Susmama arzusu: Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı?
Hatice Meryem'in her gün televizyonda, sosyal medyada duyarak, görerek, kimimizin kanıksadığı kadın cinayetlerinin ardına düştüğü kitabı "Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı?" İletişim Yayıncılık tarafından yayımlandı. Hikâyelerinin odağında erkekleri koyan Meryem sorunun toplumun yarattığı erkeklik sorunu olduğunu gözler önüne sermeye çalışıyor.
Büşra Bakan
Hatice Meryem’in “yarın öldürülecek bir kadınmış” gibi yazdığı Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı? birçok okuru, okumaya devam etmekte zorlayacak güçlü bir eser. Edebiyatımızda kadın yazar olarak kendine has yerini oluşturmaya devam eden Meryem, kimi okurun sadece kitap isminden dolayı dahi okumakta tereddüt edeceği bu kitabında, her gün televizyonda, sosyal medyada duyarak, görerek ne yazık ki kimimizin kanıksadığı kadın cinayetlerinin ardına düşüyor. Bu sefer bizi bekleyen ise duyduğumuz bir haberi değiştirmek, okuduğumuz bir gönderiyi paylaşıp sonrasında unutmak kadar kolay değil; yazar neredeyse her detayıyla bir cinayetin arkasındaki çarpık düşünceleri, daha önemlisi o düşüncelerin oluşmasına imkân tanıyan toplumsal gerçekleri ve bahaneleri hepimizin yüzüne vuruyor. Okuduklarımızın korkunçluğu karşısında söyleyecek söz bulamayacak hale gelsek de, susmama cesaretini de yine kitaptan alıyoruz.
Ancak Hatice Meryem, kadın kimliği ile yaşamanın zorluklarını hisseden karakterleri merceği altına almıyor; aksine hikâyelerinin odağında erkekler var; her gün karşılaştığımız, birlikte yaşadığımız, asla bir katil potansiyeli taşıdığını düşünmediğimiz erkekler... Biri kocamız, diğeri kayınpederimiz, biri büyüttüğümüz oğlumuz, bir başkası asla tanımadığımız saplantılı bir adam… Olağan dünyamızın olağan erkekleri… Yazar, son sözünde, sorunun bir kadınlık meselesi değil toplumun yarattığı erkeklik sorunu olduğunu gözler önüne sermek için bu kitabı yazdığını dile getiriyor. Hikâyelerinde seslendiği, aksiyona tabi tuttuğu kişilerin de erkekler olması yazarın içerik ve üsluba dair sağladığı bütünlüğün en önemli örneği. Bana sorarsanız, kitabın en güçlü yanı da bu bütünlükten doğuyor. Her öyküde başka bir katilin farklı iç dünyasına inerken, Meryem hem onları hem de onların gücünü aldığı erkek egemen yapıyı çekinmeden, sivri bir dille sorguluyor. Kadın cinayetleri meselesinde kadınların iç dünyasının değil, onların katili olan erkeklerin davranış ve düşüncelerinin irdelenmesi gerektiğinin altını çiziyor. Örneğin, “De ki yeşil bir eşofmandan” öyküsünde karakteri cinayete götüren düşünce yapısını en ufak ayrıntılarına kadar aktarırken, gelininin eşofmanına saplantılı hale gelen bir kayınpederin, nasıl günlerini gecelerini sadece onu düşünerek geçirdiğini, onu bir fetiş objesi haline getirirken gelininin varlığını o eşofmana tabi kıldığını anlatıyor bize. Bu hastalıklı düşünce yapısının gerçeklik ve fantezinin ayrımını yok ettiği son raddede ise artık katilin tek ihtiyacı sakin bir orman oluyor.
“De ki bir üçlü prizden” ise erkeğin kendini içinde bulduğu sıkıntının ve bunun yol açtığı paranoyanın öcünü kadından aldığı bir diğer çarpıcı öykü. Bu sefer istemediği halde aile zoru, toplum baskısı, adet ve görenekleri görev bilme içgüdüsüyle evlenen bir adamı tanıyoruz. Aceleyle evlenen, sonrasında evlendiği için çalışmaya başlayan ama bir türlü gururuna çıraklık yapmayı yediremeyen karakterimiz kendini gün geçtikçe kapana kısılmış hissediyor. Karısının hareketlerinden ve isteklerinden sürekli şikâyet ediyor. İşi bırakmasıyla karısının hamile kalması aynı zamana denk gelince de kendini iyice evden koparıyor. Yanılsamalar içerisinde kendini o kadar kaybediyor ki karısının hamileliğini, çocuğunu kabullenemiyor. Erkekliğine yapılmış bir ihanetten ibaret gördüğü bu durumda ikisini de öldürmekten başka çaresi olmadığına kendini ikna etmekle kalmıyor, polise verdiği ifadesinde bunu kolaylıkla savunuyor.
Meryem, İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabının her bir öyküsünde kadın cinayetinin erkeklik sorunu olduğunu böylesi detaylarla işlerken bu katilleri besleyen vahşetin kaynağını, toplumumuzun övündüğü erkekliğini, yaldızından sıyırıp bütün karanlığı ile gün yüzüne çıkarıyor. Bir kadını öldürmenin ülkemizde ne kadar kolay olduğunun, katilin kendi vicdanında kendini ne kadar kolay akladığının, daha çarpıcısı toplumun ona hem öldürmesi hem de aklanmak için geçerli (!) sebebi bulması için hazırladığı zeminin anlatıldığı böylesi öykülerin toplamı Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı?.
Meryem içinde bulunduğu toplumun, coğrafyanın kendini yiyip bitiren yanlarını yıllardır gözlemlediği gerçekliklere bağlı kalarak, kendine has rahatsız edici üslubu ile aktarıyor okuruna. Kitabını sert, hatta belki itici ve üslubundan dolayı amacının aslında tam tersine teşvik ettiğini savunabilecek olanlara, yaşanırken, yaşanmasına müsaade ederken çekinmediğimiz olayları, okumak, onların üstüne düşünmek neden rahatsız etsin ki diye karşı çıkıyor adeta. Susmamanın bir duruşunu sergiliyor. “Kadınların niye, nasıl, neden hem böyle güzel hem böyle hızlı hem de böyle doğru konuştuklarını anlayamıyorsun. Sadece susturmak istiyorsun.” Hatice Meryem, işte bu susturma isteğine kendi susmama arzusu ile cevap veriyor, hayatının herhangi bir döneminde susturulmuş ve susturulmaya çalışılan kadınların arzularını da kendisininkine katarak…