Suriyelilerin Suriye’si (1)

Ateşkes, savaş yorgunu Suriyeliler için ufak bir teselli. Bu teselliyi yok eden ise 5.5 milyon Şamlı'nın içtiği suyun zehredilmesi.

Fehim Taştekin ftastekin@gazeteduvar.com.tr

Lübnan yarım kalmış hesapların ülkesi. Her yanıyla sancılı; kazanın içinde barut, altında ateş. Lübnan’a her geldiğimde 14 yıllık iç savaşın ardından bunca zaman geçmesine rağmen o meşum günlerin yükünü görüyor, hissediyorum. Yanı başında hesaplaşmaların tam ortasında kanayan ülke Suriye. Suriye’nin krizi her açıdan Lübnan’ınkinden çok farklı.

28 Aralık’ta Beyrut’tan Anti-Lübnan Dağları’na tırmandıkça hava buz kesiyor. Toprağın günahlarını örten kar, kirini süpüren sular! Yol kalabalık. “Bu kadar kamyon Suriye yolcusuysa işler epey değişmiş demektir” diye söyleniyorum. Şoför “Yok” diyor. “Bunlar Şitura kentine giden ve gelen araçlar.”

Hakikaten Şitura’dan sonra Mesna ve Cideyde Yabus sınır kapılarına kadar yol handiyse tenha. Hâlbuki güzergâh sorunsuz, çatışmalardan uzak.

Suriye bir yanıyla ölürken diğer yanıyla diriliyor. Bu yolların vızır vızır işlemesi gerekiyor. Şoföre sordum:

- Sınır niye bu kadar tenha?

- Bilmem.

- Neyse yorma kafanı, vardır bir cevabı.

Şam çetin bir savaşla cebelleşen bir ülkenin başkenti gibi karşılamıyor bizi. Şam’dan bakıp ülkenin geri kalanına dair fikir yürütmek yanıltıcı olabilir. Karınca yuvasını andıran caddeleri, çöplerin düzenli kaldırıldığı temiz sokakları, işlek dükkânları, doludizgin akan hayat “Burada asayiş berkemal” dedirtiyor ama bu yöndeki ilk izlenim yanıltıcı. ‘Özgürlükçü’ dünyanın üstünkörü Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) diye sunduğu, Suriyelilerin ise “silahlılar” (musellahin) ya da “teröristler” diye kodladığı İslam Ordusu ve Nusra (Şam’ın Fethi) gibi örgütlerin kontrol ettiği Şam kırsalından ansızın gelip can alan roketler, yer yer yaşanan patlamalar, hayatı çekilmez kılan elektrik ve su kesintileri, artan fiyatlar, kontrol noktalarındaki aramalar ve bundan kaynaklanan trafik, çatışma bölgelerinden kaçan iki milyonu aşkın insanın getirdiği yükler savaşın başkente yansımaları. Yine de devlet mekanizmaları işliyor; toplumsal canlılık ve ekonomik devinim hızından bir şey kaybetmiş değil.

SU VE ATEŞKES

Halep’in Nusra Cephesi, Ahrarü’ş Şam ve Nureddin Zengi gibi silahlı gruplardan kurtarıldıktan sonra başkentin gündemine damgasını vuran iki şey var: Rusya, İran ve Türkiye’nin Moskova’da başlatıp Astana’da devam ettirmeyi kararlaştırdığı yeni süreçten çıkan ateşkes ve musluktan akan ‘terör’. Şam’daki kaynaklara göre Nusra Cephesi, Fije Pınarı’nın da bulunduğu Barada Vadisi’nde su kaynaklarına petrol karıştırdı ve tesisleri bombaladı. Vadi Temmuz 2016’da Nusra’nın 15 askeri infaz etmesiyle gündeme gelmişti.

Şam'ın en önemli içme suyu kaynaklarından Barada Vadisi.

30 Aralık’ta başlayan ateşkese dahil edilmeyen Nusra’nın 5.5 milyon insanı etkileyen su terörü, Türkiye’nin resmi haber kurumu Anadolu Ajansı tarafından iki haberle şöyle servis edildi:

- “Suriye'nin yeni 'Halep'i: Barada Vadisi… Esed ordusu ve Hizbullah, 6 gündür Şam'ın batı kırsalındaki Barada Vadisi'ne yoğun şekilde saldırıyor.”

- “Esed'in ateşkes ihlalleri Barada Vadisi'nde yoğunlaştı… Hizbullah ve Suriye ordusu, bölgedeki su kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek için Barada Vadisi'ni temmuz ayı sonunda kuşatma altına almış, tüm giriş çıkışları kapatmıştı.”

Dünya medyasını sabahtan akşama kadar meşgul eden ateşkesin Şam’da büyük bir heyecan yarattığı söylenemez. Umursanmadığından değil, Türkiye’nin silahlı grupları dizginleme konusundaki taahhüdünü yerine getirebileceğine inanmalarından. Suriye ordusunu asıl zorlayan örgütlerin başında Nusra ve IŞİD geliyor; onlar da ateşkese dahil değiller. Şam’ın ateşkese bakışı “Hiç yoktan iyidir ama derde deva değildir” diye özetlenebilir.

Ateşkesin siyasi çözüm sürecinin önünü açması ihtimalinden bağımsız olarak Suriye’nin silahlı isyan bitinceye kadar sonuna kadar götürmeye kararlı olduğu bir savaş, bir de silahlı grupların silah bırakmasına yönelik bir iç barış süreci var. Şam’daki havaya bakılırsa Astana’da dörtlü zirve olsun ya da olmasın sözünü ettiğimiz çift yönlü strateji devam edecek. Bugüne kadar onlarca yerde silahlı gruplarla pazarlık yapıldı, bunlardan sonuç da alındı. Muhalefetteyken 2012’de hükümete katılmış olan Ulusal Uzlaşma Bakanı Ali Haydar’ın silah bıraktırma çabalarında son zamanlarda Rusya da kolaylaştırıcı rol oynamaya başladı. Başkentteki su krizini önlemek için Barada’da yaptığı arabuluculuk bunun son örneği.

Başkent Şam'da elektrik ve su kesintileri ile yüksek gıda fiyatlarının yanısıra kırsaldan ateşlenen roketler günlük hayatı zorlaştıran en önemli etmenler.

Bunun dışında ateşkesle ilgili tartışmalarda Devlet Başkanı Beşşar el Esad’ın Astana’ya gidip gitmemesi de spekülasyon konusu. Esad’ın Astana’ya koşullara bağlı olarak kendisinin gidebileceği, olmazsa Dışişleri Bakanı Velid Muallim’i gönderebileceği konuşuluyor. Muallim’in sağlık sorunları nedeniyle başka bir isim de gidebilir. Suriyelilere bakılırsa Esad’ın Erdoğan’la aynı masaya oturmasına insanların gönlü el vermiyor. Ancak devletlerarası ilişkiler ve ulusal çıkarların hatırına iki lider masada buluşursa bunu, Esad’ın değil Erdoğan’ın yenilgisi olarak göreceklerini de ekliyorlar. Şam’da üst düzey askeri bir yetkili “Esad gider mi” sorusuna gülerek şu yanıtı verdi:

“Esad’ın gitmese de olur, Putin gidiyor ya! Putin’in orada olması Suriye için garantidir.”

Putin’in Suriye’de bazı çevrelerde “Ebu Ali” kod adıyla anılması boşuna değil!

OLAĞANDIŞI BİR YILBAŞI 

Halep’te elde edilen zafer Şam’daki havayı da etkiliyor. Yılbaşı için her zamankinden daha fazla hazırlık vardı. Dükkânlar geç saatlere kadar açık, eski Şam’ın daracık sokakları kaynıyor, aileler çocuklarıyla dolaşıyordu. Süslenmiş bir çam ağacı ya da Noel Baba kostümlü birini görmeye dursunlar, hemen hatıra fotoğrafı çektiriyorlar. El ele tutuşup gezen genç kadın ve erkeklerin sayısında ciddi bir artış dikkatimi çekti. Aileler gençlere eskisi gibi karışmıyor; sosyal denetim ve baskılar azalmış gözüyor. Bu da savaşın yan etkisi!

Yılbaşı gecesi Bab Tuma ve Bab Şarkî’ye giden yollar üzerinde güvenlik pek sıkıydı. Göreviler ellerinde tabancayı andıran antenli bomba dedektörlerle araçları teker teker kontrol ediyordu.

Eski şehirde daracık sokaklarda küçük ve mütevazı kapıların açıldığı geniş avlulu konaklar Suriye’nin sosyal ve siyasal halini betimliyor. Dışardan basit bir duvar, içerde başka bir dünya. Konakların çoğu ya lokanta, kahvehane ya da otel olarak işletiliyor. Biz dolaşırken yılbaşına özel program yapmayan tek bir yer yoktu. Hepsi rezervliydi. Akşam yemeği için girdiğimiz üç yerin yanıtı aynı oldu:

“Maalesef özel program var, yerimiz yok, servis yapamıyoruz.”

Dördüncü lokantayı insafa getiren “Ya açız, öğlen de yememiştik” serzenişi oldu:

- Program bir saat sonra başlayacak, eğer hızlıca yer kalkarız diyorsanız buyurun.”

- Tamam, anlaştık.

Yemekten sonra oturulacak bir kafe de yok. Tematik bir kafeyi kafadarlar kapatmış, müzik eşliğinde dans ediyordu. Müşterilerin eğlencesine eşlik eden kafe sahibi Türk olduğumuzu öğrenince onca curcuna arasında iğneyi batırdı:

“6 yıl önce Erdoğancıydım. İki ülke dosttu. O zaman buraya gelip giden bir Türk arkadaşımız, ‘Yavaş ol, her şey göründüğü gibi değil’ diye uyardı. Haklı çıktı, biz fena halde yanıldık. Her şeye rağmen Türk halkının iyiliğini istiyorum ama Erdoğan’ın bize yaptığı kötülük maalesef Türkiye’ye de ulaşacak.”

Suriye’de “Türk olmak” bugünlerde biraz sıkıntılı. Elbette kimse sizi taciz etmiyor, size saldırmıyor ya da hakaret etmiyor ama herkesin, Ankara’nın dostluktan düşmanlığa paraşütle geçişine dair söyleyecek birkaç acı sözü var.

Şamlılar yeni yıla havai fişekler ve gerçek fişeklerle girdi. “Yıkılmadık, ayaktayız” dercesine gökyüzü kurşunlandı.

Yılbaşının cafcaflı görüntüsünü geri alsanız da Şam’da hayat en kötü günlerinde bile deviniminden çok az şey kaybetti. Şam en eskiye yaslanıp en yeniye uzanan bir kent. Savaş zamanında bile! Birkaç kez Emevi Camii’nin arka tarafındaki çarşının girişinde yer alan Nofara Kahvehanesi’ne uğradım. Her akşam kırmızı fes ve beyaz cüppesini giyinen meddah, kürsüde hikâye okuma geleneğini sürdürüyor. Bir farkla; hikâyeci Ebu Şadi iki yıl önce ölmüş. Yerinde Ebu Sami oturuyor. Çay için nargile tüttürenlere Memluk Sultanı Baybars’ın hikâyesini okuyordu.

Ticaret hayatı da canlı sayılır. Mithat Paşa ve Hamidiye Çarşısı her zamanki gibi kalabalık. Yakınından geçen Barada nehrinin sularının çekilmesiyle zemininde çöküntülerin oluştuğu Süleymaniye Külliyesi’ne uğradım. Turizm Bakanlığı külliyedeki dükkânları yenilemiş. Hamalı dokumacı Münir Müsaddi tezgâhının başında peşkir dokumaya devam ediyor.

HALEP YOLU HÂLÂ MEŞAKKATLİ

Yeni yılın ilk gününde sabahın köründe Halep yolcusuyum. Yol arkadaşım Şam’da gazetecilik yapan Hediye Levent.

Bab Tuma’nın sokakları tenha, yerlerde yılbaşı gecesinden kalan mermi kovanları. Bir çöpçü bir de muaccenad (peynirli, kıymalı ve ıspanaklı minik pideler) yapan fırın iş başında.

İslam Devleti’nin (İD) zaman zaman çölden gelerek kestiği Humus-Hanasır yolu, geçen yıla göre daha istikrarlı. 2015’teki seyahatim sırasında yolda tamir çalışmaları vardı. Hasat mevsimi geçtiğinden yük kamyonlarının sayısı daha az. Yolun güvenliğini sık aralıklarla kurulmuş gözetleme noktalarındaki askerler sağlıyor.

Humus ve Hama üzerinden Halep’e çıkan otoban kırsaldaki Nusra ve müttefiklerinin hakimiyeti yüzünden kapalı. Alternatif yol Humus’un kuzeyindeki Nusra ile kuzeydoğuda İD’in kontrol ettiği bölgelerin arasından önce Selemiye’ye, ardından doğudaki Isriye’ye, sonra Rakka yolu sapağından kuzeydeki Hanasır ve Safira’ya, ardından Halep’e çıkıyor. Sürücülerin bir an önce bitirmek için gaza bastığı bir yol. Bu yolu açmak için verilen savaş Hanasır ve Safira’yı harabeye çevirdi. Havaalanı yolu açılmış ama kurtarılmış bölgeler ulaşıma el vermediğinden yine güneyde Sukkari ve Selahaddin’in altından Halep’e giriyoruz.

Bu yazı ilk olarak Al-Monitor'da yayınlanmıştır.

Tüm yazılarını göster