Şubat ayının sonlarında, CHP Gençlik Kolları, taa Şili’den Eugenio Francisco Garcia Ferrada’yı ülkemize davet etmiş, o da gelmiş. Kim bu adam, nereye gelmiş, niye gelmiş, kimlerle konuşmuş, ne demiş, neler olmuş? Anlatacağım. (Çok sakin ve olgun bir ses tonuyla anlatıyormuş gibi yapacağım ama pek sakin değilim. Olgun, hiç değilim.)
1988 yılında, Şili’nin zulümlere ve iktidara doymayan diktatörü Pinochet, halka “Sizi yönetmeye devam edeyim mi?” diye sordu. Referandumdan “hayır” çıktı. Pinochet kaybetti ve (her anlamda) yıkıldı.
İşte o dönem, bu “hayır” kampanyasının başındaki reklamcılardan biri Eugenio Francisco Garcia Ferrada. O dönem, 36 yaşında parlak bir reklamcıymış. “Bay NO”, “Hayır kampanyasının beyni”, “Pinochet’yi deviren efsane reklamcı”, “Şili tarihini değiştiren adam” gibi birtakım ek isimleri de var.
Kendisi, bu aralar bizde de çok konuşulan (Digiturk’un film listesinden aniden çıkarılan) “NO” filmine ilham kaynağı olan kişi aynı zamanda. Film, “biraz gerçekçi, biraz kurmaca” diye tanımlanıyor. “Belgesel gibi ama tam olarak da değil” diye de tanımlanıyor. Bence, tanımlamak yerine, oturup seyretmek daha iyi.
Filmde, aynen gerçekte olduğu gibi, Şili’deki referandumdan 27 gün önce, hem “evet”çilere hem de “hayır”cılara, propaganda süresi tanınıyor. İki tarafa da ulusal kanalda (Şili’nin TRT’si diyebiliriz) her akşam 15 dakika söz hakkı veriliyor. (Filmdeki kaykayla dolaşan reklamcı karakter, gerçek hayatta kampanyayı yaratan iki kişinin birleşimi. Bu yüzden bizim Ferrada’nın adı geçmiyor filmde.) Gökkuşağı logolu kampanyalarını yaşanan korkunçluklar, çöken kara bulutlar, kötülükler, ciddiyet üzerine değil, “mutluluk” üzerine inşa ediyorlar. “Şili, mutluluk çok yakında!” diyorlar. Gökkuşağı kadar renkli reklam filmleri ve nefis bir şarkıyla halkı ikna ediyor ve kazanıyorlar. Mutlu son.
Bir reklam kampanyası, tek başına, seçim kazandırır mı? Koca bir ülkenin kaderi, kampanyayla değiştirebilir mi?
“NO” kampanyasını Ferrada’yla birlikte yaratan, kampanyanın direktörü Genaro Arriagada “NO” filmi için şöyle demiş:
“Bu film, gerçekle alakası olmayan, aşırı bir basitleştirme. 15 yıllık diktatörlükten sonra, güçlü bir sendikal ve öğrenci hareketi olan, sağlam siyasal partilere ve aktif insan hakları mücadelesine sahip, politik olarak gayet sofistike bir ülkede, bir reklamcının aniden kaykayıyla gelip ‘Beyler, şöyle yapmanız gerek!’ demesi komik. Süreç, böyle yaşanmadı.”
Yani diyor ki, “Kampanya dışında hiçbir şey yapmadan, seçim kazanılmaz.”
Neyse, biz konumuza geri dönelim... Ferrada geldi ve çeşitli şehirlerde, CHP Gençlik Kolları’nın birtakım etkinliklerine katıldı. 1988’deki kampanyayı nasıl yaptıklarının hikayesini, genel olarak bir seçim kampanyasının nasıl olması gerektiğini anlattı. Türkiye’de kampanya yapılırken, dikkat edilecek noktalara parmak bastı. Gençlik Kolları’nın davetlisi olduğu için, gençliğe ve kollarına iltifatlar etti. “Dünyayı gençler kurtaracak.” dedi filan. O konuştu, yanındaki genç çevirmen bazen çevirdi, bazen çeviremedi, sustu.
Sonra, “cımbız medya” Ferrada’nın söylediklerinin arasından, cımbızla birkaç cümle aldı. Sonra da “Memlekette İspanyolca bilen çok fazla insan yoktur nasıl olsa.” diyerek, yalan “yanlı” çevirilerle değişik haberler yaptılar.
Ferrada’nın konuşmasını sonsuz bir dikkatle izledim. O kadar yoldan gelip, “Kampanyanın bir mesajı olmalı, vaadi olmalı, fikri olmalı, stratejisi olmalı.” cümlesini kurdu (ki, bu cümleyi en az 100 kere kurmadan, reklamcılıktan emekli olan yoktur). “Fikir olmazsa, kampanyanın ruhu eksik kalır. Ruhu olmayan vücut, çalışamaz.” tarzında, klişe cümleler bile kurdu.
“İnsanlara ‘hayır oyu verin’ demek önemli değil. Önemli olan, ne inşa ettiğinizi söylemeniz. Hayır dedikten sonra olacakları anlatmanız, bir hayal sunmanız, gelecek inşa etmeniz gerek. Kampanyayı kazandıracak şey budur.” dedi.
Sonra, en heyecanlı an geldi... Adam dedi ki, “Yaklaşık bir haftadır buradayım, ‘hayır’ kampanyalarının ne önerdiğini bilmiyorum.”
“Cımbız medya” için, toplantı burada sona erdi. Koşarak gidip haber yaptılar...
Biri, “CHP’nin getirttiği reklamcı bile, ‘hayır’ kampanyasını anlamadı.” yazdı. Öbürü, “CHP’de şok! Referandum kampanyalarını yapacak reklamcı, ‘hayır’ demeyi anlamsız buluyor.” yazdı. Bir başkası, “Şili’den getirdiği reklamcı, öyle bir laf etti ki... Kılıçdaroğlu duymasın!” yazdı.
Hepsinin arasında, favorim şu manşet oldu: Garcia Ferrada, “CHP neden hayır diyor, anlamadım.” dedi.
Beni şaşırtan, “bir kısım medya”nın, olayı bu şekilde çarpıtması, yanıltması, yamultması değil; CHP’den hiçkimsenin çıkıp bu konuya açıklık getirmemesi oldu. CHP’nin sosyal medya sayfalarına baktım, haberlere baktım, çıt yok.
Bu adamı kimin getirdiğine, neden böyle toplantılar düzenlediklerine ve adamın gerçekte ne dediğine dair en ufak bir açıklama, medyaya en ufak bir serzeniş, en ufak bir yanlışı düzeltme çabası yok. Sessizlik var.
Ben CHP olsam, bundan bir kampanya çıkarırdım. “CHP’ye büyük iftira!” diye bağırırdım. “Reklamcı böyle böyle dedi, yandaş medya çarpıttı. Demek ki, korkuyorlar.” derdim. Olayı, bir mazlumiyet hikayesine dönüştürürdüm. Ortalığı ayağa kaldırırdım. Sosyal medyayı yıkardım.
Düşünüyorum, düşünüyorum ama neden, nasıl, niçin sessiz kalındığını anlamıyorum. Birlik ve sesliliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, susmanın ne işe yaradığını bilmiyorum. Tek bildiğim, eskiden sükût ikrardan geliyordu. Şimdi, susmak kabul etmek demek.