız olduğunu düşündüm. Çünkü Suriye’de bu mesele hoş görülmez ve hiç kimse sokağa çıkıp müzik yapmazdı. Ama arkadaşlarım bana cesaret verdiler. Başta, bir deneme olarak çıktım ve çaldım, kendime kabul ettirmeye çalıştım. O denemede herkes benim performansımı beğendi. Bilmiyorum yaşımdan dolayı mı, yoksa icramdan mı, insanların yüz ifadesinden etkilendiklerini gördüm.
Birlikte çaldığım müzisyenlerle Suriye’den birbirimizi tanıyoruz ama beraber çalışma fırsatımız olmamıştı. Hepsi çok iyi müzisyenler.
'İNSANLARIN BİRBİRLERİNİ SEVMELERİNİ İSTİYORUM'
Nasıl tepkiler alıyorsunuz, sizi en çok kimler dinliyor?
İnsanlar bizi kabul ediyorlar, Araplar da yabancılar da hatta Türk vatandaşları bile çok hoş karşılıyorlar. Söylemeye çalıştığımız, Türkçe ve Arapça versiyonları olan şarkılar var. Bizim sanatçımızın, Tarub’un bir şarkısı vardı, [Türkçe bir şarkıya] benziyor ya da belki Türkçe’den almış olabilir [...] Hopa Şinanay Nay Şinanay Yavrum Şinanay Nay diyor. Böyle şarkıları ezberleyip söylemeye çalışıyoruz. Ayrıca tarab stili de söylüyoruz, Halepli stili, insanlar bu söylediğimiz stili de çok beğeniyorlar; Allah’a şükür!
Sokakta çalışmamızla ilgili sıkıntı ise şu, insanlar hoş görüyorlar ama zabıta bizim sokakta çalmamıza izin vermiyor. Yani belli bir yerde çalıyoruz, zabıta bize yasak olduğunu söylüyor, ya da başka bir yere gidin diyor. Başka bir yere gidiyoruz, bu sefer başka bir zabıta gelip bu yerin de yasak olduğunu söylüyor. Kafamız karışıyor, belli bir yer olması lazım. Tabii biz de bize toplanan kalabalığı görüyoruz. Tamam, bizim yüzümüzden yürümeye ya da trafiğe ve tramvaya engel oluştuğu zaman bir ara veriyoruz, o esnada bizi dinleyen ve bizimle beraber olan insanlar on dakikada gitsinler ve başkaları gelsinler diye. Biz de sokakta hareket etmeye engel olmak istemiyoruz. Yalnız zabıta...maalesef!
Türkiye devleti bizimle ilgilensin ve bize bu işten daha iyi bir iş versin. Nerede olsa olsun, fark etmez, ya bir proje ya da bir sanatsal destek de olabilir, müzikle ilgili tabii. Maalesef, başka yapacak bir işimiz yok.
Burada müzik yaptığınız başka bir yer, çalıştığınız başka bir iş var mı?
Arkadaşımız Maher Na’ına yönettiği bir enstitü var, El-Me’hed El-erebi Li-l Musîqa (El-Arabi Müzik Enstitüsü). Sokakta müzik yapmanın yanında orada keman dersleri vermeye çalışıyorum. Suriyelilere tabii; [gülümseyerek] Türk arkadaşlarımız da gelmek isterlerse sevinirim.
Burada olmaktan, halinizden memnun musunuz?
Şimdi İstanbul’dayız. Durumumuz fena değil, Allah’a şükürler olsun. Hayat bir şekilde geçiyor. Fakat dilerim ki devlet ilgi alanını genişletir ve iş olanağı sağlar. İstanbul’dan başka bir yere gitmek istemiyorum. Başka bir ülkeye gitmek istemiyorum, böyle bir planım yok.
Eğer imkan olursa, diğer Suriyeli müzisyen arkadaşlarla etkinlikler ve festivaller yapabilme şansımız olabilir; arkadaşlarla iş birliği yaparak, ya da diğer Türk müzisyen dostlarla, kemaniler ya da başka çalgıcılar, beraber çalışmayı isteyenlerle... Yani Türk ve Arap müziği arasında bir sentez yapabiliriz. Keşke böyle bir şey yapsak. Harika bir iş çıkar; hiç yapılmamış bir şey olur.
Eklemek, söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?
İnsanların birbirini sevmelerini istiyorum. Böylelikle bütün dünya barış içinde yaşayabilir.
Bütün Suriyeli arkadaşlarıma, özellikle müzisyenlere bir şey söylemek istiyorum. hepiniz sizi sevdiğim gibi birbirinizi sevseniz. İnsanların bizi sevmeleri için birbirimizi sevmeliyiz. Hepimiz aynı durumdayız; yurdumuzu terk ettik. Bizler sanatçıyız, yaptığımız müzikle güzel ve kibar bir şekilde bir araya gelmemizi diliyorum. Yapabildiğimiz en güzel şeyi sunalım, bütün insanlara, bütün dünyaya… Biz, Suriyeliler! Teşekkür ederim.