Suriye’ye müdahale: Jeopolitik ve rejim inşası

Rejim inşası için başvurulabilecek yegane araçlar şiddete veya şiddet tehdidine dayalı emr-i vaki hamleleridir. Fırat Kalkanı operasyonunu bu bağlamda ele almak gerekmektedir.

Sinan Birdal sbirdal@gazeteduvar.com.tr

Fırat Kalkanı operasyonunu sadece jeostrateji veya dış politika güdümlü bir hamle olarak ele almak eksik ve yanlış olur. Operasyonun temel itici gücü Türkiye’deki rejim inşa sürecindeki ittifaklardır. Bu ittifaklar an itibarıyla geçici bir niteliktedir ve rejim bir türlü istikrara - kararlı bir dengeye - kavuşamamaktadır. Geçtiğimiz on yıl iktidara ortak veya ortaklığa talip olmuş tüm aktörlere yaptıkları ittifaklara güvenmemeleri gerektiğini, ittifakın sadece husumetten bir önceki an olduğunu, husumet başlayınca ittifakın faturasının çok ağır bir bedel dayattığını göstermiştir. Rejimi oluşturan müttefik güçler statükonun geçiciliğinin farkında olduklarından, birbirlerine güvenmemekte, birbirlerine karşı hamle ve karşı-hamle kabiliyetlerini korumak istemektedirler. Bu farkındalık cumhuriyet tarihinde eşi benzerine rastlanmamış bir sıcaklıkta kaynayan cadı kazanında etkisini ve kapsamını çok daha arttırmıştır: Tasfiyeler mevcut rejimin temel özelliğidir. 15 Temmuz sonrasındaki “Milli Mutabakatın” akıbetinin gösterdiği gibi bu ortamda hiçbir uzlaşmanın kalıcılaşması beklenemez. Rejim inşası için başvurulabilecek yegane araçlar şiddete veya şiddet tehdidine dayalı emr-i vaki hamleleridir. Fırat Kalkanı operasyonunu bu bağlamda ele almak gerekmektedir.

SİYASAL DÜZEN: AKP-MHP-CHP

Şu tespitle başlayalım: Fırat Kalkanı operasyonu, Erdoğan yönetimine iktidarının en zayıf noktası haline gelmiş Suriye politikasında muhalefeti tasfiye etme, şiddet tekelini eline geçirme ve askeri bürokrasiye hükmetme kabiliyetini bahşetmiştir. Erdoğan’a bu olanağı sunan olgu özellikle ana muhalefetin Kürt sorunu konusunda gösterdiği basiretsizlik ve şiddetin yükseldiği koşullarda Kürt karşıtı bir siyasetin toplumun çoğunluğunda gördüğü karşılıktır. “Dişe diş, kana kan” şeklinde ifade edilebilecek intikamcı bir politika bir yandan muhalefeti tasfiye etmiş, diğer yandan toplumu militarize etmiştir. Bu koşullarda dört yıldır Suriye’de sürdürülen yanlış politikalarının iflas ettiğini bizzat itiraf eden iktidar temsilcileri kimseye hesap vermek durumunda kalmadan Türkiye’yi sınır ötesi bir savaşa dahil edebilmiştir.

Suriye politikasının faturasının ağırlığından şikayet eden halkın Suriye’de yeni ve faturası daha da ağır bir maceraya razı olmasının acayipliği için başta ana muhalefet partisi CHP ve iktidar ortağı MHP’ye teşekkür borçluyuz. Her iki parti de siyasal düzenin açmazlarını sergileyecek ölçüde düzen partisi olduklarını kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde kanıtladılar. Siyasal düzeni, düzeni oluşturan aktörlerden herhangi birine - AKP’ye - indirgemek sık rastladığımız yanlış bir akıl yürütmedir. Bu, örneğin kapitalizmi piyasadaki büyük holdinglerden birine indirgemeye benzer. Sonuçta düzen farklı, kimi zaman birbiriyle çatışan ama sonuçta birbirini tamamlayan unsurlardan oluşur. Mevcut siyasal düzende her iki düzen partisi de siyasal düzenin değişmesini sağlayacak toplumsal güçlerin siyasallaşmasını engelleyerek AKP iktidarının mütemmim cüzü olan bir muhalefet oluşturmaktadır.

2014 TEZKERESİ: MAHCUP MUHALEFET

CHP üzerinden meseleye biraz daha yakından bakalım: 2 Ekim 2014’te TBMM’de görüşülen ve TSK’ye Suriye ve Irak’a sınır ötesi operasyon yetkisi veren tezkere 98 milletvekilinin karşı oyuna karşı 298 milletvekilinin kabul oyuyla kabul edildi. Tezkere için AKP ve MHP’nin kabul, CHP ve HDP’nin ret oyu verdiği basına yansıdı. Tezkere oylaması esnasında TBMM'de 312 AKP’li, 130 CHP’li, 52 MHP’li, 27 HDP’li, 14 bağımsız ve 1 DBP’li milletvekili bulunmaktaydı. Dolayısıyla rakamlar CHP’nin daha o zaman mahcup bir muhalefet yaptığını ortaya koyuyor. AKP tezkere için o kadar rahattı ki o sırada Hac ziyareti için Mekke’de bulunan 46 milletvekilini Ankara’ya bile çağırmamıştı. (BBC Türkçe, 02.10.2014; http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141002_tezkere_canli)

Tezkere görüşmelerinde söz alan CHP ve MHP vekillerinin tavırları rakamlardan çok daha ilginç. Şahsı adına söz alan CHP İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk “Obama'nın yapmak istemediği harekatı orada Türk askerine siz mi yaptıracaksınız?” diye AKP’ye çıkışırken, CHP Grup Başkan Vekili Mehmet Akif Hamzaçebi, “Sizin niyetiniz IŞİD'le mücadele etmek değil, Esad'la daha önce göremediğiniz hesabı görmek” diyordu. Hamzaçebi, hükümeti “IŞİD'i besleyip büyüten sizsiniz...Türkiye Cumhuriyeti hükümeti” diye suçlarken, Korutürk “Eğer bu tezkere geçer ve orada bir askerimiz hayatını kaybederse, bu başbakanı Yüce Divan'a götürür” şeklinde tehditler savuruyordu. Grup adına söz alan CHP Adana Milletvekili Faruk Loğoğlu da, Türkiye’nin “Güvenli bölge ya da uçuşa yasak bölge fantezilerinin parçası olmaması gerektiğini” vurguluyordu. Her zamanki gibi akıllara durgunluk veren en ilginç açıklamayı MHP yapıyor. Mersin Milletvekili Mehmet Şandır pozisyonlarını aynen şöyle ifade ediyordu: “MHP olarak biz, hükümete istediği yetkinin verilmesinden yanayız. Bu tavrımız AKP hükümetinin politikalarını tasvip ettiğimiz anlamını taşımaz.” (BBC Türkçe, 02.10.2014; http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141002_tezkere_canli)

2015 TEZKERESİ: MAHCUP DESTEK 

Ekim 2014 tezkeresinin üstünden yaklaşık bir sene sonra 3 Eylül 2015’te, 7 Haziran seçimleriyle 1 Kasım seçimleri arasında yeni bir tezkere oylaması gerçekleşti. Bu oylamada rejim değişikliğinin CHP üstündeki etkisini görmek mümkündü. 14 Ağustos’ta Erdoğan Rize’de fiili güç rejimini ilan etmiş, anayasanın fiili duruma uydurulması gerektiğini söylemiş, bir cenazede tabut başında halktan zafer için fedakarlık talep etmişti. TBMM’deki görüşmelerde CHP adına söz alacak İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın ifadeleri partinin pozisyonunu eksiksiz dile getiriyordu: “AKP'nin izlediği yanlış siyasetin IŞİD'i güçlendirdiğini ortaya koyacağız. Genel Başkanımızın sürekli tekrarladığı gibi, biz ‘önce Türkiye’ diyen bir siyasi partiyiz. Bütün bu yanlış hareketlerin Türk insanını nasıl olumsuz etkilediğini ortaya koyacağız. Ancak Türk insanının, bir daha Suruç gibi felaketler yaşamaması için evet oyu verme eğilimindeyiz. Ancak bu durum, AKP'nin gerekçeleriyle hemfikir olduğumuzu göstermez." (Hürriyet, 02.09.2015; http://www.hurriyet.com.tr/chp-suriye-tezkeresine-evet-oyu-verecek-29969053)

Doğrudan Şam rejimini hedef aldığı için 2014 tezkeresini reddettiklerini söyleyen CHP Grup Başkanvekili Engin Altay ise yeni tezkerenin farklı bir hedefi olduğunu iddia ediyordu: “Şu an Türkiye, PKK ve IŞİD terör örgütlerinin ciddi saldırısıyla karşı karşıya. Bu iki terör örgütü de Irak ve Suriye merkezli. Bu bakımdan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elini zorlaştıracak bir hamle içinde olmamız düşünülemez.” (BBC Türkçe, 03.09.2016; http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/09/150903_meclis_tezkere)

2016 FIRAT KALKANI: SAVRULMA

Suruç gibi felaketlerin tezkereyle nasıl önleneceği o zamandan bu zaman esrarını korudu. T24’ten Rabia Çetin’in Haziran ayı sonunda hazırladığı bilançoya göre 1 yıl içerisinde 17 kez canlı bomba saldırısı düzenlenmiş, bu saldırılarda 298 kişi hayatını kaybetmiş, bine yakın insan yaralanmıştı (T24, 29.06.2016, http://t24.com.tr/haber/1-yilda-17-bombali-saldiri-294-kisi-oldu-bine-yakin-insan-yaralandi,347661).

24 Ağustos 2016’da TSK Cerablus’a girerken CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Selin Sayek Böke şu açıklamayı yapıyordu: “Kendi insanlarımızı kendi sınırlarımız içerisinde bu örgüte karşı koruyamıyoruz. Hükümet de, topyekun mücadeleyi ortaya koymuş değil. Bir kez daha açık bir çağrıda bulunuyoruz, sadece Cerablus'da değil kendi topraklarımızda da mücadeleye davet ediyoruz” (Hürriyet, 24.08.2016; http://www.hurriyet.com.tr/chpden-firat-kalkani-operasyonuna-ilk-tepki-40207042). Böke’nin açıklaması Kılıçdaroğlu’nun 25 Temmuz’da Saray’a huzura çıkması ve katılmayacağını açıkladıktan sonra katılmaya karar verdiği 7 Ağustos Yenikapı mitingiyle benzer kavşakları dönmeye çalışan bir siyasi hat izliyordu.

Böke’nin açıklamasının ertesi günü partisinin MYK toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu hükümete yakın Sabah gazetesinin “şartlı destek” olarak tanımladığı bir pozisyonu benimsedi: “Aralık 2013’te sadece IŞİD ile mücadele edecekseniz biz bu tezkereye evet deriz demiştim. Ama amaçları IŞİD ile mücadele etmek değildi. AKP’nin Suriye politikalarının ne kadar yanlış olduğu, CHP’nin ne kadar haklı olduğu bugün bir kez daha ortaya çıkıyor. Umarız Cerablus’ta başlatılan IŞİD ile mücadele; Türkiye’de Türkiye IŞİD’ine yönelik olarak da sürer” (Sabah, 25.08.2016; http://www.sabah.com.tr/gundem/2016/08/25/chpden-cerablus-operasyonuna-sartli-destek).

İki gün sonra CNN Türk televizyonuna verdiği demeçte ana muhalefet lideri neredeyse hükümet politikasını kendi politikası ilan etmekteydi: “Türkiye'nin Cerablus'a girmesini bu konuda Suriye'ye, Rusya'ya ABD'ye bilgi verilmesini olumlu karşılıyoruz. Biz 2014'te girilmesini dile getirdik. Hükümet Suriye'ye operasyon düzenlemekte geç kaldı. Her ülke kendi güvenliğini sağlamak zorunludur. Bizim ordumuzun geleneği var. Barış için gidiyoruz... Ben Türkiye'nin izlediği dış politikanın 180 derece değişmesini istemiştim. Bugün Türkiye o sürecin içinde. Binali Bey dış politikayı 180 derece değiştirmek istiyor. Bunu olumlu buluyorum. Bu sonuçta CHP'nin önerdiği ve onların da kabul ettiği bir gerçek. Suriye konusunu çözeceğiz diyor ve çözülmeli. Esad takıntısı üzerinden Suriye politikasını çözemezsin. O takıntı aşılmak zorunda. Aşılıyor gibi” (CNN Türk, 27.08.2016).

8 Eylül’de ise CHP’nin Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz partisinin Edirne İl Başkanlığı’nda daha da ileri gidiyor, AKP stratejisini AKP’den daha iyi uygulayabileceğini iddia ediyordu: “Bu operasyonun bizim için iki önemi vardı. Bir tanesi katil terör örgütü IŞİD’in sınırlarımızdan kovulmasıydı, bu gerçekleşmiş oldu. İkincisi ise PYD’nin sınırın hemen güneyinde Cerablus’tan Afrin’e bir koridor oluşturmasının engellemesiyle ki bu da sağlanmış oldu. Burada soru şudur; ‘Bu operasyon ne kadar derinliğe gidecek?’, ‘Suriye’de ne kadar derine inecek?’. İkincisi, ‘Türk askeri burada ne kadar kalacak?’. Üçüncüsü, ‘Ne kadar asker bu alanı kontrol edecek?’. Dördüncüsü, ‘Bu operasyonun siyasi bir ayağı var mı? Türkiye’nin elini güçlendirsin ve Suriye’nin geleceğinde Türkiye’nin tekrar söz hakkı tanısın’. Şimdi burada diğerleri genel olarak askeri alanlarla alakalı ama son soru Türkiye’nin Suriye’nin genelinde, toprak bütünlüğünde, o bölgede kaybettiği irtifayı tekrar kazanabilmek için ve Suriye’nin geleceğinde söz hakkı elde edebilmek için bir siyasi ayağı var mı? Bu maalesef eksik görülüyor. Onun için askeri stratejinin siyasi bir ayağı olmadığı zaman, askeri olarak elde ettiğiniz kazanımlar, siyasi olarak kazanıma dönüşemez ve dönüşemediği zaman da kaybolur” (Milliyet, 09.09.2016; http://www.milliyet.com.tr/chp-genel-baskan-yardimcisi-yilmaz-dan-edirne-yerelhaber-1547523/).

SURİYE POLİTİKASI YENİ REJİMİN ANAHTARIDIR

CHP’nin giderek savrulan pozisyonunu şöyle özetlemek mümkün:

1) Parti Suriye’ye müdahaleye mahcup muhalefetten, mahcup desteğe, oradan da aslında bu askeri operasyonu daha başarılı gerçekleştirebileceği tezini işlediği bir pozisyona savrulmuştur. Bütün bu pozisyonları üç yıl gibi kısa bir zamanda değiştiren ve gerektiğinde fırsatçı bir biçimde eski bir pozisyonu tekrar öne çıkaran parti tutarlı bir hat izleyememiş, hakiki bir muhalefet yapamamıştır.

2) PYD’ye ilişkin CHP’nin askeri müdahaleyi savunarak sonunda AKP’yle aynı hatta gelmesi Kürt sorununa dair AKP’den farklı bir politika üretememesinden kaynaklanmaktadır. CHP’nin askeri yöntemlerden ziyade sivil siyaseti önceleyen bir yaklaşımı olsaydı çözüm sürecinin bitirilmesinde de, PYD ve Rojava konusunda da ciddi olarak AKP’den farklılaşırdı.

3) Kendi temsilcilerinin dahil olmadığı kapalı kapılar ardında yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında belirlenen politikaları tartışmadan, “Önce Türkiye” şiarıyla benimseyen ve benimseten CHP’nin rejimin demokratikleşmesi konusunda herhangi bir umut vermesi söz konusu değildir. Militarizm ve savaş karşıtı pozisyonların Türkiye’yi öncelikleştirmediğini, ulusal çıkara aykırı olduğunu ima ederek bu pozisyonların kriminalize edilmesine katkıda bulunan böyle bir yaklaşımın muhalefet işlevini yerine getiremeyeceği gün gibi aşikardır. Tek adam rejimine gidildiğinden endişe ediyorsa ana muhalefetin bu tutumun tersine tüm muhalif pozisyonların ifade edilmesine olanak sağlayan bir siyaset izlemesi gerekirdi. Nitekim partinin ağzından düşürmediği güçler ayrılığının geçerli olması için tam da şiddet araçlarının kullanımının kamusal alanda tartışılabilir hale gelmesi gerekmektedir.

4) “Birliğe, bütünlüğe her zamankinden çok ihtiyaç duyulan günlerde” ana muhalefete de, CHP’ye de ihtiyaç yoktur. Galya Caesar, İtalya Napoléon, Kırım Putin için ne ise Suriye Erdoğan için odur: Suriye politikası yeni rejimin anahtarıdır.

Tüm yazılarını göster