Çocukluğumdan kalan en güzel anılardan biri, kimyager olan annemin beni kreş çıkışında götürdüğü ve onun mesaisi bitene kadar usluca beklediğim süt fabrikasıydı. O sırada annemin laboratuvarda içeriğini düzenlediği ve tüketime hazır hale getirmek için geceli gündüzlü çalıştığı yoğurt ve süt numunelerinden de tatma imkanım olurdu.
Deyim yerindeyse, bir cennette gibiydim çocukluğumun o süt beyazı yıllarında... Bir yanım, hayallerinin peşinden koşan annemi devleştiriyor, binlerce çocuğun annemin sihirli ellerinden çıkan sütü yudumladığını ve hepsinin o gece aynı rüyayı gördüğünü, anneme teşekkür ettiğini hayal ediyordum.
Hatta olur da annem çilekli süt formülü üzerine çalışıyorsa, o sütün pembe ineklerden gelmiş olabileceğini düşünür, fabrikanın bahçesinde şeker pembesi ineklerin dolandığını düşlerdim. Çocukluk işte...
Fırsat eşitsizliği, çocuk yoksulluğu, gelir adaletsizliği gibi kavramlardan azade kurulan o büyülü dünyanın ardından yıllar içerisinde anladım ki şanslı bir azınlıktaydım ve gerek Türkiye’de gerekse dünyada süt içemeyen, süt ürünleri tüketemeyen çocuklar vardı.
Gazeteciliğe adım attığım ilk yıllarda, okula sabah iki adet bisküvi ve bir kutu süt içebilmek için giden, ardından eğitimin tadı damağında kalıp okumaya devam eden, ailesini de bu konuda ikna eden Roman kız çocuklarıyla yaptığım röportajlar da bu anlatının başka bir boyutuydu.
Yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında halk ekmek büfeleri önünde kar soğuğunda, ayazda daha uygun fiyata ekmek ve pastörize süt almak için bekleyen yurttaşların yakın tarihli görüntülerinin ise, süte demokratik erişim hakkını bizlere anımsattığını umuyorum.
Dolayısıyla, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin cuma günü Halk Süt için İstanbul İli Damızlık Sığır Yetiştiriciliği Birliği İktisadi İşletmesi ile imzaladığı Süt Alım Protokolü ile 2022 yılı içerisinde İstanbul’da 130 bin çocuğa en az 7,5 milyon litre süt ulaştırılacağı haberini okurken bir yanım çocukluğumun o ılık süt kokulu laboratuvarlarına ışınlanırken, bir yanım da o ilk yudumunu içen çocukların gözlerinde hayal ettiğim pırıltılarla neşelendi.
“İstanbul’da süte ulaşamayan çocuk kalmasın” şiarından yola çıkılan proje ile, ihtiyaç sahibi olduğu tespit edilen ailelerin 3-6 yaş aralığındaki çocuklarına yıllardır süt dağıtılıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, “en çılgın projem buydu” diye nitelendiriyor.
İstanbul’un dezavantajlı kesimlerinden gelen çocukların süte demokratik temelde erişimine yönelik Halk Süt projesi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun 2019 yerel seçimlerinde duyurduğu vaatlerin başında yer alıyordu. Çünkü gelişme çağındaki çocuklarda günlük protein ihtiyacının neredeyse yarısını karşılayan süte erişim temel bir insan hakkıydı ve yoksul bir aileye doğmuş bir çocuğun bu hakkının karşılanması kamunun sorumluluğundaydı.
Gelinen aşamada, söz konusu proje, Türkiye’de kamu yararı doğrultusunda çalışan belediyecilik tarihinin örnek sosyal girişimlerinden biri olarak kabul ediliyor. İhtiyaç sahiplerine süt dağıtımına ek olarak, bir kırsal kalkınma modeli olarak kooperatifler ve yerel üreticiler desteklenmiş oluyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin uyguladığı modele göre, İstanbul’un 21 köyünden alınacak olan süt, kentin ihtiyaç sahibi çocuklarının minik karınlarına gidecek. Bunun karşılığında da üreticilere düzenli bir gelir sağlanacak, kendi çocukları da yoksulluk çekmeyecek.
2019 yılında 85 bin 961 çocuğa 1 milyon 479 bin 200 litre, 2020 yılında 117 bin 699 çocuğa 6 milyon 505 bin 972 litre, 2021 yılında ise 123 bin 788 çocuğa 6 milyon 454 bin 72 litre Halk Süt Desteği verildi.
Dolayısıyla projenin başlatıldığı Dünya Gıda Günü olan 16 Ekim 2019’dan 31 Aralık 2021 tarihine kadar 155 bin 912 çocuğa 14 milyon 493 bin 972 litre süt dağıtımı yapıldı.
Bu sene ise bir ailede en fazla 3 çocuk baz alınan projede 1 çocuk için ayda 8 litre, 2 çocuk için 12 litre, 3 çocuk için 16 litre olarak dağıtım yapılacak.
Ankara Büyükşehir Belediyesi de Sincan’da sosyal yardım alan 10 bin ailenin çocuklarıyla başlattığı ücretsiz süt dağıtımını yakında Ankara geneline yaymayı planlıyor.
Benzer şekilde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2012 yılından beri üretici kooperatiflerden alınan sütler, “Süt Kuzusu” projesi çerçevesinde çocuklara dağıtılıyor. Geçtiğimiz sene proje ile 1-5 yaş grubundaki 157.000 çocuğa ayda bir sekiz litre olacak şekilde süt dağıtımı sağlandı.
Türkiye’nin 2011-2018 yılları arasında uygulanan, ardından durdurulan Okul Sütü programına geri dönmesi ve bu projenin ülke çapında uygulanması gerekiyor. Zira Okul Sütü programıyla sadece çocukların demokratik bir şekilde süte erişimine katkı sağlanmakla kalmamış, aynı zamanda onlara süt içme alışkanlığı kazandırılmış, süt üretiminin artırılması teşvik edilmiş, süt arzındaki fazlalık değerlendirilmişti.
Ücretsiz süt dağıtımı Avrupa’da 1930’lardan itibaren yaygınlaştırılan bir proje... Halihazırda yirmiyi aşkın Avrupa ülkesinde uygulanıyor. İkinci Dünya Savaşı’na henüz dahil olan ABD’de ise 1942 yılından beri okul çağındaki çocuklardaki gizli açlığı ve kötü beslenmeyi azaltmak için “Zafer Gıdası” olarak nitelendirilen süt programı başlatıldı.
Türkiye’ye gelelim... Ülkemizde bebeklerin ilk altı ay anne sütüyle beslenme oranları oldukça düşük. Neredeyse dört çocuktan birinin çocuk yoksulluğuyla karşı karşıya olduğu istatistiklere yansıyor. Açlık sınırının altına itilen, çoğu güvencesiz çalışan, alım gücü günden güne düşen hanelerdeki çocukların süt başta olmak üzere temel gıdalara erişimi çoğu zaman bir hayal oldu. Yaşamını sürdürebilecek asgari refah düzeyini yakalayamayan, süt şöyle dursun açlığını unutmak için su içtiğini söyleyen çocuklar var.
Pandemi bu tabloyu daha da kötüleştirirken, ülke çapında uygulanan bir çocuk süt programımız halen yok; neden olmadığına dair bir gerekçe de yok. Süte erişim tamamen pazar dinamiklerinin ve kâr amacı güden şirketlerin eline bırakılıyor.
Oysa, ülke nüfusunun üçte birini oluşturan çocuklar, ailelerinin ekonomik kaygılarını sırtlandıkları bir gelecek yükü yerine, süt beyazı düşler görmeyi hak ediyor.