Fırat Kalkanı operasyonunu sadece jeostrateji veya dış politika
güdümlü bir hamle olarak ele almak eksik ve yanlış olur.
Operasyonun temel itici gücü Türkiye’deki rejim inşa sürecindeki
ittifaklardır. Bu ittifaklar an itibarıyla geçici bir niteliktedir
ve rejim bir türlü istikrara - kararlı bir dengeye -
kavuşamamaktadır. Geçtiğimiz on yıl iktidara ortak veya ortaklığa
talip olmuş tüm aktörlere yaptıkları ittifaklara güvenmemeleri
gerektiğini, ittifakın sadece husumetten bir önceki an olduğunu,
husumet başlayınca ittifakın faturasının çok ağır bir bedel
dayattığını göstermiştir. Rejimi oluşturan müttefik güçler
statükonun geçiciliğinin farkında olduklarından, birbirlerine
güvenmemekte, birbirlerine karşı hamle ve karşı-hamle
kabiliyetlerini korumak istemektedirler. Bu farkındalık cumhuriyet
tarihinde eşi benzerine rastlanmamış bir sıcaklıkta kaynayan cadı
kazanında etkisini ve kapsamını çok daha arttırmıştır: Tasfiyeler
mevcut rejimin temel özelliğidir. 15 Temmuz sonrasındaki “Milli
Mutabakatın” akıbetinin gösterdiği gibi bu ortamda hiçbir
uzlaşmanın kalıcılaşması beklenemez. Rejim inşası için
başvurulabilecek yegane araçlar şiddete veya şiddet tehdidine
dayalı emr-i vaki hamleleridir. Fırat Kalkanı operasyonunu bu
bağlamda ele almak gerekmektedir.
SİYASAL DÜZEN: AKP-MHP-CHP
Şu tespitle başlayalım: Fırat Kalkanı operasyonu, Erdoğan
yönetimine iktidarının en zayıf noktası haline gelmiş Suriye
politikasında muhalefeti tasfiye etme, şiddet tekelini eline
geçirme ve askeri bürokrasiye hükmetme kabiliyetini bahşetmiştir.
Erdoğan’a bu olanağı sunan olgu özellikle ana muhalefetin Kürt
sorunu konusunda gösterdiği basiretsizlik ve şiddetin yükseldiği
koşullarda Kürt karşıtı bir siyasetin toplumun çoğunluğunda gördüğü
karşılıktır. “Dişe diş, kana kan” şeklinde ifade edilebilecek
intikamcı bir politika bir yandan muhalefeti tasfiye etmiş, diğer
yandan toplumu militarize etmiştir. Bu koşullarda dört yıldır
Suriye’de sürdürülen yanlış politikalarının iflas ettiğini bizzat
itiraf eden iktidar temsilcileri kimseye hesap vermek durumunda
kalmadan Türkiye’yi sınır ötesi bir savaşa dahil edebilmiştir.
Suriye politikasının faturasının ağırlığından şikayet eden
halkın Suriye’de yeni ve faturası daha da ağır bir maceraya razı
olmasının acayipliği için başta ana muhalefet partisi CHP ve
iktidar ortağı MHP’ye teşekkür borçluyuz. Her iki parti de siyasal
düzenin açmazlarını sergileyecek ölçüde düzen partisi olduklarını
kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde kanıtladılar. Siyasal düzeni,
düzeni oluşturan aktörlerden herhangi birine - AKP’ye - indirgemek
sık rastladığımız yanlış bir akıl yürütmedir. Bu, örneğin
kapitalizmi piyasadaki büyük holdinglerden birine indirgemeye
benzer. Sonuçta düzen farklı, kimi zaman birbiriyle çatışan ama
sonuçta birbirini tamamlayan unsurlardan oluşur. Mevcut siyasal
düzende her iki düzen partisi de siyasal düzenin değişmesini
sağlayacak toplumsal güçlerin siyasallaşmasını engelleyerek AKP
iktidarının mütemmim cüzü olan bir muhalefet oluşturmaktadır.
2014 TEZKERESİ: MAHCUP MUHALEFET
CHP üzerinden meseleye biraz daha yakından bakalım: 2 Ekim
2014’te TBMM’de görüşülen ve TSK’ye Suriye ve Irak’a sınır ötesi
operasyon yetkisi veren tezkere 98 milletvekilinin karşı oyuna
karşı 298 milletvekilinin kabul oyuyla kabul edildi. Tezkere için
AKP ve MHP’nin kabul, CHP ve HDP’nin ret oyu verdiği basına
yansıdı. Tezkere oylaması esnasında TBMM'de 312 AKP’li, 130 CHP’li,
52 MHP’li, 27 HDP’li, 14 bağımsız ve 1 DBP’li milletvekili
bulunmaktaydı. Dolayısıyla rakamlar CHP’nin daha o zaman mahcup bir
muhalefet yaptığını ortaya koyuyor. AKP tezkere için o kadar
rahattı ki o sırada Hac ziyareti için Mekke’de bulunan 46
milletvekilini Ankara’ya bile çağırmamıştı. (BBC Türkçe,
02.10.2014; http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141002_tezkere_canli)
Tezkere görüşmelerinde söz alan CHP ve MHP vekillerinin
tavırları rakamlardan çok daha ilginç. Şahsı adına söz alan CHP
İstanbul Milletvekili Osman Taney Korutürk “Obama'nın yapmak
istemediği harekatı orada Türk askerine siz mi yaptıracaksınız?”
diye AKP’ye çıkışırken, CHP Grup Başkan Vekili Mehmet Akif
Hamzaçebi, “Sizin niyetiniz IŞİD'le mücadele etmek değil, Esad'la
daha önce göremediğiniz hesabı görmek” diyordu. Hamzaçebi, hükümeti
“IŞİD'i besleyip büyüten sizsiniz...Türkiye Cumhuriyeti hükümeti”
diye suçlarken, Korutürk “Eğer bu tezkere geçer ve orada bir
askerimiz hayatını kaybederse, bu başbakanı Yüce Divan'a götürür”
şeklinde tehditler savuruyordu. Grup adına söz alan CHP Adana
Milletvekili Faruk Loğoğlu da, Türkiye’nin “Güvenli bölge ya da
uçuşa yasak bölge fantezilerinin parçası olmaması gerektiğini”
vurguluyordu. Her zamanki gibi akıllara durgunluk veren en ilginç
açıklamayı MHP yapıyor. Mersin Milletvekili Mehmet Şandır
pozisyonlarını aynen şöyle ifade ediyordu: “MHP olarak biz,
hükümete istediği yetkinin verilmesinden yanayız. Bu tavrımız AKP
hükümetinin politikalarını tasvip ettiğimiz anlamını taşımaz.” (BBC
Türkçe, 02.10.2014; http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141002_tezkere_canli)
2015 TEZKERESİ: MAHCUP DESTEK
Ekim 2014 tezkeresinin üstünden yaklaşık bir sene sonra 3 Eylül
2015’te, 7 Haziran seçimleriyle 1 Kasım seçimleri arasında yeni bir
tezkere oylaması gerçekleşti. Bu oylamada rejim değişikliğinin CHP
üstündeki etkisini görmek mümkündü. 14 Ağustos’ta Erdoğan Rize’de
fiili güç rejimini ilan etmiş, anayasanın fiili duruma uydurulması
gerektiğini söylemiş, bir cenazede tabut başında halktan zafer için
fedakarlık talep etmişti. TBMM’deki görüşmelerde CHP adına söz
alacak İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın ifadeleri partinin
pozisyonunu eksiksiz dile getiriyordu: “AKP'nin izlediği yanlış
siyasetin IŞİD'i güçlendirdiğini ortaya koyacağız. Genel
Başkanımızın sürekli tekrarladığı gibi, biz ‘önce Türkiye’ diyen
bir siyasi partiyiz. Bütün bu yanlış hareketlerin Türk insanını
nasıl olumsuz etkilediğini ortaya koyacağız. Ancak Türk insanının,
bir daha Suruç gibi felaketler yaşamaması için evet oyu verme
eğilimindeyiz. Ancak bu durum, AKP'nin gerekçeleriyle hemfikir
olduğumuzu göstermez." (Hürriyet, 02.09.2015; http://www.hurriyet.com.tr/chp-suriye-tezkeresine-evet-oyu-verecek-29969053)
Doğrudan Şam rejimini hedef aldığı için 2014 tezkeresini
reddettiklerini söyleyen CHP Grup Başkanvekili Engin Altay ise yeni
tezkerenin farklı bir hedefi olduğunu iddia ediyordu: “Şu an
Türkiye, PKK ve IŞİD terör örgütlerinin ciddi saldırısıyla karşı
karşıya. Bu iki terör örgütü de Irak ve Suriye merkezli. Bu
bakımdan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin elini zorlaştıracak bir hamle
içinde olmamız düşünülemez.” (BBC Türkçe, 03.09.2016; http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/09/150903_meclis_tezkere)
2016 FIRAT KALKANI: SAVRULMA
Suruç gibi felaketlerin tezkereyle nasıl önleneceği o zamandan
bu zaman esrarını korudu. T24’ten Rabia Çetin’in Haziran ayı
sonunda hazırladığı bilançoya göre 1 yıl içerisinde 17 kez canlı
bomba saldırısı düzenlenmiş, bu saldırılarda 298 kişi hayatını
kaybetmiş, bine yakın insan yaralanmıştı (T24, 29.06.2016, http://t24.com.tr/haber/1-yilda-17-bombali-saldiri-294-kisi-oldu-bine-yakin-insan-yaralandi,347661).
24 Ağustos 2016’da TSK Cerablus’a girerken CHP Genel Başkan
Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Selin Sayek Böke şu açıklamayı
yapıyordu: “Kendi insanlarımızı kendi sınırlarımız içerisinde bu
örgüte karşı koruyamıyoruz. Hükümet de, topyekun mücadeleyi ortaya
koymuş değil. Bir kez daha açık bir çağrıda bulunuyoruz, sadece
Cerablus'da değil kendi topraklarımızda da mücadeleye davet
ediyoruz” (Hürriyet, 24.08.2016; http://www.hurriyet.com.tr/chpden-firat-kalkani-operasyonuna-ilk-tepki-40207042).
Böke’nin açıklaması Kılıçdaroğlu’nun 25 Temmuz’da Saray’a huzura
çıkması ve katılmayacağını açıkladıktan sonra katılmaya karar
verdiği 7 Ağustos Yenikapı mitingiyle benzer kavşakları dönmeye
çalışan bir siyasi hat izliyordu.
Böke’nin açıklamasının ertesi günü partisinin MYK toplantısında
konuşan Kılıçdaroğlu hükümete yakın Sabah gazetesinin “şartlı
destek” olarak tanımladığı bir pozisyonu benimsedi: “Aralık 2013’te
sadece IŞİD ile mücadele edecekseniz biz bu tezkereye evet deriz
demiştim. Ama amaçları IŞİD ile mücadele etmek değildi. AKP’nin
Suriye politikalarının ne kadar yanlış olduğu, CHP’nin ne kadar
haklı olduğu bugün bir kez daha ortaya çıkıyor. Umarız Cerablus’ta
başlatılan IŞİD ile mücadele; Türkiye’de Türkiye IŞİD’ine yönelik
olarak da sürer” (Sabah, 25.08.2016; http://www.sabah.com.tr/gundem/2016/08/25/chpden-cerablus-operasyonuna-sartli-destek).
İki gün sonra CNN Türk televizyonuna verdiği demeçte ana
muhalefet lideri neredeyse hükümet politikasını kendi politikası
ilan etmekteydi: “Türkiye'nin Cerablus'a girmesini bu konuda
Suriye'ye, Rusya'ya ABD'ye bilgi verilmesini olumlu karşılıyoruz.
Biz 2014'te girilmesini dile getirdik. Hükümet Suriye'ye operasyon
düzenlemekte geç kaldı. Her ülke kendi güvenliğini sağlamak
zorunludur. Bizim ordumuzun geleneği var. Barış için gidiyoruz...
Ben Türkiye'nin izlediği dış politikanın 180 derece değişmesini
istemiştim. Bugün Türkiye o sürecin içinde. Binali Bey dış
politikayı 180 derece değiştirmek istiyor. Bunu olumlu buluyorum.
Bu sonuçta CHP'nin önerdiği ve onların da kabul ettiği bir gerçek.
Suriye konusunu çözeceğiz diyor ve çözülmeli. Esad takıntısı
üzerinden Suriye politikasını çözemezsin. O takıntı aşılmak
zorunda. Aşılıyor gibi” (CNN Türk, 27.08.2016).
8 Eylül’de ise CHP’nin Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan
Yardımcısı Öztürk Yılmaz partisinin Edirne İl Başkanlığı’nda daha
da ileri gidiyor, AKP stratejisini AKP’den daha iyi
uygulayabileceğini iddia ediyordu: “Bu operasyonun bizim için iki
önemi vardı. Bir tanesi katil terör örgütü IŞİD’in sınırlarımızdan
kovulmasıydı, bu gerçekleşmiş oldu. İkincisi ise PYD’nin sınırın
hemen güneyinde Cerablus’tan Afrin’e bir koridor oluşturmasının
engellemesiyle ki bu da sağlanmış oldu. Burada soru şudur; ‘Bu
operasyon ne kadar derinliğe gidecek?’, ‘Suriye’de ne kadar derine
inecek?’. İkincisi, ‘Türk askeri burada ne kadar kalacak?’.
Üçüncüsü, ‘Ne kadar asker bu alanı kontrol edecek?’. Dördüncüsü,
‘Bu operasyonun siyasi bir ayağı var mı? Türkiye’nin elini
güçlendirsin ve Suriye’nin geleceğinde Türkiye’nin tekrar söz hakkı
tanısın’. Şimdi burada diğerleri genel olarak askeri alanlarla
alakalı ama son soru Türkiye’nin Suriye’nin genelinde, toprak
bütünlüğünde, o bölgede kaybettiği irtifayı tekrar kazanabilmek
için ve Suriye’nin geleceğinde söz hakkı elde edebilmek için bir
siyasi ayağı var mı? Bu maalesef eksik görülüyor. Onun için askeri
stratejinin siyasi bir ayağı olmadığı zaman, askeri olarak elde
ettiğiniz kazanımlar, siyasi olarak kazanıma dönüşemez ve
dönüşemediği zaman da kaybolur” (Milliyet, 09.09.2016; http://www.milliyet.com.tr/chp-genel-baskan-yardimcisi-yilmaz-dan-edirne-yerelhaber-1547523/).
SURİYE POLİTİKASI YENİ REJİMİN ANAHTARIDIR
CHP’nin giderek savrulan pozisyonunu şöyle özetlemek mümkün:
1) Parti Suriye’ye müdahaleye mahcup
muhalefetten, mahcup desteğe, oradan da aslında bu askeri
operasyonu daha başarılı gerçekleştirebileceği tezini işlediği bir
pozisyona savrulmuştur. Bütün bu pozisyonları üç yıl gibi kısa bir
zamanda değiştiren ve gerektiğinde fırsatçı bir biçimde eski bir
pozisyonu tekrar öne çıkaran parti tutarlı bir hat izleyememiş,
hakiki bir muhalefet yapamamıştır.
2) PYD’ye ilişkin CHP’nin askeri müdahaleyi
savunarak sonunda AKP’yle aynı hatta gelmesi Kürt sorununa dair
AKP’den farklı bir politika üretememesinden kaynaklanmaktadır.
CHP’nin askeri yöntemlerden ziyade sivil siyaseti önceleyen bir
yaklaşımı olsaydı çözüm sürecinin bitirilmesinde de, PYD ve Rojava
konusunda da ciddi olarak AKP’den farklılaşırdı.
3) Kendi temsilcilerinin dahil olmadığı kapalı
kapılar ardında yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında
belirlenen politikaları tartışmadan, “Önce Türkiye” şiarıyla
benimseyen ve benimseten CHP’nin rejimin demokratikleşmesi
konusunda herhangi bir umut vermesi söz konusu değildir. Militarizm
ve savaş karşıtı pozisyonların Türkiye’yi öncelikleştirmediğini,
ulusal çıkara aykırı olduğunu ima ederek bu pozisyonların
kriminalize edilmesine katkıda bulunan böyle bir yaklaşımın
muhalefet işlevini yerine getiremeyeceği gün gibi aşikardır. Tek
adam rejimine gidildiğinden endişe ediyorsa ana muhalefetin bu
tutumun tersine tüm muhalif pozisyonların ifade edilmesine olanak
sağlayan bir siyaset izlemesi gerekirdi. Nitekim partinin ağzından
düşürmediği güçler ayrılığının geçerli olması için tam da şiddet
araçlarının kullanımının kamusal alanda tartışılabilir hale gelmesi
gerekmektedir.
4) “Birliğe, bütünlüğe her zamankinden çok
ihtiyaç duyulan günlerde” ana muhalefete de, CHP’ye de ihtiyaç
yoktur. Galya Caesar, İtalya Napoléon, Kırım Putin için ne ise
Suriye Erdoğan için odur: Suriye politikası yeni rejimin
anahtarıdır.